(14 Mart 2012, Taraf)
Ergenekon, devlet içindeki cinayet şebekesinin adı.
Tek bir amacı var, Türkiye’nin normalleşmesini önlemek.
Kanla, cinayetle, suikastla, sabotajla, kitlesel katliamlarla sürekli olarak ülkeyi bir “uçurumun kenarında” tutmak ve Türkiye’yi bu uçurumdan ancak “ordunun kurtarabileceği” mesajını topluma yaymak.
Ordunun iktidarı için bu ülkeyi perişan ettiler.
Ergenekon’un son halkası ya da son halkasının önemli bir kısmı ele geçti.
Ama bu halka geçmişe uzanan bir zincire bağlı.
O zincirde salkım salkım ölüler asılı.
Büyük katliamlar asılı.
Geçen gün Taner Akçam, Neşe Düzel’le yaptığı üç günlük söyleşide, “toplumun milliyetçiliği tehlikeli değildir, devletin milliyetçiliği tehlikelidir” diyordu.
Bunu, büyük olaylarda toplumun kendi kendine harekete geçmediğini, devlet tarafından kışkırtılarak harekete geçtiğini anlatmak için söylüyordu.
Bence çok doğru ve gerçekçi bir tesbit bu.
Bütün büyük facialar arkasında, bugün son halkasını ele geçirdiğimiz ve maalesef son zamanlarda saçma sapan nedenlerden dolayı inandırıcılığının ciddi biçimde zedelendiğini gördüğümüz o Ergenekon zinciri vardır.
Şimdi teker teker o olaylara dönüp, zincirin geçmişteki parçalarını da yakalamaya çalışıyoruz.
Burada amaç şunu ya da bunu cezalandırmak değil, burada amaç o zinciri parçalamak ve bir daha devletin içinde hukuksuz bir iş yapılmasını engellemek.
Başıboş bir ejderha gibi kendi halkını yiyip kimseye hesap vermeyen hukuk dışı bir yapıyı devletin içinden söküp fırlatmak.
Ve, tabii böyle bir yapının bir daha asla oluşamayacağı hukuksal bir yapıyı kurmak.
Henüz bu yapıyı kuramadık.
Geçmişi temizlerken, geleceğimizi kurtaracak sağlam çerçeveyi oluşturamadık.
Böyle bir çerçevenin oluşmaması, o ejderhanın her zaman canlanmasına olanak sağlayacak bir gevşeklik bırakır devletin içinde.
Öyle bir gevşekliğin nelere yol açabileceğini görmek için de dönüp dönüp geçmişe bakmamız gerekir.
Sivas katliamı sanıklarından beşinin “zamanaşımı” nedeniyle paçasını kurtarması herkesin dikkatini Sivas’a çevirdi.
Kamu vicdanı birçok olayda olduğu gibi gene yaralandı.
Zavallı kamu vicdanı yara bere içinde zaten.
Geçmişten kalan yaralara yeniler de ekleniyor.
Bir elimizle adaletin huzur verici merhemini bir yaraya sürerken, öbür elimizdeki hançerle yeni yaralar açıyoruz.
Sivas katliamı, sadece oteli kuşatıp insanları yakan insanların işi değildi, arkasında ciddi bir devlet gölgesi bulunuyordu.
O insanların, aynen Akçam’ın söylediği gibi devlet tarafından kışkırtıldığı ve katliamın bilinçli şekilde önlenmediği anlaşılıyordu.
Birçok insan gibi ben de katliamın yaşandığı günü bugün gibi hatırlıyorum.
Başbakan Tansu Çiller’di, başbakan yardımcısı Erdal İnönü.
Oteldekiler tam yedi saat boyunca yardım beklediler, İnönü’ye ulaşıp saldırıyı engelleyecek bir güç göndermesini istediler.
Şehrin dışında bekleyen askerî güçler yedi saat boyunca şehre sokulmadı, katliam engellenmedi.
O zamanın Ergenekon’u bir “Alevi-Sünni” çatışması yaratmak istiyordu çünkü.
Bir “şeriat” korkusu yaymak peşindeydiler.
Katliama katılıp otelin içinde insanları diri diri yakanların bir kısmı yargılandı ama işin “asıl” sorumluları hiç yargının önüne gelmedi.
Şimdi Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, “bu olayın ardındaki kamu görevlileri için de dava açılması” gerektiğini söylüyor.
Kesinlikle haklı.
Zamanın başbakanı başta olmak üzere, o dönemde sorumlu olan herkes yargının önüne çıkarılmalı, ölenlerin hesabı onlardan da sorulmalı.
O katliamı yapan kalabalık kadar, onları kışkırtanlar ve katliamı göz göre göre engellemeyenler de sorumlu çünkü o ölümlerden.
O günkü başbakan ya da Genelkurmay başkanı Madımak Oteli’nin içinde olsaydı, o kalabalığın o oteli yakmasına izin verirler miydi?
Beş dakikada dağıtırlardı hepsini.
Kalabalığı dağıtacak güç orada vardı, harekete geçirmediler.
Bu korkunç cinayetlerin hesabını da hiç vermediler.
Arınç’ın da söylediği gibi bu dava kamu görevlilerini de içeren bir şekilde yeniden açılmalı, o gün kalabalıkları kimin kışkırttığı, kimin olaya müdahale edilmesini engellediği, başbakan yardımcısının taleplerine rağmen kimin Madımak Oteli’nin önüne güvenlik güçlerinin gönderilmesine set çektiği ortaya çıkarılmalı.
Çıkarılmalı ki bu kanlı zincirin bulduğumuz her parçasını koparıp atalım.
Çıkarılmalı ki günümüzde hâlâ Uludere katliamını gerçekleştirmeye cüret edenler bir gün yargılanacaklarını iyice anlasınlar.
Çıkarılmalı ki geçmişimizi temizlerken günümüzü ve geleceğimizi de temizleyebilelim.