Eren Talu'nun Samyeli isyanı

Eren Talu'nun Samyeli isyanı

 T24- Eren Talu eski eşi Defne Samyeli’nin hem başka birisine aşık olduğunu hem de kendisinden para istediğini söyledi. Talu, “Karım, bir başkasına aşık oldu, bana ‘Ruh ikimizi buldum, bırak gideyim’dedi. Şimdi “Ruh ikizim” dediği adamla birlikte olmak istiyor; ‘ruh özgürlüğüne’ kavuşmak için de benden para” diye konuştu.

 

Eren Talu ayrılık öyküsünü Hürriyet yazarı Ayşe Arman’a anlattı. İşte bugün (27 haziran 2010) yayımlanan söyleşinin tam metni:

 

14 yıllık evlilik çöküyordu.

Eren Talu boşanmak istemiyor, Defne ise “Boşanacağım” diye ısrar ediyordu.

Defne şiddetli geçimsizlikten, Eren de sadakatsizlikten dava açmıştı. Eren’in Galatasaray Stadı’nda bütün parasını kaybetmesi de her şeyin üzerine tüy dikmişti.

Defne anlattı, ben de yazdım.

İsimsiz olarak. Evliliğin başından beri kocasının onu aldattığını söyledi. Ben Defne’nin olaya bakışını aktardım.

Hemen arkasından Eren aradı, o da anlattı. Ama onun anlattıklarını, hiçbir zaman yayınlamadım.

Çocuklar var diye, suçlamalar kötü diye, belki barışırlar diye, bir şekilde ortalığın yatışmasını bekledim, elim gitmedi yayınlamaya. Oysa ben gazeteceyim, taraf değilim, benim elimde bir teyp var, o teybe kim ne anlatıyorsa onu yazıyorum. Elimde teyp varken ben gazeteciyim, arkadaş- markadaş değilim. Onlarsa anlatıyorlar, anlatıyorlar, fakat şöyle bir şey oluyor, saatlerce uğraşıyorum o metinleri bir yazı haline getiriyorum, sonra “Yok vazgeçtim o kırılacak, bu üzülecek. Vicdanına sığınıyorum, yayınlama” diyorlar.

Eren beni, “Artık hazırım, röportaj vermek istiyorum” diye aradığında, ne yalan söyleyeyim tereddüt ettim. “Kim bilir ne anlatacak” dedim.

Anlattıktan sonra, “Onu yazma, bunu yazma diyecek.”

Fakat öyle olmadı. Röportajı yolladım. “Bunlar tam da sana anlattıklarımdı” dedi, arkasında durdu.

Ve biten evlilikleri hakkında ilk defa bu kadar detaylı konuştu. Ben vazifemi yaptım, çocuklar konusunda onu uyardım, “Rahatsız olabilirler” dedim, ama o ısrar etti, “Onlar zaten her şeyi biliyor. Artık herkes her şeyi öğrensin...” Unutmadan, tabii ki bu sayfa her zaman Defne’ye de açık...

 

Soru- moru hazırlamadım Eren. Çünkü ne anlatmak istediğini bilmiyorum. Neden röportaj vermek istediğini de...

- Bugüne kadar ben hariç herkes konuştu. Defne, üç röportaj verdi. 14 yıldır onu aldatıyormuşum, yapmadığım şey kalmamış. Benim hakkımda demediğini bırakmadı, TOKİ de söylemek istediği her şeyi söyledi...

 

Sen neden sustun?

- Beni engellediler. “Konuşursan paranı alamazsın kardeşim” dediler, daha da fazla mağdur olmamak için bekledim. Ama anladım ki, susunca iyice mağdur oluyorsun. Artık yeter! Ben de kendi açımı anlatmak istiyorum. Çünkü sana bir imaj biçmeye başlıyorlar, seni olmadığın bir adam haline sokuyorlar. Tamam kabul bütün paramı kaybettim ama işimdeki beceriksizliğime ek olarak, karısını aldatan rezil, iğrenç bir herif oldum. Gel gör ki, işin gerçeği bu değil. Bir kere boşanmak isteyen ben değilim. Karım, bir başkasına aşık oldu, “Ruh ikimizi buldum, bırak gideyim” dedi; evliliğimizi bitirmek istedi. Onu kaybetmekten ölesiye korktum. “Beni istemeyeni ben de istemem. Zaten beni aldattın. Yolun açık olsun” demedim, diyemedim. “Benim de kaçamaklarım oldu, yurtdışında paralı ilişkiler kurdum ama jimnastik gibiydi, bir şey ifade etmedi. Gel bunu, onlara sayalım, unutalım” dedim. Onu vazgeçirmek için elimden geleni yaptım ama olmadı; o adamdan vazgeçmedi. Aylar içinde geldiğimiz nokta şu: “Ruh ikizim” dediği adamla birlikte olmak istiyor; ‘ruh özgürlüğüne’ kavuşmak için de benden para!

