Türkiye İşçi Partisi (TİP) Genel Başkanı Erkan Baş, partisinin kültür ve sanat emekçileriyle buluşmasında, “20 yıldır Türkiye tarihinde gördüğüm en kültür-sanat düşmanı, en halk düşmanı, en kadın düşmanı, en genç düşmanı iktidar hâlâ iktidar koltuğunda oturuyorsa hepimizin bundan kendisine dair çıkartması gereken bir pay var. Biz de demek ki 20 yıldır bir şeyleri yapamadık; eksik yaptık, yanlış yaptık, hatalı yaptık ya da gücümüz yetmedi ama bu sonucu değiştiremedik” dedi.
TİP, bugün İstanbul’un Ataşehir ilçesinde bulunan DasDas Sahnesi’nde kültür ve sanat emekçileriyle buluştu. Çok sayıda sanatçının katıldığı programda, TİP Genel Başkanı Erkan Baş, Parti Sözcüsü Sera Kadıgil, Genel Başkan Yardımcısı Barış Atay da yer aldı.
Programda konuşan Erkan Baş, 200’e yakın halk toplantısı yaptıklarını ve demokratik kitle örgütü temsilcileriyle, sendikacılarla, hukukçularla, bilim insanlarıyla, çeşitli bileşenlerle bir araya geldiklerini anlattı. “Başlangıç noktamız şurası; Türkiye’de bir siyaset düzeni var ve bu, yukarıdan aşağı işleyişi esas alan bir siyaset düzeni. Biz, bunu tepetaklak etmek istiyoruz” diyen Baş, şöyle konuştu:
"İlk ortak noktası bütün bu toplantıların, mümkün olduğunca halkın özne olabildiği, alanın temsilcilerinin özne olabildiği, onların sözünün siyaseti belirlediği bir tarzı yaratmaya çalışıyoruz. Bu, mahalle meclisleri için de böyle, hukukçular için de böyle, bilim insanları ve sanatçılar için de böyle. Eğer biz siyaseten bir şeyi başaracaksak, bence Türkiye’de bunu başarmamız lazım. Siyasetin o yukarıdan aşağı tek yönlü işleyişine son veren ve gerçekten üretenlerin, alanlarına emek verenlerin sözünün daha ağırlık kazandığı bir süreci yaşamamız lazım. Bir itirafla başlayayım. Mesela ilk toplantılarla bugünkü toplantılar arasında epey öğrendik. Çünkü ilk toplantılara gittiğimizde, Türkiye’deki siyasetçilerin yüzde 99’u gibi davranıyorduk. Yani memleketin durumunu anlatıyorduk mesela. Düşünsenize, şimdi Tuzla’da bir işçi toplantısındasınız, oradaki işçilere işçilerin durumunun ne kadar kötü olduğunu anlatıyorsunuz. ‘Aslında çok yoksulsunuz, kira ödeyemiyorsunuz’ falan.
Gerçekten ama sonra düşündük. Hepimiz aslında aynı şeyi yapıyoruz. Yani insanların yaşadıklarını onlara anlatmaya çalışıyoruz. Bir süre sonra bundan doğal olarak vazgeçtik. Yani onlar daha iyi anlatıyorlar, yaşıyorlar çünkü o durumu. Eski toplantılar bir saat sürüyorsa 55 dakika durum analizi yapıyoruz, 5 dakika ‘ne yapmalıyız’ı konuşuyoruz. Hatta şöyle oluyor, itiraf edelim; biz bağırıyoruz, onlar bizi alkışlıyor. Onlar da iyi konuşuyor. Biz de onları alkışlıyoruz falan. Rahatlayıp eve gidiyoruz. İçimiz boşalmış oluyor. Oysa bu toplantıların bizi rahatsız etmesi lazım. Yapmadıklarımızla yüzleşmemiz, yapmamız gerekenleri görmemiz gerekirdi. Yavaş yavaş elimizden geldiğince kendimizi düzeltmeye çalışıyoruz. O yüzden hani şimdi de memleketin içinde bulunduğu durum falan, bunları tarif etmeyeceğim. Bu toplantının benim açımdan özel, şöyle bir anlamı var. Memlekette ne yaşıyorsak bunun yüzde 99’unun sorumlusu iktidar. Biz, elimizden geldiğince bulunduğumuz her platformda iktidarı eriştiriyoruz. O söylediklerimizin hepsi doğrudur, gerçektir, inandığımız şeyleri söylüyoruz ama bunun yanına, bu tarz toplantılarda bir şey daha eklememiz gerekiyor.
