Ertuğrul Özkök, "Pazar Mektubu" başlığı altında, yazdığı ve "newsletter" olarak paylaştığı yazısında bugün, Bayreuth Festivali'ni 1876'dan beri ilk defa bir kadın orkestra şefinin yönetmesine değindi. Özkök, "Oksana Lyniv, Bayreuth'da ilk kadın orkestra şefi olmasının ötesinde bir başka ilke daha imza attı. Bu yılın ocak ayında İtalyan'ın en önemli opera merkezlerinden biri olan 'Teatro Comunale di Bologna'ya' 'Müzik Direktörü' olarak atandı. Böylece İtalya tarihinde bir operaya atanan ilk kadın müzik direktörü olma ünvanını da kazandı. MeToo sonrası kadın kazanımlarından bir de bu oldu diye düşünüyorum." değerlendirmesini yaptı.
Özkök'ün "Dün gece müzik tarihinde bir "me too" ilkine tanık oldum" başlıklı yazısı şöyle:
Dün gece müzik tarihinde bir "me too" ilkine tanık oldum
Opera sevenler için Almanya'nın Bayreuth şehrinin çok özel bir yeri vardır.
Bu şehirde yapılan bir müzik festivali sadece Almanya’nın değil, bütün dünyadaki opera sevenlerin takviminde başa yazılan bir müzik olayıdır.
Çünkü Bayreuth, Richard Wagner'in şehridir.
Eşi Cosima Wagner'le burada yaşamış, burada ölmüş ve buraya gömülmüştür.
İşte bizzat onun yaptırdığı ve “Festspielhaus” adını taşıyan bu opera binasında her yıl dünyanın en ünlü opera festivali yapılır.
Bir ay süren bu festivalde sadece Wagner'in eserleri sahnelenir.
Wagner icracıları ve oyuncuları için bu festival, kariyerlerinin "Olimpos”udur.
Bu festival ilk defa 1876 yılında yapıldı.
Ve dün akşam yani 7 Ağustos akşamı işte bu sahnede bir ilke tanık oldum.
Festivalin 145 yıllık tarihinde ilk defa bir kadın orkestra şefi Wagner'in bir eserinin sahnelerinde orkestrayı yönetti.
Üstelik bu Ukrayna doğumlu bir kadındı…
Adı Oksana Lyniv….
Şimdi diyebilirsiniz ki, “Ukraynalı bir sanatçı olduğu için ona sembolik bir favör yapılmış…"
Hayır hiç değil…
Çünkü Oksana Lyviv, bu sahnede bageti dün akşam değil geçen yıl aldı.
Yani Ukrayna Savaşı'ndan azdan önce.
Geçen yıl, yani festivalin bir yıllık Cavit arasından sonra açılışında, Wagner'in en tanınmış eserlerinden biri olan “Uçan Hollandalı'yı” yönetti.
Eser geçen yıl öylesine büyük başarı elde etti ki, bazı müzik otoriteleri bunun için “baş eser” dedi.
“Uçan Hollandalı” bu yıl da Bayreuth Festivali'nin programındaydı ve ben bu Wagner'in sahnesinin 145 yıllık tarihinde ilk defa bir bageti eline alan bu kadını, ikinci yılında seyretme şansına sahip oldum.
Ben opera uzmanı değilim. Opera uzmanları alınmasınlar ama kendimi Wagner tarihinin şanslı tanıklarından biri olarak hissediyorum.
Oksana Lyviv 1978 doğumlu. Yani henüz 44 yaşında.
Bayreuth'da ilk kadın orkestra şefi olmasının ötesinde bir başka ilke daha imza attı.
Bu yılın ocak ayında İtalyan'ın en önemli opera merkezlerinden biri olan “Teatro Comunale di Bologna”ya” “Müzik Direktörü” olarak atandı.
Böylece İtalya tarihinde bir operaya atanan ilk kadın müzik direktörü olma ünvanını da kazandı.