 

Sen bana daha önce de bir takım şeyler anlattın. Tabii bu kadar detaylı değil...

- Evet, sen de yayınlamadın. Ama sekiz ay önce her şey daha farklıydı, Defne o üç röportajı vermemişti, benim hâlâ bir araya gelme umudum vardı ve işler bu kadar vahşileşmemişti. Şimdi artık o noktada değiliz, onu geri kazanamayacağımı biliyorum. Ben de boşanmak istiyorum. Ama parasız... Ve onun sütten çıkmış ak kaşıkmış gibi konuşması hoşuma gitmiyor. Bu röportajı vermek istememin nedeni, “Bir de beni dinleyin...” demek. Madem rezil olduk, o zaman bari tamamı ortaya dökülsün...

 

Şimdi bu öyle bir mesele ki, işin içinde çocuklar var...

- Ayşecim, onlar zaten bütün detaylarıyla biliyorlar. Her şeyi okudular, mailleri gördüler. Uzayda yaşamıyorlar. Ayrıca ikimizle de araları çok iyi. Defne benim ailemle, ben onun ailesiyle görüşüyorum. Çocuklar için bütün o sevgi seli devam ediyor, sadece anneleriyle babaları küs...

 

Peki hadi başlayalım o zaman. Sen ne diyorsun yani? “Para bitti, kadın gitti mi?”

- Bu meşhur laf aslında bizim durumumuzu çok iyi özetliyor. Evet para bitince, insanlar gider. Ben bunu da anlıyorum...

 

Nasıl yani? Ona hak mı veriyorsun...

- Hak vermiyorum, anlıyorum. Ben de kadın olsam yapabilirim böyle bir şeyi. Çünkü gerçekten çok zor şeyler yaşadık. Yaşam konforun tehdit ediliyor, kendini bombok hissediyorsun. Acayip bir travma yaşıyorsun. Hayatına kastediliyor, ötesi mi var? Her tarafın hacizci dolu, evden teker teker her şey gidiyor, çocuğunun bilgisayarına kadar, yatağın altına saklıyorsun, görmesinler de almasınlar diye...

 

Peki, ‘kötü günde de birlikte olmak’ diye bir şey yok mu?

- Var, var. Ben sadece sana bizim durumumuzu anlatmaya çalışıyorum, yargılamadan dinle. Böyle bir durumda insan; kendini, çocuklarını korumaya çalışıyor, bir ‘b planı’ arıyor. Defne’nin “Aşık oldum” dediği şey, bir korunma mekanizması olabilir, duvara çarpacağımız belliydi, o da o arada, bunalımdaydı, arayıştaydı, artık ne haltsa... Birine aşık oldu. Mesele bu; da... Bütün bunların hiç olmamış, hiç yaşanmamış gibi davranılması tuhaf. O zaman çık, “Evet, evliyken birine aşık oldum” de, diyemiyor, bütün kusurları bana yüklüyor.

 

Peki sen işinle ilgili o krizleri yaşarken karının senden uzaklaştığını mı fark etmiyorsun...

- Önceleri etmedim. Ama tabii ilişkimiz, biraz arkadaş ilişkisi gibi olmuştu, seks pek yoktu, minimum bir ortak hayat. Yine de konduramıyorum. Benim karım güzel bir kadın. Ben onu televizyon dünyasında hiç rahatsız olmadan yüz tane herifin arasında bıraktım. O hep mesafe koymayı bilirdi. Hakikaten geçmişe dair, en ufak soru işareti bile yok aklımda. Brüksel’e bir medya konferansına gitmek istedi, “Tabii” dedim. Gitti. İşte ne olduysa o konferansta oldu. Richard Gizbert denilen o adamla tanışıyor. Adam, El Cezire televizyonunun Uğur Dündar’ı. Evli. Bilinen, tanınan biri. Karısı var, hayır işleriyle uğraşıyor, çok saygın bir kişilik. Londra’da yaşıyorlar. Richard o toplantıda moderatör. Bizimki de olgun erkeklerden hoşlanıyor...