20 yıldır Türkiye tarihinde gördüğüm en kültür- sanat düşmanı, en halk düşmanı, en kadın düşmanı, en genç düşmanı iktidar hâlâ iktidar koltuğunda oturuyorsa hepimizin bundan kendisine dair çıkartması gereken bir pay var. Biz de demek ki 20 yıldır bir şeyleri yapamadık; eksik yaptık, yanlış yaptık, hatalı yaptık ya da gücümüz yetmedi ama bu sonucu değiştiremedik. Dolayısıyla bu toplantıda, memleketin içinde bulunduğu durumu, onların yaptıklarını tartışmak yerine belki biz bu 20 yılda yapmadığımız neleri yaparsak bu sonucu değiştirebiliriz, bu sonucun değişimine katkı koyabiliriz. Belki tek başına bizim henüz gücümüz yetmez, sonucu köklü bir şekilde değiştirmeye ama mutlaka bir katkı yapabilir. O yüzden hani özetle biz, bu yaptığımız toplantılarda, mesela geride kalan 20 yıla dair çıkarttığımız dersleri de paylaşmak istiyoruz. Her seferinde bunu geliştirmek istiyoruz. Mesela çok dümdüz söyleyeceğim. Bizim en çok karşılaştığımız şey, insanlar Meclis’teki konuşmalarımızdan esas alarak ya da sokakta yaptığımız eylemlerle bizi seviyorlar bir şekilde. Diyorlar ki ‘Ya siz çok iyisiniz, çok güzelsiniz, çok da doğru konuşuyorsunuz ama çok mu solcusunuz’. En çok karşılaştığımız şey bu.
Biz, açıkçası şöyle düşünüyoruz. 20 yılın hâlâ istediğimiz sonuca bizi taşımamasının en önemli nedeni, memlekette güçlü bir solun olmayışıdır. ‘Yani sol tek başına bu iktidarı alaşağı ederdi, biz hallederdik bu işi’ iddiasında değilim ama Türkiye’de güçlü bir sol, güçlü bir sosyalist hareket olmayınca siyasetin genel dengesi sağa kayıyor ve her geçen gün sağ; hegemonyasını, hakimiyetini artırıyor. O yüzden iktidarın yenilmesi daha da zor hâle geliyor. Oysa kuvvetli bir sol, memleketteki bu hegemonyayı en azından kırabilirdi ve memlekette her tür gericilik, ırkçılık, milliyetçilik, savaş yanlılığı, LGBTİ düşmanlığı, kadın düşmanlığı bu kadar kolay ifade edilemez bir şey hâline gelir. Bu da AKP’nin altındaki zeminin kayması anlamına gelirdi. Bunu tartışmak istiyoruz.
Eğer AKP’den kurtulmak istiyorsak mutlaka ama mutlaka güçlü bir sola ihtiyaç var memlekette. Herkesin böyle bir adım daha sağa doğru kaydığı bir tabloda AKP’yi yenmek mümkün olmuyor. Türkiye’de siyaset, halka yurttaş gözüyle bakmayan bir siyaset; seçmen gözüyle bakıyor. Tribünde otursun, 4-5 yılda bir alkışlasın, oyunu versin, sonra tekrar tribüne, evine geri dönsün. Bu zaten ilkesel olarak bizim benimseyeceğimiz bir şey ama bunun bir de şöyle bir sonucu var. Eğer siz yurttaş, geleceği birlikte kuracağınız yol arkadaşı değil de seçmen olarak bakarsanız o zaman tek derdiniz, o an itibarıyla onun oyunu almak oluyor. Dolayısıyla o an itibarıyla onun hoşuna gidecek ne varsa onu söyleyen bir siyaset tarzı Türkiye’de egemen olmaya başlıyor; muhalif olduğunu iddia eden kesimler arasında da.
Bizim tezimiz şu. Memleket nasıl AKP eliyle son 20 yılda ciddi bir dönüşümden geçirildiyse aydınlığa, güzelliğe, eşitliğe, özgürlüğe, barışa, kardeşliğe doğru da bir dönüşüm mümkündür ama bunu görmeyip ben bu insanların oyunu nasıl alırım diye düşündüğümüz sürece aslında iktidarın zemini kuvvetleniyor ve 20 yıldır hâlâ o koltukta oturmaya devam ediyorlar. Dolayısıyla bir halkı özdeleştirmek, bunun yol ve yöntemlerini bulmak, geliştirmek çok kolay bir şey değil; söylemesi kolay, yapması çok zor. Çünkü yıllara dayanan alışkanlıklar bunlar ama buraya odaklanmamız lazım. Dolayısıyla bir seçmen fikrini ortadan kaldırıp yurttaş ortak paydasını merkeze almaya çalışıyoruz. Bunun uzanımında da Türkiye’de güçlü bir sol oluşabileceğini ve oluşan bu sol ağırlığın Türkiye’deki bütün siyaset dengesini değiştirebileceğine inanıyoruz.
