Ertuğrul Özkök, eşinin adına gönderme yapan "Tansu'ya Mektuplar" başlığı altında yazdığı ve "newsletter" olarak paylaştığı yazılarında bugün, Sovyetler Birliği'nin son lideri Mihail Gorbaçov'un yaşamını yitirmesine değindi. Özkök yazısında, Ekim Devrimi'nin son kutlamasını Türkiye'den Mehmet Ali Birand ve Cengiz Çandar'la takip ettiklerini hatırlatarak, Cengiz Çandar'ın 2007 yılındaki yazısından bazı bölümlere yer verdi. Özkök, "O gün hepimiz mutlu birer çocuk gibi o meydanda çok eğlenmiştik… 21’inci yüzyıla büyük umutlarla hazırlanıyorduk… Ne yazık ki artık bizlere Çetin Altan’ın o vasiyet cümlesi hatıra kaldı: 'Hayal ettiğimiz ülke bu değildi…' Hayır hiç değildi… Eminim Gorbaçov’un hayal ettiği Rusya da bu değildi… Onu güzel hatırlayacağım… İçimizdeki en devrimci revizyonistti o…" düşüncesini dile getirdi.
Özkök'ün "Duvarı yıkan 2 kelimeyi söylediği gün, üç Türk gazeteci oradaydı" başlıklı yazısı şöyle:
Duvarı yıkan 2 kelimeyi söylediği gün, üç Türk gazeteci oradaydı
Mikhail Sergeyeviç Gorbaçov’un ölüm haberini bu sabah, tabii ki evimizin nöbetçi sosyalisti Tansu Özkök’den aldım.
Sabah uyandığımda telefonumdaki ilk Whatsapp mesajı onundu:
“Gorbaçov öldü…”
İnsan hafızası tuhaf…
Haberi okuduğum an 35 yıl öncesine döndüm…
1987 yılına…
O an küçük şahsi tarihimin duvarında bir tuğlanın eksildiğini hissettim.
Pink Floyd şarkısındaki gibi…
“Another Brick in The Wall…”
Hayır herhangi bir tuğla değil…
Bir tuğla çekildi ve insanlık tarihinin en dramatik duvarı çöktü…
Tuğlayı çeken Gorbaçov’du ve yıl 1987’di…
O yıl, Sovyetler Birliği’nin sonunu getiren iki kelimeyi dünyanın siyasi hafızasına sokmuştu:
“Glasnost” yani “şeffaflık”
“Perestroika” yani “yeniden yapılanma”
O yıl Kızıl Meydan, kızıl tarihinin, yani Sovyet İhtilali’nin 70’inci yılını kutluyordu.
Bu iki kelimeyi ağzından çıkaran Gorbaçov, Lenin Mozolesi’nin üzerindeki Sovyet nomenklaturasının içindeydi.
Lenin’in mumyasının yattığı o mozolenin hemen sol tarafında, ünlü Sovyet devrimcilerinin mezarlarının önünde 3 Türk gazeteci de bu tarihi ana tanıklık ediyordu.
Rahmetli Mehmet Ali Birand…
Cengiz Çandar…
Ve ben…
O gün dünya tarihinde çok önemli bir gündü.
Hiç birimiz bilmiyorduk ki, o yılki tören “Sovyet sisteminin veda töreni” olacak ve Sovyet Marksizmi dediğimiz sistem 2 yıl sonra Berlin’de dünyanın işittiği en büyük gümbürtü ile çökecekti.
Evet Sovyet sistemi Gorbaçov’un o yıl dünyanın hafızasına soktuğu o iki kelime ile çökmüştü.
Soğuk bir gündü..
Sovyet tarihini içimizde en iyi bilen kişi olan Cengiz’e homurdanmıştım:
“Seninkiler bu devrimi şöyle sıcak bir günde, mesela şöyle bir yaz başında yapamaz mıydı? Donuyorum yahu…”
35 yıl önce yaşanan o tarihi günü, Cengiz 2007 yılında çok güzel yazmıştı…
Şimdi onun kaleminden o tarihi günü ve o üç gazeteciyi bir kere daha okuyalım.
Çünkü benim için Gorbaçov’un arkasından yazılabilecek en güzel yazı bu olabilirdi…
“Müthiş İvan ya da Korkunç İvan’ın (Rus tarihinde Büyük İvan diye de geçer) 15. yüzyılda inşa ettirdiği Basilika’yı yapan mimarının gözlerine mil çektirttiği efsanesi vardır. Bir daha bu kadar mükemmel bir kilise inşa edemesin, Basilika, sonsuza dek “eşsiz” kalabilsin diye.
