Eren Aysan: Türkiye'de hukukun zamanaşımı var, ama acının yok!

Eren Aysan: Türkiye'de hukukun zamanaşımı var, ama acının yok!

Hülya KarabağlıT24/ ANKARA - 2 Temmuz 1993 tarihinde Pir Sultan Abdal Derneği tarafından düzenlenen şenlik sırasında yakılan Madımak Oteli’nde hayatını kaybeden 33 yazar, ozan, düşünür ile 2 otel çalışanıyla ilgili Sivas davasında  kritik aşamaya gelindi. 6 Aralık Salı günkü duruşmada ‘zamanaşımı’ kararının çıkabileceğine dikkat çekiliyor.

Davada, asıl failler yakalanamadı. Yıllarca yurtdışında olduğu tahmin edilen Muzaffer Erçakmak, Sivas’taki evinde hayatını kaybetti. Interpol tarafından kırmızı bültenle aranan sanığı Vahit Kaynar Polonya’da yakalandı. Resmi makamların özenli bir başvurusu olmadığı anlaşılınca serbest bırakıldı. 6 Aralık’taki duruşmadan zamanaşımı kararı çıkarsa Kaynar, elini kolunu sallayarak yurda dönecek.

Siyasi cinayetlere yakınlarını kurban verenlerin oluşturduğu ‘Toplumsal Bellek Platformu’nun üyeleri, TBMM’de bu cinayetlerin bir komisyon kurularak araştırılması için gelecek  hafta 5 Aralık pazartesi günü siyasi parti guruplarını ve TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu’nu ziyaret edecek. Dink, Türkler, Erdost, Mumcu, Dursun gibi çok sayıda aile partilerin sözcüleri ile görüşecek. Aileler, 6 Aralık günü Sivas davasının duruşmasına katılacak. 

Şair ve doktor babası Behçet Aysan’ı Madımak’ta yitiren Eren Aysan, “Türkiye’de Hukukun Zamanaşımı var, ama acının yok’ diyor. Sivas davasının ‘zamanaşımına’ kurban giden Kemal Türklerle aynı kaderi paylaşabileceğini vurgulayan Eren Aysan’ın duygu ve düşünceleri şöyle:

– Sevgili Eren Aysan, Sivas katliamında yitirdiğimiz babanız şair Behçet Aysan ailesi adına, Toplumsal Bellek Platformu çatısı altında 11 Şubat 2010 tarihinde Meclise gittiniz. Talepleriniz nelerdi?   

Eren A: Öncelikle Toplumsal Bellek Platformundan söz açayım size. Biz ilk defa, 1980 yılında öldürülen yazar Ümit Kaftancıoğlu ailesinden Canan Kaftancıoğlu’nun çabasıyla bir araya geldik. Sıcak bir Haziran günü babalar günü etkinliğinde buluşan, bu coğrafyada yaşamının önü kesilmiş on altı aileydik. Hatta etkinliğin adı: “Benim Babam Bir Kahramandı” idi. Bu isim kimseyi yanıltmasın. Bizler kahraman babalar, yahut kahramanlaştırılan babalar düşlemedik. Hatta Brecht’in “ne yazık kahramanlar yetiştiren toplumlara…” söyleyişi zihnimizdeydi. Yalnızca hayatımızın çok çeşitli dönemeçlerinde yanımızda olan, iyi ve kötü zamanlarımızda sarılabildiğimiz, başımızda omuzlarımızı istediğimiz babalarla hayatımızı sürdürmeye niyetlendik. İstedik ki, devlet kahraman olsun, bizim babalarımızı, bu ülkenin de yazarlarını, şairlerini, gazetecilerini, aydınlarını korusun! Sonrasında birlikteliğimizi bir platformla yarı resmi bir noktaya sürüklemek istedik. Abdi İpekçi’nin katili Ağca’nın salındıktan sonra reklam yıldızına dönüşmesini arzu eden zihniyetlere karşı bir bildiri yayımladık. Bu ülkedeki hukuksuzlukları göstermek adına Dink davasında bir araya geldik. 11 Şubat 2010 günü meclise gittiğimizde artık yirmi altı aileye ulaşmıştık. İsteklerimiz son derece somuttu: Ülkemizde siyasi cinayetlerde zamanaşımı ortadan kaldırılsın, meclis araştırma komisyonlarına işlerlik kazandırılsın… O gün orada MHP hariç bütün partilerle görüştük. MHP mazereti olduğu gerekçesiyle bizi kabul etmedi.

