Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Başkanı Prof. Türkay Demir ile Dr. Demet Demir'in oğlu Eren Demir son yolculuğuna uğurlandı. Demir, Silivrikapı Mezarlığı'nda 1988 yılında hayatını kaybeden dedesi Hüseyin Demir'in, başında Turgut Uyar'ın "Ben bir gün giderim ki neyim kalır / Eksik bıraktığım her şeyim kalır" dizelerinin yazılı olduğu mezarının yanında toprağa verildi.
12 yaşındayken kaleme aldığı "Kristal Kılıç" romanıyla dünyanın en genç ikinci yazarı olan Eren Demir, 15 Temmuz Salı gecesi Ataköy'de 9. katta bulunan evlerinin balkonundan düşerek hayatını kaybetti.
16 yaşındayken hayata veda eden Demir için bugün (17 Temmuz 2014 Perşembe) ilk tören Ataköy 5. Kısım Camii'nde düzenlendi. Öğlen namazından sonra yapılan dini törene, Demir ailesi ve yakınlarının yanı sıra üniversite, tıp, sanat ve medya dünyasından çok sayıda isim katıldı.
Eren Demir, Ataköy'de kılınan cenaze namazının ardından Silivrikapı Mezarlığı'nda son yolculuğuna uğurlandı.
Eren Demir, akademik ve edebiyat çalışmalarının yanı sıra T24'te de yazan Prof. Türkay Demir'in 1988 yılında kaybettiği babası Hüseyin Demir'in, Turgut Uyar'ın dizelerini taşıyan mezarının yanında toprağa verildi.
1998 doğumlu Eren Demir, Milliyet gazetesinden Güliz Arslan’a verdiği söyleşide, üçüncü sınıfta babasından etkilenerek yazmaya başladığını anlatmıştı. Altıncı sınıfa geldiğinde 160 sayfalık “Kristal Kılıç” kitabını yazmaya başlayan ve 10 ayda kitabı tamamlayan Demir, fanstastik kurgunun önde gelen yazarı John Ronald Reuel Tolkien’i kendisine örnek alıyordu.
Demir, “Kristal Kılıç” kitabında ormanları, ağaçları, elfleri, cüceleri ve insanlarıyla mutlu bir ülke olan Alania’da Vedi isimli efsane bir komutanı, onun arkadaşı Letaf’ı, iyileştirme gücü olan cüce Galor’u ve bu romana ismini veren tılsımlı Kristal Kılıç’ın maceralarını anlatmıştı.
Metal müzik dinlemeyi seven Eren Demir, Kültür Koleji İlköğretim Okulu son sınıfta okuyordu. “Kristal Kılıç”ın yanı sıra Demir'in Psikiyatri ve Düşünce Dergisi’nde de “çocuklarda öfke, şüphe ve üzüntü” konularında çeşitli yazıları yayınlandı. Eren Demir, hobileri arasında manga, anime ve oyun konsolları geldiğini söylerken gelecekte bilgisayar mühendisi olmak istediğini aktarmıştı.
Eren Demir’in babası Türkay Demir’in arkadaşı olan Ziyaver Şencan, 14 Kasım 2011 tarihinde blog.milliyet.com.tr adresindeki yazısında “yeğen-i maneviyem” sözleriyle nitelendirdiği Eren Demir’i, kitabını ve babası ile ilişkisini şöyle anlatmıştı:
Bir kitaptan, daha doğrusu bir romandan ve onun yazarından bahsedeceğim sizlere.
Kitap, isminin ima ettiği anlam dairesiyle pek de güzel örtüştüğü üzere, ‘kılıç- gizem, büyü’ gibi fantastik bir temalar setini, sadece yazarının hayalhanesinde mevcut olan sıra dışı bir evrende işleyen bir fantastik roman.
Kitabın ve yazarının hem ülkemiz edebiyatı ve hem de benim kişisel tarihim bakımında önemi büyük bana kalırsa. Neden mi?
Her şeyden önce, bu kitap bir ilk kitap, bir ilk roman. ‘Ne var bunda? Her gün birçok kişinin ilk kitabı yayınlanmıyor mu bu ülkede?’ diyenlerinizi duyar gibiyim.
Sadece ülkemizde değil, dünyada da ender rastlanan türden bir olaydır bu kitabın ortaya çıkışı. Zira, Eren Demir bu romanı 12 yaşında yazdı!
Evet, Eren, sadece ülkemizin değil, belki de dünyanın en genç romancılarından birisidir.
1998’de İstanbul’da doğan Eren, çocuk ve ergen psikiyatrı olan bir anne ve babanın evlâdı. Babası Doçent Doktor Türkay Demir İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları AD başkanı. Anne, Eren’in kardeşine, 4 yaşındaki 2. evlâtlarına bakmak için kariyerine ara vermiş bu aralar. Metal müzik dinlemekten; tahmin etmekte zorlanmayacağınız üzere, anime, manga ve fantastik roman okumaktan hoşlanan Eren, bunlardan ve derslerden arta kalan vaktini bilgisayar ve oyun konsollarına hasrediyor denilse yanlış olmaz. İlk hikâye ve roman yazma denemelerine daha 8 yaşındayken girişen genç yazar, o günden itibaren düşürmemiş kalemi elinden. Şu sıralar ikinci romanı üzerinde çalışan Eren Demir’in, Başka Psikiyatri ve Düşünce Dergisi’nde de yazılarının yayınlandığını göz önünde bulundurduğumuzda, onun, anne ve babasının kariyer yoluna da çok uzak durmadığını söylemek mümkün.