Yine bizim açımızdan bu tartışmalardan çıkarttığımız önemli sonuçlardan bir tanesi de tabii seçime az bir zaman kaldı. Her gittiğimiz yerde seçim konuşuyoruz fakat Türkiye İşçi Partisi’nin görüşü şudur arkadaşlar. Bu seçim, Türkiye tarihinin en önemli seçimlerinden bir tanesi. Bunu tartışabiliriz fakat daha önemli bir şey var. Bu seçim, ikinci yüzyıla açılan bir kapı olacak. Dolayısıyla bu seçimde bizim yanıt vermemiz gereken soru şu gibi geliyor. İkinci yüzyılda Türkiye’de sol olacak mı, olmayacak mı? Bunu da çok ama çok önemli buluyoruz. Çünkü ilk yüzyıla baktığımızda, ta 1920’lerden bugüne sistematik bir biçimde solu imha etmeye çalışan, yok etmeye çalışan; halkın, emekçilerin, yoksulların siyaset alanında temsiliyetini engellemeye çalışan bir anlayış hâkimdi Türkiye’ye. O yüzden mesela Tayyip Erdoğan bir tesadüf değildir diyoruz.
Siz bütün bu Cumhuriyet tarihi boyunca solcuları, sosyalistleri, ilericileri, devrimcileri yok etmeye odaklanan bir siyaset güderseniz, işte Kürtleri, Alevileri yok sayarsanız; tarikatların, cemaatlerin sürekli olarak önünü açarsanız varacağınız yer, Adalet ve Kalkınma Partisi’dir, Tayyip Erdoğan’dır. Şimdi bunu niye söylüyorum? Biz, Tayyip Erdoğan’dan kurtuluşa yakın olduğumuz hissindeyiz. Bu Saray rejiminin önümüzdeki günlerde bir yenilgi yaşayacağını hissediyoruz. Muhalefet bir hata yapmazsa bu yenilginin mümkün olduğu bir aşamadayız. Bu önemli. Burada rolümüzü oynayacağız, görevimizi yapacağız fakat esas büyük korkumuz şu. Tamam, biz Tayyip Erdoğan’ı yendik, AKP iktidarına son verdik, yeni bir dönem başladı ama o dönem de halksız, solsuz bir dönem olarak başlar ve böyle devam ederse; emekçilerin, yoksulların olmadığı yeni bir siyaset düzeni inşa edilirse en büyük korkumuz, 3-5 yıl sonra AKP gider, bu sefer BKP, CKP gelir, işte Erdoğan gider başkası gelir ve biz önümüzdeki yüzyılın ilk çeyreğini de kaybetme riski görüyoruz. O yüzden önümüzdeki seçimlerde aradığımız şey, işte oyumuzu bir miktar artırmaktan, milletvekili sayımızı bir miktar artırmaktan falan ibaret bir şey değil.
Bunlar sonuç olarak önemli fakat temel sorumuz şu; ikinci yüzyıl, solsuz dizayn edilmek isteniyor. İkinci yüzyıl, Kürtsüz dizayn edilmek isteniyor. İkinci yüzyıl, kadınsız dizayn edilmek isteniyor. LGBTİ artılar olmadan dizayn edilmek isteniyor. Uzatabilirim ama özetiyle söylüyorum. İkinci yüzyıl, solsuz dizayn edilmek isteniyor. Buna izin verecek miyiz, vermeyecek miyiz? Mesela bizim bazen belki size aşırı gelen telaşımızın, heyecanımızın arkasında bu önümüzdeki yüzyıla ilişkin bir iddia ve o yüzyılın ilk adımlarında üzerimize düşen sorumluluğu yerine getirme arayışı var. Bugün Türkiye İşçi Partisi’nin biz bir şans yakaladığını düşünüyoruz. Bakın, çok açık söylüyorum; bir şans. Nedir bu? Yani bizim Gezi direnişi itibarıyla başladığımız bir tartışma vardı. Gezi direnişi Türkiye’de sosyalist hareketin bir zirvesiydi ama bir zirve olduğu gibi aslında yeniden inişe başladığımız bir an olarak da değerlendirebiliriz.