- O günkü izlenimleriniz nelerdi?

Eren A: Görüştüğümüz bütün partiler bize son derece sıcak yaklaştı. Haklı taleplerimizin mutlaka gerçekleştirilmesi gerektiğinin altını çizdiler. Hatta AKP grubundan sonra dönemin İnsan Hakları Komisyonu Başkanı Zafer Üskül bizi karşıladığında konuşmakta zorlandık. Karşılıklı olarak gözyaşlarımız sel oldu. Bu solgun, kırık fotoğraf beni kişisel olarak çok yaraladı. Düşünün bir kere, herkes bir masanın etrafında sürekli olarak kendini tanıtıyor: “Ben 7 Aralık 1979 günü öldürülen, yazar, sosyolog, akademisyen Cavit Orhan Tütengil’in kızı Deniz Tütengil”, “Ben 7 Kasım 1980’de Mamak Askeri Cezaevi’nde öldürülen yayımcı İlhan Erdost’un eşi Gül Erdost”, “Ben 2 Nisan 1942 günü cesedi bulunan yazar, şair ve çevirmen Sabahattin Ali’nin kızı Filiz Ali”… Platformun üyeleri kendini tanıttıkça adeta dakikalar geçmiyor. Geriye bu coğrafyanın acıyı, buruk fotoğrafı kalıyor. Ben kişisel olarak karşımda böyle bir an yaşandığı için ağlıyordum, bu ülkeye ağlıyordum. Bir de düşünsenize adalet mekanizması adam akıllı işlememiş… O güne kadar devlet bizim yaralarımızı saracağına, bizler bir araya gelip acılarımızı paylaşmak zorunda bırakılıyoruz.

– Peki 11 Şubat 2010 tarihinden bu yana ne oldu? İstekleriniz reddedildi çünkü.

Eren A: O tarihten bu yana, CHP ve BDP milletvekilleri tam on beş defa isteklerimiz doğrultusunda, önergeler verdiler. Bütün bunlar ne yazık ki, iktidar partisi tarafından reddedildi. Süreçte arzularımız gerçekleştirilmediği için, Türkiye’de sendikal hareketin öncü isimlerinden, 1980’de öldürülen Kemal Türkler davası zaman aşımı nedeniyle düştü. Şimdi sıra yedi firari sanık üzerinden yürüyen Sıvas Davası’nda… İşte bu nedenle taleplerimizi yenilemek için 5 Aralık tarihinde yeniden platform üyeleri olarak bir kere daha meclise gidiyoruz.

– Sivas Davası’na dönelim. Büyük olasılıkla 6 Aralık tarihindeki duruşmada yedi firari sanık üzerinden yürüyen Sivas Davası zamanaşımına uğrayacak. İnsanın vicdanının sızlatan bu süreci biraz daha ayrıntılı bir biçimde sizden dinleyebilir miyiz? 

Eren A: Aslında hukuki süreç yeterinde can sıkıcı… Davanın ilk günü müdahil olan aileler duruşma salonuna alınmadılar. O gün çıkan olaylarda bir çok insan göz altına alındı. 2 Temmuz günü Sivas dışından gelen ve örgütlü bir biçimde eylem için orada bulunan kişi ve grupların kaçmalarına izin verildiği için, bugüne kadar yalnızca 160 sanık yargı önüne çıkartılabildi. Tutuklanan sanıklar dışında eylemcilerin yakalanması yolunda hiçbir çaba harcanmadı. Bununla birlikte katliamı engellemeyen ve araştırmayan güvenlik güçleri, jandarma, vali, diğer idari birimler hakkında bir ihmal soruşturması bile açılmadı. Tutuklanan sanıkların yargılanmaları sürecindeki yaşananlar, sanıkların fütursuzca adeta mahkeme heyetini yok sayan tutumu, müdahillere saldırısı yüreklerimizdeki yangını her duruşmada yeniden alevlendirdi. Süreç içinde sanıkların pek çoğu tahliye edildi. Davanın en önemli sanıkları yakalanamadı. Yurt dışına kaçmış sanıkların, Avrupa’nın hiçbir yerinde suç sayılmayan “Gösteri ve Yürüyüş Yasası”na muhalefetten yargılanacaklarına dair yanlış bilgi verildi. Yurt içinde yakalanamayan sanıkların ise zaman içinde resmi nikahlandığı, askerlik yaptığı, ehliyet aldıkları ortaya çıktı. Sıvas davası avukatlarının esas hakkında mütalaasında tek tek sayılmış olan ve eylemi gerçekleştirdikleri bilinen örgütlerse hiç araştırılmadı. Bu süreçte Refahyol hükümetinin Adalet Bakanı Şevket Kazan sanıklara açıktan destek verdi, hatta cübbesiyle duruşma salonuna girdi.