Öyle de duruyor. Eşsiz. Tüm Kızıl Meydan da öyle. Herhalde, tartışmasız, dünyanın en güzel meydanı. Rusçası Krasnaya Ploşad. Burada “Kızıl” sözcüğünün, çok kişinin düşündüğü gibi Rusya’nın Sovyet komünist geçmişiyle ilgisi yok. “Krasnaya” aynı zamanda “güzel” anlamında kullanılıyor.”
“İnsanın iliklerini donduran bir soğuk günde, Mehmet Ali Birand, Ertuğrul Özkök ve ben, “Ekim Devrimi'nin son kutlamasında yine bu meydandaydık. Kızıl Meydan’da. Tarih Müzesi’nin iki yanındaki geniş aralıklardan esen kuzey rüzgârı ile eksi 10 derece olan hava sıcaklığı, eksi 30 etkisiyle bizi ayakta kaskatı kesiyordu. Mehmet Ali, meydana konuşlanmış, televizyon çekimi ile meşgul, Ertuğrul ile ikimiz mozolenin yanında ayakta ve donmaktayız. Hele, Ertuğrul, diş ağrısı çeken iptidai bir köylünün çenesini sarmasına benzer bir biçimde yün atkısını kafasına dolamış, henüz başlamamış olan törenin bir an önce bitmesini temenni eder bir hazin manzaradaydı.”
Ekim Devrimi soğuğu hangi liderleri götürdü?
“Göz ucu ile Lenin Mozolesi’nin üzerindeki Sovyet liderleri ve başta Fidel Castro, konuk komünist liderleri süzüyorduk. Bu soğuk, bu tören vesilesiyle, son birkaç yıl içinde, orada dikilen Sovyet liderlerini öbür dünyaya kestirme yoldan taşımış, önce Leonid Brejnev, sonra Yuri Andropov ve en son Konstantin Çernenko, kısa aralıklarla tarih sahnesinden çekilip, yolu 54 yaşında, Sovyet ölçülerine göre “çok genç yaşta” zirveye tırmanan Mihail Gorbaçov’a açmışlardı.”
'Ekim Devrimi'nin görkemli kutlama töreninin, 'sosyalizmin dünya lideri'ndeki ve 'tarihteki' son kutlama olduğunu, o soğukta dikilen M.Ali Birand, Ertuğrul Özkök ve ben, bilmiyorduk; bilemezdik.
Bu 'üçlü'nün bir özelliği vardı; Türk basının Moskova’ya 'akredite' ilk üç ismiydik. Önce M.Ali, Milliyet adına Moskova’da akretide olmuştu. 'Demirperde'nin ardına 'yasal biçimde' ilk sarkan ve Sovyetler Birliği’ni 32.Gün ile Türkiye ekranlarına taşıyan oydu.Çok geçmeden ona Ertuğrul Özkök katıldı. Hürriyet’in Ankara Temsilcisi idi ve bu unvanına bir de Moskova akreditasyonunu ekledi. Zamanının önemli bir bölümünü Moskova’da geçirir oldu. Türk basınına baş döndürücü bir değişim sürecine giren Sovyetler Birliği’nden haber yağmaya başlamıştı.”
“Gözler Cumhuriyet gazetesine çevrilmişti. Karşıtlarının “Babıali’nin Pravda’sı” sıfatını taktığı Cumhuriyet arkada kalmayacak ve 'Pravda’nın başkenti'ne birisini akredite ettirecekti. Kimi acaba?
Gazetenin Genel Yayın Yönetmeni Hasan Cemal beni uygun gördü. Bir yandan akreditasyon ve oturma izni işleriyle, diğer yandan da gazete içinde kaynayan cadı kazanıyla uğraşıyordum. Moskova’da ev bile tutulmuştu. Sovyetler Birliği’nde kafanıza göre, istediğiniz yerde oturamazdınız. Sovyet yetkilileri, bana Prospekta Mira’da bir ev ayarlandığını haber vermişlerdi.
Gelgelelim, “Moskova’daki evimi” gidip teslim almadan, hatta göremeden Cumhuriyet’ten ayrılmak zorunda kalmıştım. Elimde Moskova akreditasyonu ama gazetesiz kalmıştım.. Tam da Kızıl Meydan’da yapılacak 'Ekim Devrimi Töreni'nin arifesinde.