MeToo sonrası kadın kazanımlarından bir de bu oldu diye düşünüyorum.
Dün geceye döneyim.
Bayreuth sahnesinde dördüncü defa bir Wagner operası izledim.
Bundan öncekiler Walküreler, Tannhauser ve Nurnberg'in "Usta Şarkıcıları"nı izlemiştim.
Bugüne kadar bu sahnede hiçbir eserin bu kadar alkışlandığını görmedim.
Sanatçılar benim sayabildim kadarı ile 13-14 kere sahneye çağrıldı.
Bir başka gözlem…
Daha önce izlediğim bütün eserlerin sonunda alkışların yanında bazı yuhalamalar da oluyordu.
Genellikle Wagner'in gelenekçi takipçileri çok modern ve marjinal yorumları yuhalarlar.
İnanın dün gece tek yuhalama yoktu…
Bayreuth Festivali gelecek yıl bir ilke daha imza atacak.
Wagner'in “Parsifal” adlı eseri “Augmented Reality” (Artırılmış Gerçeklikle), yani 3D olarak sahnelenecek.
Bunu da dünyanın en ünlü üniversitelerinden MIT (Massachuasettes Institues of Technologie) öğretim üyelerinden Prof. Jay Scheib gerçekleştirecek.
Bu haberi de kimden öğrendik biliyor musunuz?
Bizzat Wagner soyadı taşıyan bir insandan.
Wagner'in torununun torunu Katharina Wagner'den.
Özetlemem gerekirse, dün gece gazetecilik hayatımda en önemli günlerden biriydi.
Sabah Richard Wagner'in yaşadığı ve bugün müze olarak kullanılan evini gezdim.
Ziyarete ünlü bestecinin evinin bahçesindeki mezarından başladım.
Alışılmış bir Hristiyan mezarında gördüğümüz bir şey burada yoktu.
Mezarın üzerindeki taşta herhangi bir yazı yoktu.
Bu kadar büyük bir ismin mezar taşı üzerinde yer almaması beni şaşırttı.
Wagner, Bavyera Kralı İkinci Ludvig'in finansal desteği ile yaptırdığı bu eve tuhaf bir isim verdi.
Wahnfriedhouse…
Türkçeye “Çılgınlık Hürriyeti” ” veya “Delilik Huzuru” olarak çevrilebilir.
Bu ismi taşıyan bir evde böyle isimsiz bir mezarda yaşamak bir çelişki mi?
Ama Wagner çağında öylesine büyük bir isimdi ki, onun adını mezarına yazmak onun için hakaret bile olabilirdi.
Neticede herkes Wagner'i bilir…
Bu arada bir bilgi..
Hitler büyük bir Wagner hayranıydı.
Bayreuth'a ilk defa 1923 yılında gelmiş.
Sonraki yıllar defalarca gelip festival sırasında konser dinlemiş, evini ziyaret etmiş.
Wagner için iyi bir referans değil ama, tarihi değiştirmek mümkün değil.
Meşhur televizyon dizisinde Abdülhamid'i, İngiliz Büyükelçisi'ni değil de Hitler'i tokatlayan bir Osmanlı Sultanı olarak anlatsaydık, belki Wagner'e de büyük bir iyilik yapmış olurduk.
Ama ne azık ki ona da kronoloji izin vermezdi.
Wagner'in çaldığı, bestelerini yaptığı piyanonun başına oturdum.
Fotoğraflarından tanıdığım elbiselerinin orijinallerini görme imkânım oldu.
Bu arada beni çok mutlu eden bir ayrıntıyı da yakaladım.
Müzenin sergi duvarında bir dünya haritası vardı.
Haritada yeryüzünde Wagner'in eserlerinin sergilendiği ülkelerin üzerinde kırmızı noktalar konmuştu.
Burada Türkiye'nin üzerinde de kırmızı bir işaret vardı.
Atatürk'ün kurduğu cumhuriyetin bize getirdiği küresel kültür için bir kere daha onları minnetle andım.