Ertuğrul Özkök, eşinin adına gönderme yapan "Tansu'ya Mektuplar" başlığı altında yazdığı ve "newsletter" olarak paylaştığı yazılarında bugün, Beyoğlu Kültür Yolu Festivali'nden izlenimlerini aktardı. Özkök, yazar Beşir Ayvazoğlu ile okudukları kitapları ve müzikleri karşılaştırarak, "Beşir Ayvazoğlu o yıllarda kanuni ve ud taksimleri dinliyormuş. Ben ise Beatles, 'Melody Maker' dergisi okuyup, Rollings Stones, Hollies, Bob Dylan dinliyordum. Şu aptalca soruyu sormayacağım. Bunların hangisi daha iyidir? Biri milli ve yerli, öteki kökü dışarda ve yoz mudur? Hayır bunların ikisi de kültür. Zara ve İzmir arasında 1313 kilometre mesafe var. İkisi de Türkiye ve bu ülkede birbirinden farklı kültürler yaşıyor." değerlendirmesini yaptı.
Özkök, T24 yazarı Tuğrul Eryılmaz'ın da Beyoğlu Kültür Yolu Festivali'nin durağı olması gerektiğini dile getirdi.
Özkök'ün, "22 bin kişilik kapanışta şu aptal soruyu sormadım, hangimiz daha millî ben mi o mu?" başlıklı yazısı şöyle:
22 bin kişilik kapanışta şu aptal soruyu sormadım, hangimiz daha millî ben mi o mu?
Geçen hafta Kültür ve Turizm Bakan Yardımcısı Ahmet Misbah Demircan’la birlikte Beyoğlu Kültür Yolu Festivali’nin bir bölümünü izledim.
Festivalin ana merkezi Atatürk Kültür Merkezi olduğu için orada buluştuk.
Ben gittiğimde ünlü yazarımız Beşir Ayvazoğlu ile sohbet ediyordu.
Ünlü yazar birazdan AKM’nin harika kütüphanesinde gençlerle sohbet edecekti.
O sohbetin bir bölümüne ben de katıldım ve ilginç bir gözlemim oldu birazdan anlatacağım.
Beyoğlu Kültür Yolu, Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Ersoy’un görev geldiğinden beri en tutkuyla sarıldığı üç projeden biriydi.
Biri Göbeklitepe ve çevresi, öteki Çeşme Yarımadası projesi ve üçüncüsü de Türkiye’nin büyük şehirlerinde kültür yolları yapmak.
Buna İstanbul’da Beyoğlu’ndan başladı.
Buradaki büyük şansı da eski Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan’ın bakan yardımcısı olmasıydı.
O da bu projeye tutkuyla sarıldı.
Beyoğlu Belediye Başkanı Haydar Ali Yıldız da projeye sahip çıkınca kısa sürede çok güzel sonuçlar alındı.
AKM’nin girişinde ilk dikkatimi çeken şey, hemen sağ taraftaki bir kuyruk oldu.
Çoğu genç bir kalabalık Refik Anadol’un sergisine girmek için bekliyordu.
Çünkü küresel biçimde tasarlanan dijital ekranların bulunduğu küçük salona ancak belli sayıda ziyaretçi alınabiliyordu.
Kültür Bakan Yardımcısı ile birlikte olduğum için kuyrukta beklemeden salona girdik. Ama bunu yapmadan kuyrukta bekleyen gençlere gidip mazeretimi anlattım. Beni anlayışla karşıladıklarını sanıyorum. Ayıpladılarsa da özür dilerim.
Refik Anadol her zamanki gibi olağanüstü bir eser hazırlamış.
Orta yerinde durduğumda nedense kendimi “Metaverse” bir alemde hissettim.
Bunu Instagram hesabımdan paylaştığımda, bazı yorumcular “Bunun Metaverse ile alakası ne” diye eleştirdi.
Haklı olabilirler ama şu sıra hangimiz Metaverse kavramı konusunda tam bir bilgiye sahibiz ve bunu anlatabiliyoruz?
Benimki bir duyguydu, böyle dedim.
Beşir Ayvazoğlu kitaplarından bazılarını bildiğim, ama Doğan Hızlan’dan hep övgüyle dinlediğim bir yazarımız.
Onunla tanıştık.
AKM’nin kütüphanesinde gençlerle yaptığı sohbetin ilk bölümünü büyük ilgiyle dinledim.
İlkokula gitmeyen annesinden almış ilk kitap okuma derslerini ve yönlendirmelerini. Türk ve İslam eserlerini çok küçük yaşta okumaya başlamış.
O bölümü anlattıktan sonra sordum:
“İlkokulda sizi en çok etkileyen yazarlar kimlerdi?”
En çok Battal Gazi hikâyelerini okurmuş.
Sonra orta ve lise yıllarında ise Yahya Kemal’i şiirleri gelmiş.
Tabii bir de Ahmet Hamdi Tanpınar var.
Beşir Ayvazoğlu 1953 doğumlu. Yani benden 6 yaş küçük.
O Zara’daki çocukluk günlerinde bunları okumuş.
Başlıkta kendisinden “o” diye söz ederken sakın ola yanlış bir izlenime kapılmayın.
”O” derken anlatacağım hikâyeyi daha iyi anlatacak bir zamir olsun istedim.
Aslında bu noktasız “Ö”… Yani bazıları ikimizin durumunu birbirine öteki olarak görebilir. Bir anlamda bunu silmek için kullandım.
Benzer bir yazıyı yazıyı Ayvazoğlu yazıp “Ben” ve “O” deseydi ikimiz açısından durum değişmezdi.
Ama bakın öyle hassas ve kor üzerinde yürüyoruz ki, yaptığım basit bir kelime oyunun açıklamak için satırlar dolusu yazı yazmak ihtiyacı duyuyorum.
