Ertuğrul Özkök, eşinin adına gönderme yapan "Tansu'ya Mektuplar" başlığı altında yazdığı ve "newsletter" olarak paylaştığı yazılarında bugün, Brezilya seçimlerine değindi. Özkök, "Milli irade dedikleri, sandık sonucunun, onlara sadece 4-5 yıl ülkeyi, anayasa ve kanunların belirlediği sınırlar içinde yönetme hakkı verdiğini unuttular, ülkelerini babalarının çiftliği gibi yönettiler. Ellerindeki büyük güç onlara sonsuz bir kudret gibi göründü." değerlendirmesini yaptı.
Özkök'ün "O gün Fenerbahçeli Alex'in çatısına inen helikopterden dün kim çıktı?" başlıklı yazısı şöyle:
O gün Fenerbahçeli Alex'in çatısına inen helikopterden dün kim çıktı?
Tam tarihi ile 7 Nisan 2018 günü…
O gün, bir helikopter Brezilya’nın Curitiba şehrindeki bir binanın terasına indi.
Helikopterden 73 yaşında bir adam indirildi…
Burası Curitiba Federal Polis Teşkilatı'nın genel merkezi binasının çatısıydı.
Yani Fenerbahçeli Alex de Souza’nın yaşadığı şehrin bir anlamda güvenlik çatısı…
Beyaz sakallı adam, ağır bir suçlu gibi, güvenlik görevlilerinin arasında, doğruca şehrin hapishanesine götürüldü ve bir hücreye kondu.
12 yıl 1 aylık cezasını işte bu hücrede çekecekti.
Bu adamın adı Luiz Inacio Lula da Silva idi.
Ancak Brezilya ve bütün dünya onu “Lula” ismiyle tanıyordu.
Brezilya’nın 2003’den 2011’e kadarki Cumhurbaşkanı'ydı.
Bu yıllar Brezilya ekonomisinin yükseldiği yıllardı.
Solcu bir eski sendika yöneticisi olarak bu parlak yıllarda Brezilya’yı o yönetmişti.
Altı ay sonra seçimler vardı ve hakkındaki bir yolsuzluk iddiasıyla yargılanıp 12 yıl hapse mahkûm edilmişti.
O yıl ekim ayında seçimler yapılmış ve Brezilya tarihinin en popülist başkanı Jair Bolsonaro başkan seçilmişti.
Seçilir seçilmez yaptığı ilk iş de, onu mahkûm eden hâkim Sergio Moro’yu da Adalet Bakanı yapmak olmuştu.
Her popülist liderin otoriterleşmesinde ilk adım, adaleti kendi intikam duyguları ve rakiplerini yok etmek için kullanmak oluyor.
Brezilya’da da kural değişmedi.
Lula, o hücrede 580 gün geçirdi.
Ancak bu süre sonunda Anayasa Mahkemesi, yolsuzluk iddialarının iftira olduğunu kabul ederek, hakkındaki kararı geçersiz kıldı.
Bundan 4 yıl önce Alex’in şehrinde bir cezaevi avlusuna adi bir suçlu gibi helikopterle nakledilen Lula, dün Brezilya’nın yeni Cumhurbaşkanı seçildi.
Bolsonaro son yılların moda deyişi ile “seçilmiş bir diktatördü…”
İktidara geldiği günden itibaren muhalif medyayı yok etmek, demokratik kurumları etkisiz hale getirmek ve yönetimde akraba kayırıcılığı ve keyfi davranışları geçerli hale getirmek için elinden geleni yaptı.
2000’li yılların ilk 10 yılında büyük bir ekonomik gelişme gösteren Brezilya, onun döneminde ekonomik krize girdi.
Enflasyon aldı başını gitti.
Covid’i küçümsedi ve Brezilya’da 700 bin insan onun ihmalkarlığı ve vurdumduymazlığının kurbanı oldu. Ama en önemlisi Brezilya’yı ortasından bölünmüş; bir tarafı ötekinden nefret eden bir ülke haline getirdi
Sonuçta dün seçimi kaybetti…
Bütün popülist liderlerin kulağına küpe olması gereken bir ayrıntı da şu:
Brezilya’da son 34 yılda ilk defa bir seçilmiş cumhurbaşkanı girdiği ikinci seçimi kaybetti.
Şimdi, seçim kaybeden her popülist liderin yaptığını yapıyor:
Mızıkçılık…
Üstelik askeri de arkasına almış.
Generallerden de “Darbe yaparız” sesleri yükseliyor.
Ama seçim sonucu bu…
Şimdi tartışılan şu:
2000’li yıllar, dünyanın bir çok ülkesinde popülist otoriter liderlerin yükseliş dönemi oldu.
Acaba, dünyanın en büyük nüfuslu demokrasilerinden biri olan Brezilya’daki sonuç, “Popülizmin yükselişinin sonu” olabilir mi?
Söylemek için çok erken.
Ancak şimdiden söyleyebileceğim bir şey var.
Lula seçimi çok az bir farkla kazandı.
