Hürriyet yazarı Ertuğrul Öztürk, eski Mardin Büyükşehir Belediyesi Ahmet Türk’ün kelepçeli olarak hastaneye götürüldüğü yönünde sosyal medya ve televizyonlarda yayınlanan görüntülere ilişkin Bak arkadaşım... Ben Türküm... Türklüğümle hep gurur duydum ve duymaya devam etmek istiyorum. Ama bak diyorum ki. Bana koydu bu fotoğraf. Fena koydu. Bana bu kadar koyduysa. Var düşün Kürt kardeşime ne kadar dokunmuştur" dedi.
Özkök, Yeni Şafak yazarı ve eski Anadolu Ajansı Genel Müdürü Kemal Öztürk'ün “Bütün birikimimiz, bütün çabamız, bir ‘kuş’ kadar beyni olmayan, yeniyetme yayın yönetmenleri, köşe yazarları, TV yorumcuları tarafından heder ediliyor gözümüzün önünde" ifadesiyle ilgili olarak da "İktidar yanlısı medyada çok ciddi özeleştiri sinyalleri gelmeye başladı. O kanatta da trolleşmiş medyadan, tetikçi, cellat köşe yazarlarından şikâyet sesleri yükseliyor" dedi.
AKP Ankara Milletvekili Aydın Ünal, darbe girişimi sırasında hayatını kaybeden ve AKP reklam kampanyalarının mimarı Erol Olçok'un "mahalleye dadanan haşerat tarafından 'ihanet'le itham edildiğini" öne sürdü. Ünal, "AK Parti daha kurulmadan çalışmaya başlamış, her saatini, her anını bu mücadele için sarfetmişti. Hiç yalpalamayan, sadakati asla sorgulanmayacak bu büyük adam, 'kavgaya girmemekle', 'kavga etmemekle', 'şucu-bucu' olmakla, hatta, ne acıdır ki, imalar yoluyla 'ihanetle' itham ediliyordu" diye yazdı.
AKP Ankara Milletvekili ve Yeni Şafak yazarı Aydın Ünal, anayasa değişikliği teklifi oylaması sırasında Meclis'te kendini kürsüye kelepçeleyerek eylem yapan Bağımsız Ankara Milletvekili Aylin Nazlıaka hakkında cinsiyetçi paylaşımlarda bulunan Türkiye gazetesi yazarı Fuat Uğur ve A Haber'de program yapan Cemil Barlas'ı "hamam böceği"ne benzetmişti.
Star yazarı Ahmet Taşgetiren de "Başbakan Binali Yıldırım'a 'Davutoğlu’ndan sonra düşük profilli bir başbakanımız oldu' diye hakaret eden Yeni Şafak yazarı ve milletvekili Aydın Ünal'ın Aylin Nazlıaka’nın kelepçeli eylemini pek beğenmesi gibi gelişmeleri de peş peşe okuduk. Her neyse, sonuçta bu şeffaflık iyidir. Evvelden ne müttefik belliydi, ne de sığınakların yeri" diyen Türkiye yazarı Fuat Uğur'a tepki göstermişti. Taşgetiren, "Fuat Uğur Yeni Şafak’ı, yıllardır Cumhurbaşkanı’nın konuşma metinlerini yazan Aydın Ünal’ı yargılıyor. Pes artık" ifadesini kullanmıştı.
Ertuğrul Özkök'ün "Bak Türk kardeşim bu fotoğraf bana koydu" başlığıyla yayımlanan (27 Ocak 2017) yazısı şöyle:
Üç jandarma erinin kolunda bitkin vaziyette götürülen...
75 yaşında bir siyasetçi... Geldiği her yere seçilerek gelmiş... Bu ülkenin seçilmiş parlamentosunda 7 dönem milletvekilliği yapmış... Ne demektir bu.... “Kürt kimliğini savunma mücadelesini hep bu ülkenin parlamentosunda, demokrasisinde yapmayı seçmiş bir Kürt” demek... Kimdir jandarma erlerinin arasında götürülen bu insan... Yıllar önce Hasan Cemal’e verdiği mülakatta etnik partileri şu sözlerle eleştiren insandır: “Bugüne kadar kurduğumuz bütün partilerde, inandırıcılık eksiği vardı. Parti içi hukuk, parti içi demokrasi açısından olumlu bir şey söylemek güçtü. Bu yüzden Türk aydınlarına da güven veremedik. Çünkü ipler perde arkasında başkalarının elinde diye düşünülürdü. Şimdi yeni bir anlayış geliştirmek zorundayız. Vesayetle, vekâletle siyaset üretemeyiz artık.” Yıllar boyunca makul Türklerin de, makul Kürtlerin de saygı duyduğu bir siyasetçi... Bu ülkenin insanı... Üstelik hasta... Bu mudur yani... Bu mudur böyle bir insana hayatının son dönemlerinde reva görülen muamele... Bak arkadaşım... Ben Türküm... Türklüğümle hep gurur duydum ve duymaya devam etmek istiyorum. Ama bak diyorum ki... Bana koydu bu fotoğraf... Fena koydu... Bana bu kadar koyduysa... Var düşün Kürt kardeşime ne kadar dokunmuştur...