Orada biz şunu gördük. Aslında sosyalizmin değerlerinin toplumun çok geniş kesimleri tarafından benimsenebildiğini, sahiplenebildiğini, hatta insanların, belki adını böyle koymamakla beraber, bunun için hayatını ortaya koyan bir mücadeleye girdiğini, fakat sosyalist hareketin, bütün olarak hepimizin, bütün sosyalist özverileri, bireyleri, grupları, partileri, Gezi’de var olanları katarak söylüyorum, biz rolümüzü oynayamadık. Yani halk yapması gereken her şeyi yaptı, biz yapamadık. Tarihte böyle anlar olur. Yapamayabilirsiniz, fakat oradan sonra ‘sosyalist hareketin bir yeniden kuruluşa ihtiyaç var’ saptamasıyla başladı bugünkü TİP’in yolculuğu. Bunu elimizden geldiğince hep birlikte yapmaya çalıştık. Birleşik Haziran Hareketi deneyimiz oldu arada, 2015 seçimlerinde HDP’ye oy verdik. O da bunun bir adımıydı, HDP’nin barajı aşması önemli bir şey olacaktı. Çeşitli adımlar oldu.
Sonunda o süreçleri beraber yaşadığımız çok sevgili bir arkadaşıma söylediğim lafı söyledim. Başka bir siyasi partinin genel başkanıydı o zaman. Beraber yapalım bu dönüşümü diye çok çabaladık. Olmadı. Sonra bir gün bana geldi, dedi ki ‘Ya Başkan, bu TİP bayağı oldu galiba. Siz başardınız bu işi’. Solun içinden baktığınızda, eşitler arasında birinci diyebileceğimiz bir yere geldik. Dedim ki ‘Vallahi hocam, kötü komşu insanı ev sahibi yapıyor. Biz bunu hep beraber yapalım istiyorduk, siz kendi varlığınızı sürdürmeyi, bu yenilenmeye tercih ettiniz.’ Gerçekten böyle oldu ve çok az sayıda insanla, çok büyük bölümü genç olan insanlarla bir yolculuğa çıktık.
Burada şunu bilmenizi istiyorum. Bizim belki de bütün Türkiye sosyalist hareketinden ayrıldığımız nokta şurası oldu. Şimdi biz, genelde halka kızıyoruz. Türkiye’de her şeyi seçimlerin çözeceğini düşünen çok geniş kesimler var. Bu doğru değil. Seçimlerle her şeyi çözemezsiniz. Hatta pek az şeyi seçimlerle çözebilirsiniz. Bu doğru. Bizim, bunu yılın 365 günü yurttaşlara aynı zamanda anlatmamız lazım. Yani daha aktif bir siyasete katılım çağrısı yapmamız lazım. Sadece oy vermekten ibaret olmuyor fakat, mesela bunu seçim dönemlerinde anlatmanın hiçbir hükmü olmadığı kanaatindeyim. Yurttaşın durumu bu, sosyalist hareketin durumuysa şu. Türkiye’de biliyorsunuz çeşitli sol-sosyalist gruplar vardır. İddia ediyorum; bir haksızlığa uğradığınızda ve hak mücadelesine girdiğinizde, herhangi bir sosyalisti aradığınızda elinden ne geliyorsa gelir, o mücadelenin bir parçası olur. Her hak mücadelesine giren sosyalistler, iş seçimlere geldiğinde halka gerçek bir seçenek sunmuyorlar. Burada anormal bir durum var.
Vatandaş için siyasete katılımın şu anda en etkili aracı oy kullanmak ise biz onu da en etkili biçimde kullanmasının yolunu en azından önermeliyiz. O yüzden tabii Türkiye İşçi Partisi, seçimleri de önemseyen, seçimlerde de memlekette sol adına, sosyalistler adına bir ağırlık oluşturmanın gerektiğine inanan bir parti. Bunu da paylaşmak istedim. Genelde bizde, böyle seçimler çok önemli değildir diye bir yaklaşım var. Biz bunu tartışabiliriz ama doğru bulmadığımız, bugüne kadarki tartışmalardan çıkarttığımız sonuç. Biz, seçimlerde de etkili olmalıyız, seçimlerde de adres olmalıyız, seçimlerde de seçenek olmalıyız biçiminde bir yaklaşımımız olduğunu da paylaşmış olayım.” (ANKA)