Selin ONGUN / T24 [email protected]
“Asıl hesaplaşmamız gereken Özden Örnek'in günlükleri. Üniformalı dönemleriyle ilgili olarak yüzleşmek zorunda olduklarına inanıyorum. Özden Örnek anıları öyle kalamaz..."Bu sözler, Türk Silahlı Kuvvetleri camiası içinde önemli bir yere sahip, temsil niteliği yüksek bir isme ait. www.t24.com.tr için sorularımızı yanıtlayan Türkiye Emekli Subaylar Derneği (TESUD) Genel Başkanı emekli Tümgeneral Rıza Küçükoğlu, demokratik süreçlere müdahale eğilimleri konusunda bu sözlerle "özeleştiri" çağrısı yaparken iğneyi kendisine de batırıyor."Biz, emekli de olsak, askerler siyasetçiye siyaset, gazeteciye gazetecilik, işadamına ticaret öğretmeye bayılırız. Halbuki üçünden de anlamayız” diyerek gülüyor. Ve ekliyor: “Hatırladıkça mahcup oluyorum, emekli olduktan sonra NTV'de Savunma Danışmanlığı yaptığım dönemde oradaki gazeteci arkadaşlara işlerini öğretmeye kalkıyordum!"
"Mesele şu; üniformayı çıkardığımız andan itibaren siviliz! Ne olur emekli orgenerallerimiz, generallerimiz de sivil olduklarını artık kavramaya başlasınlar. Sivil olsunlar. Niye kendilerinin sivil haklara sahip olduklarını görmüyor ve kendilerini sivil mücadeleye alıştırmıyorlar? Hukuk devletine, Atatürk ilkelerine bağlı faaliyette bulunmak başka tribünlere oynamak başka. Anıtkabir'e selam vermekle Atatürkçü olunmuyor, tribünlere oynamaya gerek yok. Sokağa çıkmayıp, hukuki bir davada (Ergenekon) yer almadığımız için eleştirildik. Hatta üye kaybına dahi uğradık.”
İlker Başbuğ ve Hurşit Tolon'un devre arkadaşıAskeri kariyerinde “Harp Akademileri öğretim üyesi, Genelkurmay Başkanlığı özel kalem müdürü, askeri ateşe, Cumhurbaşkanı (Kenan Evren) başyaveri” gibi kritik görevleri üstlenen Rıza Küçükoğlu, Kara Harp Okulu 1962 yılı mezunu. Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ'un yanı sıra Ergenekon davası sanıklarından emekli Orgeneral Hurşit Tolon'un da devre arkadaşı olan Küçükoğlu, TESUD'un üniversite kurma projesini konuşarak başladığımız söyleşi esnasında “içeriye” yönelik önemli eleştirilerde bulundu.
“Sayın Başbakan, Sayın Genelkurmay Başkanı, o dönem hakkındaki herkes artık bu konuyu açığa kavuşturmalı. Özden Örnek'in anıları öyle kalamaz. Üniformalı dönemleriyle ilgili olarak yüzleşmek zorunda olduklarına inanıyorum” diyen Küçükoğlu, Hurşit Tolon ve Şener Eruygur'un emeklilik günlerine dair de bir parantez açtı: “Söylemlerinde amacı aşan, dolduruşa gelerek o toplumun ona verdiği adrenalinle sarf edilen yanlış kelimeleri olsa bile ne Hurşit Tolon'u, ne de Şener Eruygur'u bir oluşumun içinde görmek mümkün değil benim açımdan. Daha doğrusu ikisinin bir arada olması, ikisinin geçinmesi mümkün değil. Birinin bir lafı vardı, hoş bir söz olmasa da ben de katılıyorum; eğer o adı geçen emekli generalleri bir araya koysanız kooperatif bile kuramazlar. Kesinlikle öyle. Yaradılışları ters. Beraber dernek yönetemezler. Hele ki örgüt yönetsinler! Yani mümkün değil bir arada olmaları. İkisinin bir arada oturması için bir üçüncünün hakemlik yapması lazım.”
Türk Silahlı Kuvvetleri açısından "ilk" denilebilecek değerde önemli açıklamalar yapan TESUD Genel Başkanı emekli Tümgeneral Rıza Küçükoğlu'na www.t24.com.tr için yönelttiğimiz sorular ile yanıtları şöyle:- TESUD üniversitesi için Meclis'ten onay beklediğiniz doğru mu?