Ertuğrul, “Gel, benimle” dedi; Kutuzovsky Prospekt’teki, kendisine yine rejim tarafından tahsis edilmiş olan, yabancılar için bir bloktaki küçücük dairesinde iki yatak vardı ve beni orada konuk edecekti. Ertuğrul, Moskova’ya M.Ali’den sonra akredite olmasına rağmen, 'daha iyi bir muhit'te daire sahibi olmaktan pek memnundu. Kutuzovsky Prospekt’teki o dairede iki yatak, bir küçük masa, bir-iki sandalyeden başka hiçbir şey yoktu. Ama, dairenin camı, yolun karşısında 'Stalin baroku'nun 7 eserinden biri olan Ukrayna Oteli’ne bakıyordu ve insana Moskova’da bulunma duygusunun özel keyfini doyasıya yaşatıyordu. O daireye, 'örgüt evi' adını takmış, çok eğleniyorduk.”
“Moskova’ya üçümüz birlikte gitmiş, bir yandan haber kovalarken, hiçbir rekabet duygusu gütmeden, aramızda bir adeta bir 'Türk Moskovalılar dayanışması'yla Sovyetler Birliği başkentinde bulunmanın keyfini dehşetle çıkarıyor, 'durumdan vazife çıkartarak' üçlü dolaşıyor, üçlü vakit geçiriyorduk.
Kızıl Meydan’daki törene de 'özel kartlarımız'ı Zubovsky’deki Basın Merkezi’nde hiçbirimizin unutmayacağı 'Yoldaş Pasyutin'den edinerek çıkartmış, 'dünyanın imtiyazlı bireyleri' olarak birlikte gitmiştik.”
“M.Ali, her zamanki gibi 32.Gün için yapacağı çekimlere odaklanmıştı. Onun için ortak her anı, bir televizyon karesi değerindeydi. Ertuğrul, yazılarına bugün de yansıyan temel özelliğine uygun, aramızdaki 'bon viveur', Sovyet sistemi ne kadar 'keyif' sunabilirse, onu alabildiğine tüketmeye endeksli. Onca zamandır Moskova’ya gidip geliyor olmasına rağmen, Moskova’nın ne metrosuna, ne de bir başka toplu taşıma aracına binmemişti. Benim ısrarım sayesinde metro ve otobüs ile tanıştı. O gün bugündür kendisini 'tabana indirip Rus halkına bulaştırmış olduğumu' başıma kakar. O, o güne dek 'Rus eliti'ni tanımakla yetinmişti. Rus halkını yakından tanımaktan özel bir haz duymadığını sezinleyebildim.”
“Tarihin büyük dönüşüm anlarına doğrudan tanıklık ederken çocuksu bir arkadaşlık ortamıyla eğlendiğiniz, eğlenirken tarihin büyük dönüşüm anlarına tanıklık ettiğimiz unutulmaz günlerdi o Moskova günlerimiz.
“Nostaljimiz Moskova’ya ait kaldı. Belki de orta yaş öncesi 'gençlik heyecanlarımız'ı özledik. Sovyet komünizmini özlediğimizden çok emin olamayız. “
Cengiz’in yazısı böyle.
Aradan 35 yıl geçti…
Bana göre dünyanın en büyük devrimcilerinden biri olan Gorbaçov öldü.
Mehmet Ali’yi 17 Ocak 2013 günü kaybettik.
Cengiz’le, 12 Mart 1971 darbesinden sonra Paris’te sürgün yaşadığı yıllarda tanışmıştık. Şimdi, 70 yıl sonra, ikinci defa yurtdışında sürgün hayatı yaşıyor.
Bense artık, hayatımın en uzun süreli evi olan Hürriyet’te değilim…
Hayatımın sonunu mümkün olan en haylaz halimle tamamlamaya çalışıyorum.
Kızıl Meydan, hâlâ Kızıl Meydan.
Ama o bile değişti...
O gün hepimiz mutlu birer çocuk gibi o meydanda çok eğlenmiştik…
21’inci yüzyıla büyük umutlarla hazırlanıyorduk…
Ne yazık ki artık bizlere Çetin Altan’ın o vasiyet cümlesi hatıra kaldı:
“Hayal ettiğimiz ülke bu değildi…”
Hayır hiç değildi…
Eminim Gorbaçov’un hayal ettiği Rusya da bu değildi…
Onu güzel hatırlayacağım…
İçimizdeki en devrimci revizyonistti o…