20 yılı Genel Yayın Yönetmeni olmak üzere 35 yıl aralıksız çalıştığı Hürriyet'in kasım ayında yollarını ayırdığı Ertuğrul Özkök, eşinin adına gönderme yapan "Tansu'ya Mektuplar" başlığı altında yazılarını sürdürüyor. Yazılarını "newsletter" olarak geniş bir gruba gönderen Özkök, son yazısında, akademisyen, yazar Murat Belge'nin T24 Yıllık'ta yayımlanan "Şair dostlarım" yazısına değindi. Özkök, Murat Belge'nin yazısından bazı bölümlere yer vererek, "Teşekkürler Murat Belge…Türk edebiyat tarihinin bizim neslimizde derin izler bırakan İkinci Yeniciler'le ilgili çok renkli şeyler öğrendik. Şimdi o insanlardan çıkan o büyük şiirleri daha iyi anlıyorum." düşüncesini dile getirdi.
Özkök'ün "Tansu'ya Mektuplar" dizisinde "Yılın ilk seviyeli magazin bombası, üç kadın, iki erkek ve bir derin yırtmaç" başlıklı yazısı şöyle:
Bu ülkede 'seviyeli magazin' denince ilk akla gelen iki isim kim?
Biri T24’ün “Upper Cihangir” yazarı Tuğrul Eryılmaz...
Türkiye’nin “Gonzo gazetecisi...”
Öteki de bendeniz…
Değil mi…
Artık değil…
Çünkü bu yılbaşında aramıza öyle bir “seviyeli magazin yazarı" katıldı ki…
Ne Tuğrul ne ben katiyen seviyesine yetişemeyiz…
Bir kere bizden akademik…
Bizden daha felsefi…
Bizden daha görmüş geçirmiş…
Anlattığı olaylar, “Ordan burdan duydukları” değil bizzat tanık olduğu olaylar…
Hem de Türkiye’de edebiyat ve sanatla ilgilenen herkesi çok iyi tanıdığı insanlarla ilgili şeyler anlatıyor.
Evet medyamızın yeni “seviyeli magazin” yazarını takdim ediyorum.
Murat Belge…
T24’ün bu yıl başında yayınlanan “T24 Yıllık'ta” öyle harika bir yazı yazdı ki…
Bugüne kadar bu kadar ilginç olayları hiçbir yerde okumamıştım.
Murat Belge’nin bu yazısını okumamış olabilirsiniz. Çünkü Tuğrul ve bana göre bir eksiği var.
Yazılarına başlık atmayı bilmiyor.
Bir de ilginç ara başlıklarla okumaya teşvik etmiyor.
İşte ben de Allah vergisi yeteneğimle, size bu harika yazıdan en önemli ve en ilginç yerleri aktarıyorum.
Türk edebiyatının en büyük bilmecelerinden biri Edip Cansever’le Alev Ebüzziya ilişkisidir. Yakınlarda Cansever’in Alev Ebüzziya ile mektuplaşmaları, daha doğrusu Edip’in yazdığı mektuplar yayımlandı. Bunların bir bölümü alenen aşk mektuplarıydı. Ancak bu platonik bir ilişki olarak mı kaldı yoksa daha ileri gitti mi bilinmiyor.
Ne yazık ki Murat Belge’nin yazısı da buna tam açıklık getirmiyor. Buyrun kararı siz verin.
“Alev’i çok sevdiğini ben de bilirdim ama onları bir arada hiç görmedim. Çapkınlık fırsatı çıkmışsa kaçırmak istemediğini de gözlemliyordum (ama eşi Mefharet’i de severdi).”
Maalesef bu muamma yine çözülemedi.
Arif Keskiner bir defasında bunu Alev Ebüzziya’ya sormuş ve şu cevabı almış:
“Vallahi dostlarımın hepsi hafızamda ama sevgililerimin hepsini unuttum.”
Doğan Hızlan da bu konuda şunu söylemişti:
“Bir keresinde bir otelde buluştukları söylenirdi ama bana göre ilişkileri platonikti.”
Şimdi geleyim yazının en magazinsel kısmına. Üçlü bir aşk ve beşli bir kavga.
Bu kritik bölümde kenara çekilip sözü Murat Belge’ye bırakıyorum:
“Edip’in bir ara Finli bir sevgilisi vardı: Nora, sapsarı saçlı, masmavi gözlü güzel bir genç kadın. O sıralarda Paris’teki Türk ressamlardan Mübin Orhon da askerlik yapmak için Türkiye’ye gelmişti. İyice ilerlemişti Mübin’in yaşı, yurttaşlıktan atılmamak için geri gelmişti. Eski yönetmen Aydın Arakon’un Kalamış’taki evine sıkça gittiğimiz zamanlardı. Orada Edipler'le Mübin karşılaşmışlar. Başkaları da vardı. İçiliyor filan. Bir ara Mübin, Edip’in yanına gelmiş. Nora’yı göstererek “Yahu şu kız hoşuma gitti” demiş. “Biraz sokuldum ama ‘Benim sevgilim var’ dedi. Sen tanıyor musun? Kim o hıyarağası? Burada mı?“ Tam bulmuş soracak adamı. Tipik Mübin. O sıralarda Alev’in de gelmesini bekliyordu. Dertteydi. Aynı zaman dilimi içinde ikisini birden nasıl idare edecek? Edebildi mi, bilmiyorum.”
Biraz da dönemin devrim magazinine girelim. 12 Mart döneminde Murat Belge THKP-C ile yakınlaşmış. O dönemi de şöyle anlatıyor:
“Örgüte para gerek. Kartal’ın oralarda bir bakkal kiralamışlar, iki kişi orada bakkalcılık oynuyor. Bir işçi grubumuz var. Bakkallardan biri sevgilisini özledi. Uyduruk düğün yaptık filan. Her an beklenmedik bir işten ötürü para gerekiyor. Bir gün Edip’e, böyle bir grupla böyle bir ilişkim olduğunu söyledim, her ay bana yüz lira verip vermeyeceğini sordum. Lafı uzatmadan çıkarıp verdi ve her ay ben istemeden verdi.”
Şimdi Taksim’de bir bodrum katındayız. Cemal Süreya ile Tomris Uyar orada oturuyorlar. Ve Murat Belge o bodrum katından bildiriyor:
“Ev şenlik, çünkü evde Tomris var. Tomris’in tükenmez espri kaynakları, zekası, ayrıca da sesi, şarkı söyleme yeteneği. Ama öyle ciddi, ağır parçalara pek rağbet etmiyoruz o sıra (arada bir): Örneğin kanto söylüyoruz. ‘’Mini mini bir kuştum/ Deli gibi olmuştum/ O da busemle coştu/ Ah o gece ne hoştu’’ kantosunu ben Fikriye Hanım’dan önce Tomris’ten duyup öğrendim. Bu şarkıların arasında kıyamet kadar da dedikodu yapardık. Sanat-edebiyat dünyası öyledir; dedikodusuz tadı çıkmaz.”
Murat Belge anlatıyor:
“Tomris daha önce Ülkü Tamer’le evliydi ve görece yeni ayrılmışlardı. Bebekleri sırtüstü yatırılmış uyurken kusmuş ve kusmuğundan boğulup ölmüştü. Sanırım bunun farkına varmamak 'suçu’ da Ülkü’nün sırtına binmişti. Bu çok trajik ölüm onların evliliğini bitirmişti ama dostluklarını bozmadı. Ülkü de sık sık gelirdi bu eve. Papirüs girişiminde de onun yeri vardı. Her zaman çocuksu kalmayı başarabilen Ülkü de çok hoş bir insandı.”
“1969-1970 arasında bir yıllık bir bursla İngiltere’ye gittim. Dönüşümden kısa bir süre sonra Turgut Uyar Ankara’dan İstanbul’a gelip yerleşti karısı Yezdan’dan ayrılarak. Yoksa daha gitmeden önce miydi onun gelişi? Neyse, önce veya sonra, Turgut’la Tomris seviştiler, Tomris Cemal’le yolunu ayırdı. Turgut’la evlendiler."
Murat Belge’nin yazısında aşk ilişkileri dışında da bilgiler var:
“Tomris’le ayrılmak Cemal’i kötü etkiledi. Cemal, içinde erotizm barındırmayan bir hayat yaşayamazdı. Onun için çeşitli 'aşk’lar yaşamaya devam etti. Bu aşklardan biri de bu yakınlarda hayatını kaybeden Zühal Tekkanat’tı. Onunla evlendi ve bir oğulları oldu (Sonradan Cemal’in ölümüne yol açan oğlu Emrah).”