Türkiye Cumhuriyeti’nin vatandaşları.... Son 48 saatte Türkiye’nin Suriye politikasında, gerçekçiliğe dönüş konusunda çok önemli üç gelişme oldu. BİR: Önce Hürriyet Ankara Bürosu’ndan Uğur Ergan yazdı... Rus Sputnik ajansı da aynısını tekrarladı. Rusya’nın Suriye için hazırladığı anayasa taslağında, “özerk bir Kürt bölgesi” de öngörülüyormuş. İKİ: Astana’da Rusya, Türkiye, İran ve muhalifler arasında varılan anlaşmada “IŞİD” ve “El Nusra” ikinci defa terör örgütü olarak kabul edildi. Buna karşılık YPG-PYD terör örgütleri arasında sayılmadı. ÜÇ: Türkiye ve Esad rejimi, El Bab’da adı konmasa da, rekabet içinde görünüyor olsa da, şehri, IŞİD’in elinden almak için resmen işbirliği yapıyor. Esad’ın ordusu, şehrin 8 kilometre dibine kadar girdi. Bütün bunlar Suriye politikasında gerçekçi bir yola girildiğinin somut işaretleridir. Umarım Kuzey Irak’ta olduğu gibi yine “kırmızı çizgiler” üç-beş yıl sonra silinecek bir demagojiden tekrar medet umulmaz.
Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Hüseyin Müftüoğlu diyor ki:
“Esad yönetimine dair pozisyonumuz belli; 600 bin sivilin ölümüne neden olan bir kişinin Suriye’nin geleceğinde yeri olmadığı görüşümüzü koruyoruz.” “Uluslararası bir toplantıda rejim temsilcisi ile bir araya gelmiş olmak o rejimi tanıma anlamına gelmez.” Ne demek Allah aşkına şimdi bu? Gelin ben günlük Türkçeye çevireyim de hep birlikte okuyalım. Büyükelçi demek istiyor ki: “Arkadaş geçmişte Esed’i indireceğiz falan dedik. O kadar adamı besledik, uğraştık... Üç saatte Şam’a gireceğiz falan sandık.” “Ama şimdi bunu yapamayacağımızı, Esed’i deviremeyeceğimizi gördük.” “O nedenle Esed’i tekrar Esad yapıp, onunla masaya oturduk. Bir güzel anlaşmalar da yaptık.” Gelgelelim, o laflar da bir kere ağzımızdan çıktı ya, öyle kolayca da geri dönemiyoruz.” “Eh işte görüşümüz devam ediyor falan deyip geçiştiriyoruz, ama, Bakan Mehmet Şimşek’in Davos’ta dediği gibi, Esad’lı bir çözüme de hayır demiyoruz.” Evet o kararlı, dimdik, aslan gibi diplomatik cümlelerin Türkçesi böyle bir şey işte... Eğer bu yazdıklarıma, Dışişleri Sözcüsü de katılmıyorsa ne olayım.
İktidar yanlısı medyada çok ciddi özeleştiri sinyalleri gelmeye başladı. O kanatta da trolleşmiş medyadan, tetikçi, cellat köşe yazarlarından şikâyet sesleri yükseliyor. Yeni Şafak’ta yazılarını ilgiyle izlediğim Kemal Öztürk dün iktidar medyasına yönelttiği eleştirilerin çıtasını çok yükseğe çıkardı. “Çok az şey. Çok az kıymet, çok az değer. Mesleğimiz hiç bu kadar seviye kaybetmemişti. Gazete manşetleri hiç bu kadar ciddiyetsiz olmamıştı. Yayın yönetmenlerinin kalibresi hiç bu kadar düşmemişti. Köşe yazarlığı hiç bu kadar ucuzlamamıştı.” Muhafazakâr medyanın içine sonradan gelenlerin bütün değerleri silip süpürdüğünü anlatarak sözünü şöyle tamamlıyor: “Bütün birikimimiz, bütün çabamız, bir ‘kuş’ kadar beyni olmayan, yeniyetme yayın yönetmenleri, köşe yazarları, TV yorumcuları tarafından heder ediliyor gözümüzün önünde.”