Ertuğrul Özkök: O hamam böceğine gülme mi ağlama mı yoksa vazgeçme zamanı mı?

Franz Kafka'nın "Dava" kitabının kapağı ve geçtiğimiz günlerde yaşamını yitiren rock şarkıcısı David Crosby

Ertuğrul Özkök, "Pazar Mektubu" başlığı altında,  yazdığı ve "newsletter" olarak paylaştığı yazısında bugün, yazar Franz Kafka ile ilgili New York Times'ta yayımlanan yazının ardından başlayan tartışmalar ve Byrds ve Crosby, Stills and Nash gibi grupların kurucuları arasında yer alan ünlü rock şarkıcısı David Crosby'nin ölümüne er verdi. Özkök, "Kafka yorumlarında okuyorum ki, yazıldığı günlerde bu hikâyelere gülünüyormuş. Hatta bizzat Kafka kendisi bu hikâyelere gülüyormuş. Daha da üzüldüm. Acaba biz mi trajediye dönüştürdük gülebileceğimiz roman kahramanlarını… Bugünün siyasetçileri mi… Demek ki bu kahramanları bizzat bizim yüzyılımız, 20’nci Yüzyılın ikinci yarısı ve bu yüzyılın despot rejimleri hüzünlü ve acıklı bir karaktere sokmuş." düşüncesini dile getirdi.

Özkök'ün "O hamam böceğine gülme mi ağlama mı yoksa vazgeçme zamanı mı?" başlıklı yazısı şöyle:

O hamam böceğine gülme mi ağlama mı yoksa vazgeçme zamanı mı?

Bu hafta hayatımın en şaşırtıcı ve en düşündürücü şeylerinden birini öğrendim.

Öğrendiğim an şunu düşündüm:

Acaba hayatım boyunca boşu boşuna mı ağlamışım, üzülmüşüm…

Başından başlayayım…

O adam meğer hayatında sadece bir kere gülmüş

Önce şunu öğrendim.

Alman filozofu Martin Heidegger bütün hayatı boyunca sadece bir kere gülmüş.

Tarihçi Paul Johnson böyle diyor.

O da Haarz dağlarında bir piknik sırasında olmuş.

Arkadaşı Ernst Jünger bir sosisi sosa batırmak için öne doğru eğildiğinde deri pantalonu öyle büyük bir sesle yırtılmış ki…

İşte buna gülmüş ünlü filozof…

Kafka da gülermiş bakın hem de neye?

Kafka’nın başına da buna benzer bir olay bir opera gecesi gelmiş.

Arkadaşı Max Brod içtiği sodayı Kafka’nın üzerine dökünce öyles gülmüş ki içtiği nar suyu burnundan fışkırmış.

Kafka ve gülmek…

Hiç yan yana getiremediğim iki şey…

Kafka'nın günlüğü İngilizce yayınlanınca irkiltici bir kavga patladı

Kafka’nın 1909 ile 1923 arasında tuttuğu günlükler, Almanca yayınlandıktan 30 yıl sonra nihayet İngilizce de yayınlandı.

Bunun üzerine geçen hafta çok tuhaf ve irkiltici bir tartışma patladı.

İşin en ilginç yanı tartışma Kafka’nın yazdıkları ile ilgili değil, yayınlanan günlükler üzerine New York Times’da yayınlanan bir yazı üzerine başladı.

Yazıyı gazetenin edebiyat eleştirmeni Dwight Garner yazmıştı.

Arkadaş, Kafka ile ilgili bir yazıya Heidegger anektodu ile başlanır mı?

Tartışma yazının içinde değil, bu yazı üzerine yazılan 68 okuyucu yorumunda başladı.

MatthewG imzasıyla yayınlanan ilk yorumda, “Kafka’ya ilgili bir yazıya Alman Nazi Partisi'nin en büyük destekçisi Heidegger’den bir anekdot ile başlamak hiç de iyi bir fikir değil” dedi.

Öyle ya Kafka bir Yahudiydi ve yazıya antisemit düşünceleri ve aidiyeti apaçık bir düşünürle başlanır mıydı?

Ve bir anda bu tartışma her şeyin üzerine geçti.

Bense, çağımızdaki kutuplaşmanın artık nerelere sızdığını görmekten dolayı bir defa daha umutsuzluğa kapıldım.

Bir edebiyat eleştirmenin yazısına başlama paragrafına kadar bulaşmış bir kutuplaşma ve nefret duygusu, bir hesap sorma hali…

Neyse asıl konuma döneyim…

Türkan Saylan

Türkan Saylan'ı evinden aldıkları sabah şunu hissetmiştim

Acaba Kafka hayatında kaç kere gülmüştür?

Genç yaşlarımda Kafka’nın kitaplarını ilk defa okumaya başladığımda bir sabah uyandığında kendini böceğe dönüşmüş bulan Gregor Samsa beni çok derinden sarsmıştı.

Hayatım boyunca insan yalnızlığı, hüznü ve trajedesinin en büyük kahramanı olarak Kafka’nın Samsa’sı ve Yusuf Atılgan’ın Anayurt Oteli’nin kahramanı Zebercet gelmişti gözümün önüne…

Türkan Saylan’ı evinden alıp götürdükleri sabah, yine bir sabah uyandığında kendini, nedenini hiçbir zaman anlamadığı ve öğrenemediği bir suç nedeniyle mahkemeye verilmiş bir insan olarak bulan Joseph K. gelmişti gözümün önüne…

Silivri Mahkemeleri boyunca ve bugün Osman Kavala, Selahattin Demirtaş davaları boyunca hiç gözümün önünden gitmedi o görüntü.