Onun aldığI oy yüzde 50.9…
Popülist rakibininki ise yüzde 49.1
Yani arada sadece yüzde 1.8 fark var.
Bu da Brezilya halkının tam ortadan ikiye bölündüğünü gösteriyor.
Şimdi bu kadar küçük farklı iktidara gelen solcu bir başkan, çok büyük yetkilerle ülkeye yönetecek.
Seçimi kaybeden Bolsonaro’nun eşi koyu bir dindar.
Veya öyle geçiniyor.
Seçim kampanyası sırasında Lula’ya ve eşine bir çok iftira atıldı.
"İktidara gelirse kiliseleri kapatacak” bile dedi…
Lula’nın eşini “Wodoo ayini” yani “Büyücülük” yapmakla suçladı.
Ayrıca o Cumhurbaşkanı iken Cumhurbaşkanlığı Sarayı'nı "şeytanların”, “iblisin” ele geçirdiğini, onlar gelince sarayı şeytanın hâkimiyetinden kurtarıp, meleklerin emrine verdiklerini anlattı.
Tutmadı…
Yani kiliseleri ahıra, sarayı iblisin yuvasına çevirdiler iftirası tutmadı.
Ancak, sorun bitmedi.
Brezilya futbol dilinde şöyle bir kavram var:
“Virada…”
Hani Türkiye’de daha çok milli maçlardan sonra söylediğimiz “Yenilsek de şerefimizle yenildik ama ezilmedik” gibi bir söz.
Hatta popülist bir lider, o şahane demagojisi ile “Galip sayılırız biz bu yolda” bile diyebilir.
Unutmayalım, Hitler’den beri çok iyi biliyoruz ki, popülist yalancılığın ve saptırmanın sınırı yoktur.
Yani Lula kazandı ama, başında bir “virada” sorunu var.
Ayrıca parlamentoda çoğunluğa sahip değil.
Ama Lula’nın da elinde avantaj var.
Popülist başkanlar son 10 yılda bütün dünyada çok kötü.
Siyasi ve sosyal içtihatlar yarattı.
Yüzde 1-2’lik farklarla ele geçirdikleri koltuklarda sanki yüzde 100’le gelmiş gibi anormal ve keyfi yetkileri kullandılar.
Birçoğunda demokratik kurumları, medyayı, muhalefeti yok ettiler.
Yani böyle çok kötü “siyasi içtihatlar” yarattılar.
Ve bunu hep “milli irade” dedikleri, oy çoğunluğuna bağladılar.
Milli irade dedikleri, sandık sonucunun, onlara sadece 4-5 yıl ülkeyi, anayasa ve kanunların belirlediği sınırlar içinde yönetme hakkı verdiğini unuttular, ülkelerini babalarının çiftliği gibi yönettiler.
Ellerindeki büyük güç onlara sonsuz bir kudret gibi göründü.
O kudretle, hâkim ve savcıları kendilerine bağlayıp, eski Cumhurbaşkanı'nı hapse attırdılar.
Ama şimdi aynı güç Lula’nın eline geçti.
Bolsonaro hakkında Covid ihmalkarlığı ve vurdumduymazlığı dahil öyle ağır ithamlar var ki 1 Ocak’ta görevi devrettiği an, üzerindeki dokunulmazlık zırhı da kalkıyor.
700 bin insanın hayatı hiç de öyle basit bir suçlama değil…
Peki Lula ne yapacak?
Şu psikolojiyi en iyi, 580 gün hapiste yatan Lula biliyor olmalı.
Rövanşist duygular, rövanşizmi; kan davası kan davasını getiriyor.
Bence Türkiye açısından da ilgiyle izlenecek bir süreç başlıyor Brezilya’da.
“Post, otoriter popülizm dönemi yönetimi…”
Onun bir numaralı kuralı da, bu dönemi adaletten sapmadan yönetmek.
Yani önce gerçekten bağımsız bir yargı…
Ama o süreci beklemeden daha şimdiden söylenebilecek şeyler var.
Brezilya örneği hepimize şunu gösterdi.
(*) Otoriter ve kontrolsüz popülist başkanlık sistemi hiçbir ülkeye mutluluk getirmiyor.
(*) Ekonomide büyük sorunlar yaratıyor.
(*) Adaleti, medyayı, demokratik kurumları yerle bir ediyor.
(*) İnsan haklarını geriletiyor.
(*) Keyfi yönetim, yolsuzluk sıradanlaşıyor.
(*) Halkı kutuplaştırıyor, nefreti siyasetin günlük malzemesi haline getiriyor.
Ve sonunda, en iyi niyetle başlayan liderleri bile sonunda seçilmiş diktatörler haline getiriyor.
Bu örnek bir kere daha gösterdi ki…
Demokratik gelenek ve kurumları tam yerleşmemiş ülkelerde demokrasiyi en iyi parlamenter sistem koruyor ve sürdürüyor.
Yani Altılı Masa’nın varoluş nedeni doğrudur ve sağlamdır.
Türkiye’yi de düze çıkaracak yol budur.
Yani; Güçlendirilmiş başkanlık sisteminden, güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçirmek.