Türkiye İşçi Partisi Genel Başkanı Erkan Baş, "Bu memlekette enkaz altından kurtarıldıktan sonra yaşama tekrar tutunmaya çalışan yurttaşlara verecek çadırımız yok, ama Tayyip Erdoğan’ın sarayları, sayısını bilemediğimiz kadar uçağı var, bunların hepsini de itibardan tasarruf olmaz diye anlatıyorlar. İtibarınız batsın" dedi. TBMM Genel Kurulu'nun çalıştırılmamasını eleştiren Baş, "Bu Meclis’te mesele o beşli çeteleri zengin edecek bir kanun teklifi görüşülüyor olsaydı koşarak gelirlerdi değil mi” diye konuştu. İktidarı eleştiren Baş, “İster not alın isterseniz ağlayarak günlüğünüze uzun uzun yazın, sonunda gideceksiniz. Tüm bu yaptıklarınızın hesabını halka vereceksiniz” dedi.
Türkiye İşçi Partisi Genel Başkanı Erkan Baş, TBMM'de basın toplantısı düzenleyerek başta Kahramanmaraş ve Hatay merkezli depremler olmak üzere gündeme ilişkin değerlendirmeler yaptı.
Baş, ‘Koordinatör Vali’ pozisyonuyla atanan Şırnak Valisi Osman Bilgin’in memurlara ve işçilere bir aylık maaşlarını bağışlama çağrısında bulunmasıyla ilgili "Buradan bu emekçilerin maaşına göz diken koordinatör valiye sesleniyoruz, televizyonların ortak yayınında depremzedeler yararına düzenlenen kampanyada toplanan 155 milyar TL’nin 86 milyar TL’si doğrudan kamuya ait ya da varlık yönetiminde bulunan banka ve şirketlerden yapıldı. Zaten biz yaptık biz" karşılığını verdi.
Erkan Baş’ın konuşmasından öne çıkan başlıklar şöyle:
"Maalesef dün akşam saatlerinde iki deprem daha gerçekleşti. Yaşamını yitiren yurttaşlarımızın yakınlarına başsağlığı, tüm yaralı yurttaşlarımıza yürekten geçmiş olsun dileklerimizi iletmek istiyorum. Bilim insanlarının uyarılarını dinlememeyi alışkanlık haline getiren bu iktidar, iki haftadır yapılan tüm uyarılara rağmen bölgede yeni depremler, artçı sarsıntılar olabileceği bilgilendirmelerine rağmen bunlara da kulaklarını tıkadı. Üstelik yetmezmiş gibi hasarlı binalara da az hasarlı, hasarsız raporlar verdi. Yine can kayıplarına neden oldu.
Depremin üzerinden 15 gün geçti. Bölge halkı neredeyse ilk günden bu yana çadır, çadır, çadır diye bağırıyor. Biz onların sesini duyurmaya çalışıyoruz. Çadır, çadır, çadır diye bas bas bağırıyoruz. Ama tüm uyarılara kulak tıkayanlar, o mezar kentleri inşa ederken yaptıkları gibi tüm aykırı sesleri susturmaya çalışanlar, iki hafta sonra insanlar öldükten sonra utanmazca, pişkince Cumhurbaşkanı Yardımcısı gibi kameraların karşısına geçiyorlar ve hasarlı evlere girmeyin diyorlar. Gerçekten nasıl bir arsızlıkla, nasıl bir utanmazlıkla karşı karşıyayız tarif etmesi mümkün değil.
İki haftadır çadır, çadır diye bağırıyor insanlar ve dün bunun sonuçlarını bir kez daha acı biçimde yaşadık. Bu memlekette enkaz altından kurtarıldıktan sonra yaşama tekrar tutunmaya çalışan yurttaşlara verecek çadırımız yok, ama Tayyip Erdoğan’ın sarayları var. Yurttaşlara verecek çadırımız yok, ama Tayyip Erdoğan’ın sayısını bilemediğimiz kadar uçağı var, bunların hepsini de itibardan tasarruf olmaz diye anlatıyorlar. Söylenecek tek bir şey var, itibarınız batsın. Bir memleketin itibarı, o ülkeyi yönetenlerin zenginliği ile ölçülmez. Saraylarıyla, gemileriyle, uçaklarıyla ölçülmez. Memleketin itibarı, yurttaşına verdiğin değerle ölçülür. Yurttaşın sana ihtiyaç duyduğunda ona elini uzatabiliyor musunuz, uzatamıyor musun, yardımına koşabiliyor musun, onu o çaresizlikten kurtarabiliyor musun… Memleketin itibarını ölçecek şeyler bunlardır.
Bunlar işlerini yapmıyorlar. Yurttaşların birbirlerine el uzatmasına, yardım etmesine izin vermiyorlar. Buna engel oluyorlar. Açık söyleyeceğim başka da hiçbir işe yaramıyorlar. Size bugün TBMM çatısı altından sesleniyorum. Normal şartlarda halkın kendisi adına kanunlar yapmak, kararlar almak için görevlendirdiği milletvekillerinin olması gereken çatısının altındayız. Olağan zamanlarda yurttaşın yaşamını güzelleştirecek, kolaylaştıracak, mutluluğunu, huzurunu arttıracak kanunlar yapması gereken; olağanüstü durumlarda da halkın yaralarını saracak, çareler üretecek zorluklar aşılsın diye sorumluluk üstlensin diye bir yer var ya TBMM. Oradayız. Bugün bir kez daha gördük ki bu Meclis’in çoğunluğunun bunlarla hiçbir ilgisi yok. Onların halka da bir ilgisi yok.
Biraz önce Genel Kurul Salonu’ndaydık. Divan teşekkül etmediği için Meclis çalışmalarına ara verdi. Yarın Divan yine teşekkül etmeyecek, öbür gün yine teşekkül etmeyecek. Aslında yaptıkları şeyi söylemekten bile utanan bir insan topluluğu var. Bahane uyduruyorlar. Meclis’i çalıştırmayacaklarını AKP Grup Başkanvekili (Mustafa Elitaş) geçen gün basına yaptığı açıklamada ifade etmişti. Tayyip Erdoğan, olağanüstü hâl ilan edileceğini açıkladı. Arkasında apar topar Meclis toplandı. Yurttaşın hayatını kurtarmak için en kıymetli saatlerde milletvekillerini Meclis’e getirdiler. Meclis, niye çalıştı? Ne işe yaradığı belli olmayacak bir olağanüstü hâl yasasını, en kritik, altın saat denilen saatlerde yurttaşın enkaz altında yardım beklediği saatlerde bunlar kendi iktidarlarını korumak için Meclis’i çalıştırdılar. Olağanüstü hâl, Meclis’te onaylandı ve yürürlüğe girdi.
Bugün Meclis’in belki de acil gündemle toplanması, depremin sorumlularının bir an önce kamuoyu tarafından bilinmesi için toplanması gereken, ilgili bakanların gelip yaptıklarını, yapmadıklarını hesabını vermesi gereken, acil düzenlemelerle yurttaşın kanayan yarasına çare olacak adımlar atması gerekirken yok. AKP’liler buradan kaçıyorlar.
Bu Meclis’te mesele o beşli çeteleri zengin edecek bir kanun teklifi görüşülüyor olsaydı koşarak gelirlerdi değil mi? Mesela birtakım zenginlerin daha fazla para kazanmasına neden olacak düzenlemeler gelseydi koşarak gelirlerdi. Mesela imar affı çıkarmak için koşarak gelirlerdi. O yüzden bağırıyorum, o imar affına el kaldıran vekiller, neredesiniz ya? Neredesiniz? Patronlar, çocuk istismarcılarını, hırsız bakanları aklamak için koşarak gelip el kaldırıyorsunuz, şimdi neredesiniz? Bak, kiracılar evlerinin sağlam olup olmadığını denetleyemiyorlar bile. Onlar için çok acil bir düzenlemeye ihtiyaç yok mu şimdi? On binlerce insan sokakta kalmış, bunları nasıl güvenli, sağlıklı konut sahibi yaparız, bunları düzenleyecek yasalara ihtiyaç yok mu? Deprem fırsatçılığı ile servetine servet katmak için halkın acılarını kullanan alçaklardan hesap sormak için ceza düzenlemeleri yapmaya ihtiyaç yok mu? Ama işinizi yapmaya geldiğinde hiçbiriniz ortada yoksunuz. Öbür taraftan işin şovunu nasıl yaparız, bunun derdindesiniz.
Bu memleketin başına gelmiş en büyük felaket, bu hırsızlar sürüsüdür. Bu memleketin başına gelmiş en büyük felaket AKP’dir. Bu memleketin başına gelmiş en büyük felaket, saray rejimidir. Bu memleketin başına gelmiş asrın felaketi, Tayyip Erdoğan’dır. Bir doğal afet, felaket nasıl katliama dönüşür. Adım adım anlatmaya çalışacağım. En başa şunu yazalım; Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi dedikleri ucube sistem, 2018’den beri biz bu sistemle yönetiliyoruz. 2018 yılından beri bir felaketi rejimi ile idare ediliyoruz. Kelimenin bütün anlamıyla bir idare biçimi var ortada. Hani sanki bir devlet varmış, bir anayasası, kurumları varmış, görev ve sorumluluklar tanımlanmış, bizler de bu devletin eşit yurttaşlarıymışız gibi idare ediliyoruz. Saray rejimi tarafından kurulan bu idare sistemi, bir felaket rejimidir. Bu felaketlerle sık sık karşılaşıyoruz. Sorumlusu da ya dış güçler oluyor ya söz geçiremediğimiz ve boyun eğdiğimiz ilahi güçler, kader planları, fıtrat oluyor. Kesinlikle ama kesinlikle saray rejimi olmuyor.
O tek adamın dudağından talimat çıkmadıkça yangına bile müdahale edemiyorlar. Ne uçak kaldırabiliyorlar ne çadır dağıtabiliyorlar ne yardım edebiliyorlar. O yüzden afetin, katliama dönüşmesinin ilk ayağı bu tek adam rejimidir. Bu Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi denilen ucube sistemdir. On binlerce insanımızı toprak altında bırakmamıza neden olan, bu katliama neden olan ikinci ayak, parayı, rantı merkeze koyan ekonomi politikalarıdır. Bu kapitalist sistemdir. Kamu kaynaklarını bir bir özelleştirerek yarattıkları o rant, talan ekonomisi ile sosyal devletin varlık ilkelerini bir bir pazara açtılar. Sağlık hizmetlerini, şehir hastanelerine; eğitim hakkını tarikatlara, barınma hakkını cemaatlere; yolları, havalimanlarını, köprüleri beşli çetelere gizli ihalelerle peşkeş çektikleri enkazın altında hepimizin nefesi kesildi. Geldiği ilk günden bugüne ne diyordu ‘Devleti bir şirket gibi yöneteceğiz.’ Bugün varlığını değil ama yokluğunu iliklerimize kadar hissettiğimiz Kızılay ve AFAD gibi kurumların içinin boşaltılmasının temel nedeni işte bu devletin şirket gibi yönetilmesidir.
Devlet nerede diye enkaz başında yakınının kurtarılması için haykıran insanlara hakaretler ediyorlar. Yandaş televizyoncuların seslerini yükseltip, gerçekleri haykıran televizyonları susturmaya çalışıyorlar. Örneğin TELE1’i kapatmaya çalışıyorlar. Biz buradan baskı, otoriter anlayışa karşı yarım adım bile geri adım atmayacağız. İster not alın isterseniz ağlayarak günlüğünüze uzun uzun yazın sonunda gideceksiniz. Tüm bu yaptıklarınızın hesabını halka vereceksiniz.
Koordinatör Vali… Vali, ‘geç geldiğim için kusura bakmayın’ diye ortaya çıkmıştı. ‘Durum açıklanandan çok daha kötü’ demişti. Şimdi ‘malının yüzde 10’unu, memur ve işçilerin de bir aylık maaşını bağışlama çağrısı' yaptı. ‘Ne olacak aç kalmayız’ demiş. Buradan bu emekçilerin maaşına göz diken koordinatör valiye sesleniyoruz, televizyonların ortak yayınında depremzedeler yararına düzenlenen kampanyada toplanan 155 milyar TL’nin 86 milyar TL’si doğrudan kamuya ait ya da varlık yönetiminde bulunan banka ve şirketlerden yapıldı. Zaten biz yaptık biz. Şimdi sıra sizde, vergi aflarıyla, teşviklerle ihalelerle beslediğiniz çetelerin elini cebine atma vakti çoktan geldi. Bizden çaldıklarıyla servetlerine servet ekleyenler yardım etse ne olur? Hiçbiri aç kalmaz, merak etmeyin." (ANKA)