 

Acaba biz boşu boşuna mı ağladık gülünecek şeylere

Gregor Samsa ve Joseph K. 21’inci Yüzyıl hayal kırıklığımızın iki ana kahramanı olarak kaldı hayatımda.

Oysa şimdi yeni Kafka yorumlarında okuyorum ki, yazıldığı günlerde bu hikâyelere gülünüyormuş.

Hatta bizzat Kafka kendisi bu hikâyelere gülüyormuş.

Daha da üzüldüm.

Acaba biz mi trajediye dönüştürdük gülebileceğimiz roman kahramanlarını…

Bugünün siyasetçileri mi…

Demek ki bu kahramanları bizzat bizim yüzyılımız, 20’nci Yüzyılın ikinci yarısı ve bu yüzyılın despot rejimleri hüzünlü ve acıklı bir karaktere sokmuş.

David Crosby

Cuma sabahı 04.58'de gelen bir WhatsApp mesajı

Kafka’nın günlükleri ile ilgili bu yazıyı okuduğum hafta sonu, geçen cuma sabah saat tam 04.58’de Oray Eğin’den gelen binr WhatsApp mesajı ile uyandım.

“Abi David Crosby ölmüş” diyordu.

O an 1965 yılına döndüm.

İzmir’de Çiğli Amerikan Radyosu’nda, Byrds topluluğunun “Turn, Turn, Turn” şarkısını ilk defa dinlediğim an hissetiklerimi bugünmüş gibi hatırladım.

Folk Rock tarzının doğum şarkısıydı o…

A time to die: Ölmek için uygun bir zaman

O olağanüstü gitar rifinden sonra gelen sözler…

“Dön..Dön..Dön…” diyerek Sufi dervişler gibi dönen bir şarkının sözleri…

Özellikle “A time to die…”

“Doğmanın bir zamanı vardır…

Ölmenin de…

Ekmenin bir zamanı vardır…

Biçmenin de…

Savaşmanın bir zamanı vardır…

Barışmanın da…

Ve bazen “Vazgeçmenin de bir zamanı vardır…”

Komünist Partisi'nin üniversiteye bağışladığı Eski Ahit sözleri

Yıllar sonra bu şarkının sözlerinin Eski Ahit’ten alındığını öğrenmiştim.

Şarkıyı büyük folk sanatçısı Pete Seeger yazmış ve bestelemişti…

Yine yıllar sonra öğrenmiştim ki, Seeger’in kendi eliyle yazdığı o sözlerin orijinal belgesi  Amerikan Komünist Partisi tarafından New York Üniversitesi Kütüphanesi'ne bağışlanmış.

 

Easy Rider filminde Deniss Hopper'in oynadığı karakter

David Crosby, 1960’lar ve 70’ler büyük kültür devriminin en büyüklerinden biriydi.

21’inci yüzyılda yeniden hortlayacak olan faşizmin ayak seslerini daha o yıllarda hisseden sanatçılar kuşağındandı…

Önce Byrds’le başlayan büyük müzik devrimi, 70’lerde Crosby, Stills, Nash&Young’la devam etmişti.

Ahmet Ertegün’ün keşfettiği bir gruptu.

O yılların kült filmi Easy Rider’da Denis Hopper’ın oynadığı o muhteşem karakter, ondan esinlenmişti.

Özellikle de bıyıkları…

Onun bestesi “Almost Cut My Hair” benim blues rock antolojimin başeserlerindendir.

Büyük adamdı David Crosby…

Cevabını hâlâ veremediğimiz 50 yıllık bir soru

Kafka’dan David Crosyb’e…

Bizim neslimizin trajik metamorfozu işte bu kronolojide yazılıdır.

Ve bu yaşımıza geldiğimizde hâlâ Bob Dylan’ın ‘Like A Rolling Stone” şarkısındaki o sorunun cevabını verebilmiş değiliz…

“How does it feel…”

Bütün bunlar bize ne hissettirmiştir…

Çetin Altan ölmeden önce “Hayal ettiğimiz ülke bu değildi” demişti.

Kafka’yı okumaya başladığımız o genç yıllarımızda hangimiz bir sabah uyandığımızda kendimizi birer Gregor Samsa, birer Joseph K. haline dönüşmüş bulacağımızı tahmin edebilirdik ki…

Önce 12 Eylül, sonra Silivri ve sonrası öğretti bize…

Çok yakınımızdan bile birçok arkadaşımız nedenini hiçbir zaman öğrenemedikleri davalarda üç beş sene içerde yattılar.

Özeti hepimiz için aynı hüsran…

Hayal ettiğimiz ülke ve dünya bu değildi…

Elimizde bir tek gülme jokeri varsa 14 Mayıs'ta ne yapacağız?

Ne yapabildik derseniz…

Sadece John Lennon’un dediğini…

Maalesef hiçbir şeyi değiştiremedik…Sadece saçlarımızı uzatabildik, en cesurlarımız kulaklarına küpe takabildi…

İşte o kadar…

Şimdi 14 Mayıs günü geliyor…

Ve ben kendi kendime soruyorum…

İçimizdeki o böceği ne yapacağız…

14 Mayıs gülme zamanı mıdır…

Ağlama mı…

Yoksa vazgeçme zamanı mı…

Eğer elimizde hayatta bir defa gülme jokerimiz varsa…

Onu hangi gün kullanacağız…