 

Ama senin hiçbir şeyden haberin yok...

- Yok hayır. Sadece sabahlara kadar bilgisayar başında, yatağa 5’te geliyor. Adamla chat’leşiyorlarmış. Bir akşam çalışma odasına girdim, baktım internette, beni görünce apar topar bilgisayarı kapattı. Tam o sırada Blackberry’sine mesaj geldi, hem bilgisayara hem telefona aynı anda geliyor ya... Masadaki cep telefonunu elime aldım, koştu, elimden kaptı. Adamdan gelen mesajı görmemi istemiyor. Sildi mesajı. “Kimden?” dedim. O anda bir senaryo yazıverdi. Amerikan Konsolosu’nun evinde bir davet varmış, ben yoktum, orada Avusturalya Konsolosluğu’nda çalışan bir adamla tanışmış, adam buna ilgi duymuş, bizimki de adamın maillerine yanıt vermiş, küçük tehlikesiz bir flörtmüş ama ben tanık olduğum için de çok utanmış... Ben de yedim. Belki de yemek istedim. Fakat içime bir şüphe de düştü...

 

2 şişe votka içtik, her şeyi itiraf ettik

 

Madem inandın sonra şüphe nasıl başladı?

- Ya kaybedersem, ya biri varsa gerçekten hayatında gibi şeyler geçmeye başladı beynimden. Zaten iş açısından batmış bir vaziyetteyim, bir de evliliğim gümbürtüye gidecek! Ve kesinlikle onu kaybetmek istemiyorum. Hemen toparlamaya çalıştım. “Gel seninle kaçamak yapalım” dedim Defne’ye, “Aramızdaki sorunları konuşalım, ben seni çok ihmal ettim...” Bir butik otele gittik, ilanı aşklar, güller, onu etkilemek için elimden geleni yapıyorum. Arada da “Kim bu adam ya” diye soruyorum. Hep şahane hikayeler yazıyor. İçimden “Avusturalya Konsolosluğu’ndan araştırayım şu adamı” diyorum, aklınca hedef şaşırtıyor. Sonra, “Benim Doha’ya konferansa gitmem gerekiyor” dedi. Adam çağırıyor... Tutturdum, “Ben de geleceğim” diye...

 

Gittin mi?

- Evet. O hiç istemedi ama sonunda kabul etmek zorunda kaldı. Bana “Sen modern otel seversin, W’da kalalım” dedi. “Tamam” dedim ama konferans Sheraton’da. Meğer o esnada karım, frenleri iptal etmiş, yeni bir aşka yelken açmış. Adamla buluşacaklar. Ve sakın yanlış anlama. Benim itirazım neden bunu yaptı diye değil, her boku ben yapmış gibi duruyorum, buna bozuluyorum. Ben hem çapkın oldum, hem salak. Bir de işler iyice zıvanadan çıktı, 5 yıl hapsim istendi, ne yapmışım ya...

 

O adamın Avusturalya Konsolosluğu’nda çalışmadığını Doha’da mı öğrendin?

- Yok hayır, Doha’da hâlâ kek durumdayım. Sabah süslenip püslenip konferansa diye çıkıyor, meğer adamın Sheraton’daki odasına gidiyormuş. Aşıklar orada buluşurken, benim içim içimi yiyor, bir şey var ama anlayamıyorum. Artık üzerimde nasıl bir baskı kurmuşsa işim gücüm yok ama Sherton’a gidemiyorum. İki de bir arıyorum, telefonu çalıyor, açan yok, sonra açılıyor Defne “Ne oldu, neden arıyorsun?” diyor. Nedense Defne’nin sesi hep ekolu, meğer adamın odasındaki banyodan konuşuyormuş...

 

E konferans?

