Hülya Karabağlı / Ankara
AKP İzmir Milletvekili Ertuğrul Günay, Gezi Parkı yüzünden ters düştüğü partisi AKP’den istifa etmeyeceğini söyledi.
AKP’ye çok zor dönemlerde, seçkincilerin toplumu korkutmaya çalıştığı bir dönemde geldiğini vurgulayan Günay, “Toplumun derin vicdanının, AK Parti’nin derin vicdanının benim gibi düşündüğünü düşünüyorum. Taleplerim AK Parti’nin derin vicdaninin talepleridir” dedi. Bunları söylememe noktasında telkinler olduğunu vurgulayan Günay, siyasete AKP'de devam edip etmeyeceğine yönelik bir soruya, 12 Mart, 12 Eylül ve 28 Şubat'ı yaşadığını seçkincilerin toplumu korkuttuğu bir dönemde AKP'ye geldiğini ve istifa etmeyeceğini söyledi.
Partisinin ihraç etmesiyle ilgili bir soruya Günay, “Tatsız konular konuşmayalım. Şefkat adalet dolu davranışlara göndermeler konuşuyorum. Kimsenin aklına kötü şeyler getirmeyelim” yanıtı verdi.
Demokrasilerde siyasal iktidarların ancak seçimle değişebileceğini anımsatan Ertuğrul Günay eylemcileri evlerine dönmeye davet etti.
Günay’ın konuşması şöyle:
“Üç haftaya yakın bir süredir ülkemiz üzüntü verici olaylar yaşadı. Günlerden beri sokaklar ve meydanlar, farklı nedenlerle bir araya gelen çeşitli yaş ve meslek gruplarından öfkeli insanlarla doldu, taştı.
Haklı bir çevre duyarlığından yola çıkanlara, başlangıçta reva görülen anlayışsız, haksız davranışlar, ülke düzeyinde milyonlarca insanın tepki göstermesine ve alanlara çıkmasına yol açtı. Bir takım bozguncular ve -kime hizmet ettikleri belli olmayan- kışkırtıcılar da, zaman zaman bu toplulukların arasına ve arkasına saklandı; yurttaşların canına ve malına yönelik yasadışı eylemlerle toplumun huzurunu, güvenliğini ve esenliğini tehdit etti.
Aldıkları talimatların katılığı karşısında çaresiz ve moralsiz güvenlik güçleri, bu bozguncu ve kışkırtıcıları yakalayıp teşhir etmek yerine -bazen haksız ve gereksiz, bazen haklı ama ölçüsüz- müdahaleleriyle olayları önlemek ve yatıştırmak bir yana, biriken toplumsal öfkenin daha da derinleşmesine, yaygınlaşmasına neden oldu.
Bazı muhalif siyasi güçler ve onların gölgesine sığınan yasadışı örgütler, bu basit, fakat iyi yönetilemeyen süreçten, iktidara karşı sanki bir ayaklanma hayal ve hevesi yaratmaya çalıştılar. Bu hayale dayalı söylem, kaçınılmaz olarak ülkenin büyük çoğunluğunu rahatsız ve -bu çevre duyarlığına başlangıçta yakınlık duyan- AK Parti tabanını da tedirgin etti. Olaylarda bugüne kadar -biri polis- bir çok yurttaşımız canını, gözünü ya da bir uzvunu yitirdi.
Evler, işyerleri, araçlar, parti binaları, ekonomimiz, ülkemizin dışarıda görüntüsü, -bütün bunlardan daha vahim olmak üzere- toplumumuzun barış içinde ve bir arada yaşama duygusu tahrip edildi.
Bu kadar ağır bedeller ödediğimiz, haftalardır tartıştığımız, insanlarımızı neredeyse çatışma eşiğine getiren olayların temelinde bir çevre sorununun, 'Taksimde kalan son yeşil alanın yeşil kalması' gibi masum, insani, medeni bir talebin bulunduğu, -bu başlangıç noktası- hiç unutulmamalıdır.
Çünkü bu nokta bizi, yönetim anlayışımızla ilgili bir özeleştiri yapma ihtiyacıyla yüz yüze getirmektedir. Böyle bir taleple karşılaşınca, ilgili ve sorumlu kamu biriminin "yurttaşların itiraz ve istemlerini değerlendireceğini, ağacın ve çevrenin korunmasına özen göstereceğini" söylemesi, olayın başladığı gün güzellikle sona ermesini sağlayabilirdi.
Bunun yerine, daha ilk günden bütün bu istemlerin kökten reddi, başlangıçta her kesimden İstanbullunun (AK Partililerin, başka partililerin, mütedeyyinlerin, modernlerin) sahip çıktığı bu hem şehri dayanışmasına, -bu birliktelik görülmesin diye- 31 Mayıs Cuma sabahı kasıtlı, haksız ve yersiz şiddet ve aynı gün çıkan mahkeme kararını hiçe sayan ifadeler, insanları tepkiye ve isyana yöneltti.
Kuşkusuz, ülkenin birçok yerinde (80'e yakın ilde) sokağa dökülen insanlar tümüyle o parkı, yeşil alanı, o ağacın isyanını bilmiyor. Ama her birinin bir itirazı, hayatında başkasının karışmasından hoşnut olmadığı bir söz, bir durum var. Gezi Parkı, bütün bu hayata karışan, onu kuşatan söylem ve ortama itiraz edenlerin, korkusuz bir toplumda özgürce yaşamak isteyenlerin toplandığı bir ortak alan. "Mesele Gezi Parkından ibaret değil arkadaş!" mesajıyla anlatılmak istenen de bu! Bu tepkiyi anlamak ve yeni tepkilere yol açmadan sükûneti sağlamak, her ülkede ve her demokratik toplumda yönetimin görevidir.
Bu insanlar, özellikle gençler çoğunlukla hiçbir partiye yakınlık duymuyor. Ekonomide alınan mesafe, ulaşımda, sağlıkta, turizmde yaşanan gelişmeler, hele ülkenin on yıllardır kanayan yarasının barışla iyileştirilmesi umudu bize ilgi duymalarını sağlayabilirdi, (İstanbul'da, İzmir'de bunun örneklerini gördüm). Şimdi bu olaylarla, bu şansı yitirmekte olduğumuzdan kaygı duyuyorum.
Yönetim, suhulet (kolaylık), şefkat ve adaletle olur. Husumetle, şiddetle ve nefretle olmaz. Bizim tarihen ve bugün özenle ve yeniden sarılmamız, ülkeyi yönetirken hiç aklınızdan çıkartmamanız gereken ilke budur.
Öte yandan, demokrasiye ve demokratik bir hukuk devletinde siyasal iktidarın ancak seçim yoluyla değişeceğine inanan yurttaşlarımdan da artık evlerine dönmelerini özellikle diliyorum.
Bu saatten sonra sokaklarda ve meydanlarda devam eden ve polisin müdahalesine haklılık kazandıran her türlü gerginlik, demokrasi ve özgür toplum idealine inananların değil, bu gerginlikleri bahane ederek otoriter/baskıcı bir yönetim kurmayı hayal edenlerin işine gelir.
Türkiye’mizin yakın tarihi bunun sayısız örnekleriyle doludur. Oysa, hepimizin ortak hayali her türlü kurumsal ve kişisel vesayetten arınmış, hiçbir kişinin, sınıfın ya da grubun boyunduruğu altında olmayan, özgür, eşit ve korkusuz Türkiye Cumhuriyeti yurttaşları olmaktır!”