Belge’nin yazısında Cemal Süreya ile ilgili şöyle ilginç bir bölüm daha var:
“Cemal’in, arkadaşlarının özel hayatlarına müdahale ettiğini de öğrendim. Birini birine aşık ediyor, birini karısından ayırıyor, filan böyle hikâyeler dahi anlatıldı, ama ben eskisi gibi yakın olmadığın için bunların ne derece doğru olduğunu bilmiyorum. Abartma da olabilir.”
Üniversitede Sökeli varlıklı iki ailenin çocuğu ile aynı evde kaldığım için Murat Belge’nin yazısında bu bölüm de ilgimi çekti.
“Söke’nin dört büyük toprak sahibi aile vardır; Tanmanlar, Özbaşlar, Fıratlar ve Kocagözler. Fıratlar’dan Halil, High School yatılı kısmındandı, oradan arkadaştık. Günün birinde Söke zenginleri akıllarda kalacak bir olay yaratmaya niyetlenmişler. Ne olabilir? Bir eğlenti olmalı. Ayrıca, akıllarda kalacak bir kişi katılmalı. Bunun da ‘ecnebi’ olması daha uygun olur. Düşün taşın, Silvana Pampanini de karar kılmışlar. Pampanini İtalyan sinemasının ‘hafif siklet’ starlarından. Ama burada tanınıyor, seviliyor. Artık nasıl örgütlendilerse, temasa geçilmiş, kadını razı etmişler. Özel uçak tutulmuş Pampanini İzmir’de karşılanıp Söke’ye götürülmüş; sofralar kurulmuş (bahse girerim, Kuşadası’na götürmüşlerdir). Silvana yalnızca bu sofralarda kendini mi gösterdi (güzellik kraliçeliğinden sinemaya yönelmişti), yoksa bir marifet de gösterdi mi (şarkı söyler, dans eder, piyano çalardı), bilmiyorum. Olayın sonunda gene uçağına bindirmiş, selametlemişler.”
Bir gün ünlü şair Edip Cansever ile Muvaffak Şeref birlikte balığa çıkmışlar. Çapari yaparken iki tane de tekir tutmuşlar. Barbunya ve tekir oltaya gelmezler, ender rastlanan bir durum. Derken Nuri de geldi. Edip Nuri’yi görünce, “Biz öyle usta balıkçıyız ki çapariyle tekir tuttuk” diye bir şaka konusu açtı. Arada bir gene buraya dönüyor. Muvaffak Şeref de bir şey söylemek istiyor ama şakalaşan bu iki arkadaş onu dinlemiyor. Sonunda bir boşluk buldu ve”Engels der ki…” diye başladı. Hoppala, Engels nereden çıktı? “Güneş her sabah doğdu ama yarın doğmayabilir' demiş Engels.”
Birtakım adamlar teleskopla beni izliyor
İlginç bir anı da Oktay Rıfat’la ilgili:
“Oktay Rıfat altmışların sonun da psikiyatrik bir rahatsızlık geçirdi; paranoya oldu. Kuzguncuk’ta bir yalıda oturuyordu. Karşı kıyıda birtakım adamların teleskoplar falan yerleştirerek kendisini izlediğini vehmediyor; gün geliyor, ‘İsmet Paşa’ya suikast hazırlıyorlar’ diye tutturuyordu. Tedavi gördü, ilaç aldı ve atlattı bunları.”
Ve Türk edebiyatının bu en renkli ve en seviyeli magazin sayfasını bir derin yırtmaç hikâyesi ile kapatıyorum. Söz Murat Belge’nin:
“Turgut’larda bir akşam yemeğinden sonraydı. Edip 'Hmm' dedi, biraz düşündü. Birden 'Geçen akşam siz oradayken Tomris ne giymişti?' diye sordu. 'Derin yırtmaçlı, şile bezi bir elbisesi var, onu mu giymişti?' 'Evet’ dedim. Yahu, bu konularda Turgut eski kafa, Türk erkeğidir’ dedi. Hoşlanmıyor onu giymesinden. Tomris de hiç oralı değil. Sanki kasten yapıyor.”
Murat Belge yazısını şu cümleyle bitiriyor:
“Neyse, bunlar fazla özel konular, uzak duralım.”
Ama aradan bunca yıl geçtiği için ben uzak duramadım.
Sanıyorum siz de duramamışsınızdır.
Teşekkürler Murat Belge…Türk edebiyat tarihinin bizim neslimizde derin izler bırakan İkinci Yeniciler'le ilgili çok renkli şeyler öğrendik.
Şimdi o insanlardan çıkan o büyük şiirleri daha iyi anlıyorum."