- Bir iki kere belki katılmıştır. İşin içinde mesleki hırslar da var, adam başarılı bir televizyoncu, mutlaka “CNN’de çalışmana yardımcı olabilirim” filan demiştir. Defne çok hırslıdır. Ben de ona hep destek oldum. Bu, bir ekip işi. Ben kendi açımdan kabul ediyorum bu evlilikle nereden nereye geldiğimi ama benzer şeyler Defne için de geçerli. Ben o arada hala Avusturalya Konsolosluğu’nda çalıştığını zannettiğim rakibimle psikolojik savaş halindeyim. Aslına bakarsan o Richard kim neyin nesi hala bilmiyordum. Adam benim zannettiğim biri gibi de çıkmadı, bambaşka bir yerden girmiş: Yok efendim ikisi “ruh ikiz”i çıkmışlar, geçmiş hayatlarında birliktelermiş. Yani ne yaparsan yap, boşa kürek çekme durumu var. Bu arada Defne, Galll Sassoun’la olan biteni paylaşıyor.

 

Kiminle?

- Los Angeles’lı astrolog. Bizimki sürekli onunla telefonda. Madonna’nın da üye olduğu bir şey. Ben de gittim adama. Owo’ya geliyordu Defne orada tanıştı, ahbap oldu.

 

Ne soruyor ona?

- Hayatını soruyor. “Eren’in sana altı ay izin vermesi lazım ama vermeyecek biliyorum” diyor. Çünkü alaturka bir herifmişim. O zamana kadar olan sevişmelerini affedebilirdim ama altı ay daha izin veremedim!

 

Peki sen Doha’da Defne’nin onunla buluştuğunu, onun odasına gittiğini, o adamın Richard Gizbert olduğunu nereden biliyorsun?

- Defne kendisi anlattı. Ben Doha’dan Dubai’ye geçtim, o da geldi. Ağlayarak ayrılmışlar. Zaten havaalanından bir saatte çıkamadı, herkes çıktı Defne yok. Adamla tuvalette telefonda konuşuyormuş.

 

Peki nasıl her şeyi itiraf etti?

- Votkanın gözünü seveyim! İki şişe votka içtik, birbirimize her şeyi anlattık. Seviştik de. Ama daha önce dedi ki, “Benden şüpheleniyorsun, al bak telefonumu hiçbir şey yok.” Verdi telefonu. Nasıl olduğunu bilmiyorum ama sildiğini zannetmiş fakat her şey içinde. Bütün mailler, SMS’ler. Karımın çeşitli fotoğraflarını görüyorum, kendi kendine çekmiş, hiç tanımadığım bir adama göndermiş. Beynimden vurulmuşa döndüm. “Bu ne ya?” dedim. Gerisi, çorap söküğü gibi geldi. Artık inkar edecek hali kalmadı. Zaten ben anlamalıydım, daha güzel olmaya çalışıyordu, memelerine falan bir şeyler yaptırıyordu, “Zaten güzelsin, kimin için daha güzel olmaya çalışıyorsun?” diyorum.

 

HEM BAŞKASINA AŞIK OL HEM ÜSTE PARA AL BÖYLE BİR ŞEY DÜNYANIN HİÇBİR YERİNDE YOK

 

Ne yaptın peki öğrenince?

- Bir kere 50 derece sıcak ve iki şişe votka içmişiz, yürüyecek halimiz kalmamış. Ne kadar detay varsa ilişkilerinde hepsini anlattı. Meğer adamın dedesi Büyükadalıymış, gelmeye kalkmış, bizimki otel ayarlamış, benden korkusundan gelmemiş...

 

O arada sen neler itiraf ettin?

- Ben de karıştırdığım haltları anlattım. “Ama duygusal bir şeyim olmadı” dedim. Benim itiraflarımda aşk yoktu. “Gel” dedim, “Tüm bunları doğuran sebepleri konuşalım, ailemizi yıkmayalım...”

 

Sen karının GYM’e gitmesini bile kıskanan adamsın, bu kadar sakin reaksiyon vermiş olamazsın...

- Valla öyle bir saplantım var. Evlenirken tek ricam, spor salonlarından ve özel hocalardan uzak durmasıydı. Biz de biraz bu işleri biliyoruz, temas memas derken başka şey işin içine. Karıma güvenmediğimden değil, karşı tarafın böyle bir heyecan duymasını istemem. Ama iş yemeği, gecelere kadar çalışmalar, kurslar, seminerler hiç itirazım olmadı.

 

Peki öğrendin de ne oldu?

- “Vayyy demek bunu da yaptın ha!” filan moduna hiç giremedim. Onu kaybetmek istemediğimi anladım.

 

O yüzden mi boşanmak istemedin...