– Bu yaz da davanın yakalanamayan sanığı Cafer Erçakmak Sivas’ta kızının evinde vefat etti. Bu durum hakkında ne düşünüyorsunuz?

Eren A: Aslında biz kendisini yurt dışında sanıyorduk. Erçakmak’ın uzun zamandır Sivas’ta olduğu ancak yetmiş yaşında öldükten sonra anlaşılabildi. Benim için trajik olan yakalanamayan sanığın, adaletin karşısına çıkmadan, doğal olarak bir vicdani hesaplaşma bile yaşayamadan vefat etmesidir. Ama bu süreçte bizi üzen başka olaylar da var. Mesela Madımak Kültür Merkezi’nde katliamda yaşamını kaybedenlerin yanına iki saldırganın da adı yazıldı. “Pes artık” dedirten bu tavır bir de devletin temsilcileri tarafından savunuldu. Biz bu durumla ilgili gerekli işlemi başlattık. Hemen ardından yine davanın interpol tarafından kırmızı bültenle aranan sanığı Vahit Kaynar Polonya’da yakalandı. Ancak Adalet Bakanlığı özenli bir başvuru yapmadığı için Kaynar serbest kaldı. Şimdi 6 Aralık’ta duruşmadan zamanaşımı çıkarsa, Vahit Kaynar elini kolunu sallaya sallaya memlekete dönecek.

– Babanız Behçet Aysan bu ülkenin yetiştirdiği önemli şairlerden biriydi. Bütün bu yaşananları bu ülkede yakılarak öldürülmüş bir şairin kızı olarak nasıl yorumluyorsunuz?

Eren A: Babam ülkesini temsil eden bir yazardı, şairdi. Kısacık yaşamına sayısız ödül sığdırmıştı. Aynı zamanda doktordu, nöro- psikiyatrdı. Hani bugün ülkemizde mumla aranan aydınlardandı. Zaten onu diri diri ateşe verenler yazdığı bir dizeyi okumuş olsalar, değil onu ateşe vermek, boynuna sarılırlardı. Yıllar boyunca mezarına çiçek bırakırken, usulca ağlarken öğrettiği sağduyuyu yitirmemeye özen gösterdim. Ama zaman zaman gerçek cehennem oldu. İçimden taştı, gürül gürül akan ırmak oldu. Soruyorum size… Ben şimdi çocuğuma senin deden şairdi, yazardı, doktordu, bu ülkenin aydınlık yüzüydü ama yakıldı nasıl diyeceğim? Ona hiçbir şey ayaklanmaya kalkmış cehalet kadar korkunç olamaz derken aynı zamanda insanların bir gün tekrar diri diri yakılmayacağına nasıl inandıracağım? Çünkü eğer kimlik bir vatandaşlık belgesiyse, babamın yanmış kimliği hala çalışma masasında duruyor. Eğer kimlik devletin resmi belgesiyle babamın yanmış kimliği her gün bana bakıyor.

– 5 Aralık günü Toplumsal Bellek Platformu olarak meclise gideceksiniz. Yeniden dile getireceğiniz taleplerinizle ilgili umutlu musunuz?

Eren A: O gün yaşamlarının önü kesilmiş Sabahattin Ali’den Hrant Dink’e uzanan yaklaşık on beş aydının ailesi olarak taleplerinizi sunacağız. İsteklerimizi son derece masum ve bu ülkenin geleceği adına önemli buluyorum. Çünkü hiçbirimiz Platform ailemize artık yeni ailelerin, eklenmesini istemiyor. Ama ülkemizin acı gerçeğine bakınca neden sürekli reddediliyoruz diye kızıyorum.