Gelelim asıl meseleme…
Aşağı yukarı aynı yaşlarda bense İzmir’de Tommiks, Teksas, Red Kit ve Spirou okuyordum.
Başucu kitabım “Kaşifler ve İcadlar Ansiklopedisi’ydi.
Okuduğum ilk roman ise sünnetimde halamın oğlunun hediye getirdiği 12 ciltlik “İki Çocuğun Devrialemi” kitabıydı.
Bir yıl sonra Kon Tiki’yi okumuştum.
Hepsi de yabancı çizer ve yazarlar tarafından üretilmişti.
Orta ve lise yıllarımın yazarlarına gelince:
Beni en çok etkileyen iki yazar Albert Camus ve Sartre olmuştu. “Yabancı” ve “İş İşten Geçti” başucu kitaplarımdı.
Türkiye’den ise Orhan Kemal ve Yaşar Kemal ilk idollerimdi.
Beşir Ayvazoğlu o yıllarda kanuni ve ud taksimleri dinliyormuş.
Ben ise Beatles, “Melody Maker” dergisi okuyup, Rollings Stones, Hollies, Bob Dylan dinliyordum.
Şu aptalca soruyu sormayacağım.
Bunların hangisi daha iyidir?
Biri milli ve yerli, öteki kökü dışarda ve yoz mudur?
Hayır bunların ikisi de kültür.
Zara ve İzmir arasında 1313 kilometre mesafe var.
İkisi de Türkiye ve bu ülkede birbirinden farklı kültürler yaşıyor.
Kendimi hiçbir zaman belli bir millî ve yerli değerler çerçevesi içine hapsetmedim. Bundan dolayı da hiç pişmanlık veya kompleks duymadım.
Benim için bunların ikisi de aynı ölçüde saygıdeğer yetişme biçimleridir.
Beyoğlu Festivali'nde saygı duyduğum Ayvazoğlu’nu dinlerken bunu bir kere daha anladım.
İkimiz de bu ülkenin insanlarıyız.
Ahmet Misbah Demircan’la birlikte yaptığımız Beyoğlu Kültür Festivali sohbeti ve ziyaretini geçen hafta TV100’deki “Cengiz ile Ahtapot" programında da anlattım. Ancak orada çok önemli bir sergiden söz etmeyi unutmuşum.
Bu festival çerçevesinde AKM’de Hüsamettin Kocan’ın otobiyografik sergisi “Ayağımdaki Diken” de vardı. Çocukluğunun Baksı’sına dönüş ve o dönem hikâyelerinden esinlenen sergi gerçekten çok güzeldi.
Bu sergiden söz etmediğim için özellikle Mustafa Taviloğlu ve Sedat Ergin’den eleştiri aldım.
Haklılar. Bence festivalin kaçırılmaması gereken duraklarından biriydi.
Bakan yardımcısı ile birlikte AKM’den çıkıp Kültür yolunun son durağı sayılan Galataport’a gittik.
Orada beni çok şaşırtan bir Göbeklitepe sergisi vardı.
Göbeklitepe’den gelen orijinal eserler ve yanlarında yazılı hikâyeleri insana güzel bir Göbeklitepe ziyareti yaptırıyor.
Ama serginin en çarpıcı bölümü, siyah perdeyle kapanmış bir salona girdiğinizde karşınıza çıkan Göbeklitepe taşlarının replikları oluyor.
Çok güzel bir ışıklandırma ve sergileme..
İnsanı etkiliyor.
Bu arada serinin bir de ürün satış bölümü var ki, sanatçıların bu kazıdan etkilenip yaptığı takılar çok ilgi çekici ve estetik.
BKF çerçevesinde 7 bine yakın etkinlik yapılıyor.
Rakamlar çarpıcı:
84 ayrı lokal. 40 mekan, 3 açıkhava sahnesi, 15 sokak sahnesi, 4 cadde etkinliği yapılıyor.
Katılan kurum ve sanatçı sayısına gelince;
4953 sanatçı ve 53 kültür ve sanat kurumu…
Sergiyi gezen ve konuştuğum bazı sanatseverler bu kadar etkinlik ve sanatçı sayısının fazla olduğunu söylüyor.
Ayrıca sanatçıların çeşitlendirilmesinde de yarar var deniliyor.
Kültür Bakanı Ersoy’a bu konuyu açtığım zaman, gelecek yıl festival stratejisini biraz değiştireceklerini söyledi.
Buna göre AKM’de yılda ana sergi olarak büyük bir sergi açılacak ve bu sergi 9 ay boyunca kalacak.
Festivalin kapanışı 22 bin kişinin katıldığı bir konserle kapandı. Sahnede Murat Boz ve Karsu vardı.
Yani Festival Türk popu ile kapandı.
Bu da yukarda anlattığım “İki Şehrin Hikâyesi'ni” anlatan bir kapanıştı.
Geziyi bir Upper Cihangir şakası ile tamamlayalım.
Beyoğlu Kültür Yolu güzergâhına baktım.
Mesela Tomtom Sokak var ama Cihangir’in öteki sokakları yok.
Oysa Cihangir’in kafeleri artık özellikle sinema, tiyatro ve televizyon kültürünün ana arteri haline geldi.
Yıldırım Türker, ‘Gonzo’ Tuğrul Eryılmaz, Halil Ergün, Selçuk Yöntem gibi insanları Upper Cihangir sokaklarını gezen bir kültür yolcusu için ilginç simalar değil mi…
Tuğrul Eryılmaz’ın T24’deki seviyeli magazininin her hafta konusu olan bin insanların her biri kültür hayatımızın ender ikonaları olarak bu güzergâha rahatlıkla dahil edilebilirler.
Arzederim…."