- Evet. “Sen benim yediğim haltları unut, ben seninkini, devam edelim” dedim.

 

Peki telefon dinletme filan...

- Yok ya, ben Türkiye’ye döndükten sonra neler olup bittiğini anlayabilmek için böyle bir şey söyledim. “Yine mi konuştun adamla, bak seni dinletiyorum” dedim. O da darmadağın olduğu için yedi. Telefon dinlemek iki şekilde oluyor: Ya Turkcell vasıtasıyla, o hemen anlaşılan bir şey. Ya da içine bir şey yerleştiriyorsun, Defne de öyle zannettiği için telefonu mahkemeye delil olarak sundu.

 

İçine bir şey konmadı mı yani?

- Hayır canım.

 

O niye öyle söylüyor?

- Çünkü benim söylediğime inandı. Ben de mahkemeye, “Sevgilisiyle bu telefonda mailleşiyor, kayıtlar bunun içinde” dedim.

 

Senin bu arada, bu adamla bir diyaloğun oldu mu?

- Utanç verici ama oldu. Adamı arıyordum. Defne “Aramayacaksın!” dedikçe daha da sinirleniyordum. “Onu arama, senin o adamla bir meselen yok. Bu, bizim aramızdaki bir sorun” diyordu. Deliriyorum. Hızıma alamadım, adamın Defne’ye gönderdiği mailleri, karısına da yolladım. “Niye onların mutluluğun bozuyorsun?” gibi saçma sapan şeyler söyledi. Ulan, biz evimize yangın düşmüş, anamız ağlıyor, adam boş vakitlerinde karımla buluşuyor, adamı anlayışla karşılayacağım öyle mi?

 

Evet de, fena bir şey karısına filan mail atmak...

- Daha da fenası yaptım, bir arkadaşıma kadını arattım. Arkadaşımın İngilizcesi daha iyi, “Ben Eren. Eşinizin karımla ilişkisi var, bilginiz olsun. Benimle görüşmek isterseniz numaram bu” dedirttim. Aramadı kadın. Bunlardan gurur duymuyorum, hatta mahcubum ama ben de bu acıyı böyle yaşadım...

 

Defne ne diyor bütün bunlara...

- Mahkemede, “Richard benim aile dostum. Eren kıskançlık yapıyor. Benim özel maillerime girdi, o yüzden suçlu” dedi. Hapis kararı filan çıkartmaya çalıştı...

 

Bütün bunları intikam olsun diye mi anlatıyorsun?

- Hayır.

 

Ne peki? Para vermemek için mi?

- Param yok zaten. Beş kuruşum yok. Hem aşık ol, hem bırak, hem üste para al... Böyle bir şey dünyanın hiçbir yerinde yok...

 

Ama senin vukuatların da sadece o paralı kadınlarla sınırlı değil, burada da bir kadınla görüntülendin...

- İyi hatırlattın onu da anlatayım. Bir akşam Defne’yi aradım, “Ben kızlarla eğleneceğim, gece gelir miyim onu da bilmiyorum” dedim. Hayatımda ilk defa küfrettim. Telefonu kapattım. Madem o kendini evli gibi hissetmiyor, ben de soluğu Lucca’da aldım, içim içimi yiyor, adam burada mı, buluşacaklar mı... Saat üçten sonra “Ben Scotch’a gideceğim, gelmek isteyen var mı?” dedim. Bu kız “Ben gelirim” dedi. Scotch’un önünde gazeteciler vardı, Pera Palas’ın karşısındaki Heaven’a gittik. Niyetim bozuk olsa otele giderim. Flaşlar patladı. Bu arada Defne neredeymiş? Avukatının evinde yemekte. Her şey beni kışkırtmak için tezgahlanmış, beni gaza getirecekler, sonra sokağa çıkacağım...

 

Kolay dolduruşa geliyormuşsun...

- Sinirlerim laçka olmuştu...

 

Hala geri istiyor musun karını?

- Yok hayır.

 

Artık onu da kendini rahat bırakacak mısın?

- Bıraktım. Uğraşmıyorum. Hiçbir şey yapmıyorum. Son üç aydır huzur veriyorum ona. O da mutlu, işinde başarılı olsun. Çocuklarımız var ama o benim eski karım artık. Karşılaşmamaya da özen gösteriyorum.

 

Ya antidepresan alacaktım ya alkole başlayacaktım