NTV’de yayınlanan röportajında ve çeşitli basılı ve dijital mecralardakilerden bir tanesini aşağıya aldığım beyanlarında ‘bilgisayar mühendisi olmak istiyorum’ dediğine şahit olduğumuz Eren’in, bu açıklamasından ve başlıklar halinde değindiğim diğer faaliyetlerinden hareketle, daha şimdiden çok zengin bir ilgi alanları koleksiyonu olduğunu görüyoruz.
Genç romancının kitabından çok beğendiğim bir pasajı sizlerle paylaşmadan önce, yukarıda bahsettiğim üzere, Eren’in benim şahsi tarihimdeki çok özel yerine de değinmeden geçemeyeceğim.
Zira, Eren’in babası Türkay, benim neredeyse 30 yıllık arkadaşım ve kâdîm dostumdur. Hafızamda güçlü bir biçimde kendisine yer edinmiş olan ve Türkay’ın da aktörü olduğu bir resmi paylaşacağım. Yıl 1984, yer Rumeli Hisarı iskelesinin karşısındaki o dönemin çok popüler olan çay bahçesi. Birleştirilmiş çok sayıda masa etrafında toplanmış kızlı erkekli bir grup hararetli hararetli tartışmakta. Kimler yok ki o tartışmanın içinde? Türkây Demir, kardeşi, Eren’in halası felsefeci Türkân Demir, gazeteci - televizyoncu Savaş Ay, şu an Cumhuriyet Gazetesi Londra muhabirliği de dahil çok sayıda entelektüel işe imza atan Mustafa Kemal Erdemol, sahibi olduğu Med Yapımla Türkiye Show dünyasını domino eden Fatih Aksoy, 30 yıldır ‘itinayla sistem dışında kalmayı beceren’ Dr. Tayfun Gönül, benim gibi 1 gün bile petrol mühendisliği yapmamış olan ‘meslektaşım’ rehber, tercüman, tur operatörü ve mekân işletmecisi Mustafa Karlık, Almanya’dan ayağının tozuyla henüz gelmiş olan Radikal Yeşilci Recai Hallaç, Bilim ve Gelecek Dergisiyle aynı isimli yayınevinin kurucusu ve sahibi Ender Helvacıoğlu ve daha birçok kişi. Ve tabii ki bir de ben. O tartışmalar sonunda önce gençlik kültür dergisi Yeni Olgu yayın hayatına atılmış, ardından da, saydığım isimlerin bazıları İthaka isimli bir alternatif gençlik kültür – yaşam mekânını inşa etmişlerdi. Türkay’la yaptığımız felsefi, edebi, ilmi tartışmalar bugün gibi aklımdadır. Genlerden girer, Althusser’den çıkardık. Reel sosyalizm eleştirisi, çağdaş şiirin sorunları (o sıralarda ben de Türkay’da şiir yazardık), karşı psikiyatri, ekoloji, eğitim – üretim ilişkileri, diskur – iktidar ilişkileri, ülke ve dünyanın aktüel sorunları favori tartışma konularımızdı. Anlayacağınız, ontolojinin, epistemolojinin, siyasetin, etiğin, estetiğin altından girer üstünden çıkardık birkaç saat içerisinde.
Takip eden yıllarda giderek daha az görüşür olduk Türkay’la. Nihayet tamamen koptuk ve nerdeyse 15 yıl birbirimizden hiç haber alamadık.
1 ay önce facebook üzerinden Türkay’ın mesajını aldığımda nasıl sevindiğimi anlatamam. Söz konusu mesajdan sonra, yeniden bir araya gelebilmemiz için Allah'tan bir 15 yıl daha beklemedik, hemen o mesajın haftasına gerçekleştirdik bunu. O gün, Eren’in yukarıda paylaştığım özelliklerine değinen babası, bununla da yetinmedi ve bir sonraki buluşmamıza Eren’le birlikte gelerek çok hoş bir sürpriz de yapmış oldu. Babasına eşlik eden genç yazar, bana çok şık bir jestte de bulundu bu ilk buluşmamızda. Kristal Kılıç’ın, alır almaz çok kısa bir zamanda okuduğum imzalı bir nüshasının hediye edilmesiydi bahsettiğim jest.
Kitabı okur okumaz, ‘bu romanla ve yazarıyla ilgili bir yazı yazmalıyım en kısa zamanda’ diye geçirdim zihnimden.
Bu yazı işte o yazıdır.
Sevgili Eren, pek kıymetli ‘yeğen-i maneviyem; yazmaktan asla vazgeçme, olmaz mı?
Yazımı, Eren Demir’in Kristal Kılıç kitabının 13. sayfasındaki felsefi şiir tadına sahip satırlarıyla tamamlıyorum:
"Bazen insanın ruhunun Ay’a benzediğini düşünüyorum. Bir tarafı aydınlık, güvenli, bir tarafı ise karanlık, sanki kaosun merkezi gibi. Ve karanlık tarafa geçtiğinizde, kaos sizi ele geçiriyor. Vahşi, acımasız bir benliğinizi ortaya çıkarıyor. Sonuç ise iç açıcı değil. Elinize geçen tek şey, acı, üzüntü ve umutsuzluk oluyor. Bu benliğimizin ortaya çıkmasına, karanlığın bizi esir almasına izin vermemeliyiz."