Henüz o aşamada değiliz. Vakfımızı kurduk, vizyon ve misyonumuzu belirledik. Eğer bir tıkanma olmaz, bir duvar örülmez ise 2011-2012 eğitim/öğretim yılında bir yüksek öğretim kurumuna kavuşabileceğimiz inancındayız.
'Milli Savunma Bakanı'nın önerisiyle meslek yüksek okulu kuruyoruz'
- “Eğer bir tıkanma olmaz, bir duvar örülmezse” dediniz, endişeniz mi var?
Endişe değil, fakat şöyle bir gerçek var ne yazık ki. Üniversite kurma girişimimizin duyulması ile birlikte bazı kişilerde sevinç, bazı kişilerde de “Askerler, kendi doktrinlerine uygun üniversite kuracaklar” gibi bir eleştiri oldu. Oysa hep vurguluyorum; biz asker değiliz, üniformayı çıkardığımız andan itibaren siviliz. Ayrıca “tek tip adam” yetiştirmek ya da sanki sadece asker çocuklarına yönelik bir eğitim vermek için bu işe giriştiğimizi sananlar da mevcut. Oysa ki üniversite kurmaya yönelik kanun, yönetmelik açıktır. 2547 sayılı yasa nettir; devletten başka hiç kimse üniversite kuramaz. Devlet organları ya da kişiler de üniversite kuramaz. Kamuoyunda “vakıf üniversitesi / özel üniversite” olarak isimlendirilen, devlet adına veya devlete yardımcı olmak üzere kurulan yüksek öğretim kurumlarını da devlet adına ilgili vakıf oluşturur. Onay ise önce Yüksek Öğretim Kurumu'na (YÖK), ardından Bakanlar Kurulu'na, TBMM'ye ve sonra da Cumhurbaşkanı'na aittir.
'Murat Yalçıntaş'tan Teknopark projesi için teklif aldık'
- Sizin şimdiye dek YÖK'le temasınız oldu mu?
Hayır. Çünkü az önce söylediğim gibi henüz ortada bir üniversite dahi yokken “Askerler, kendi doktrinlerine göre bir eğitim verip, Türkiye'de yeni bir doktrinel hareket mi yaratmak istiyorlar?” şeklinde bir atmosfer doğmasını, beyinsel, politik bir duvar oluşmasını istemiyoruz. Bu arada 15 gün önce Sayın Milli Savunma Bakanı'mız ile yaptığımız görüşme neticesinde şöyle bir gelişme oldu. Kendileri şunu söylediler: “Savunma sanayi, savunma teknolojisi alanlarında deneyimli ve kavram sahibi insanlarsınız. Üniversite yerine neden bu alanlarda hizmet verecek bir meslek yüksek okulu açmıyorsunuz?” Örnegin Sayın Bakan'ın önerisinin benzerini, yani TESUD organlarının kendi mesleki faaliyetleri ile paralel projelerde yer almasını, İstanbul Ticaret Odası Başkanı Murat Yalçıntaş'tan da aldık.
- İTO sizin üniversite projenizi mi destekliyor?
Şöyle, Sayın Yalçıntaş, TESUD organlarının çalışmalarına yönelik bu tip faaliyetlerin Sabiha Gökçen Havalimanı'ndaki Teknopark İstanbul projesinde pratik edebileceğimiz önerisinde bulundu. Burada şuna dikkat çekmek istedim. Sayın Bakan'ın meslek yüksekokulu önerisiyle sayın Yalçıntaş'ın önerisi arasındaki paralellik, bizim neden mesleki donanımlarımıza hitap eden bir üniversite kurmaya yöneldiğimize işaret ediyor.
'Meşguliyeti olmayan emekliler iç siyaseti konuşmaktan zevk alıyor'
- Neden?
Sayın Bakan YÖK'te başkanvekilliği yapmış, mevzuatı iyi bilen, yıllarını iç politikada geçirmiş bir kişi. Otoritelerde emekli askerler derneğine karşı bir duvar örüldüğü takdirde projenin bitmeyeceğini gayet iyi biliyor. Sonra böyle bir proje, mevcut hükümetin, YÖK'ün, dünya çalışma örgütlerinin politikasında da var. Düşünün 14 yaşında mesleğe giriyorsunuz, 52 yaşında emekli oluyorsunuz. Sonra uzun bir emeklilik dönemi. İşgücünün kullanılmadan boş yere tüketildiği uzun yıllar. Adam, ceketini giyip kravatını takıp orduevine gidiyor. “Efendim vaktiyle şurada albaydım” diyerek sadece eski rütbesiyle övünebilen, toplum içindeki değerlerini unutan bir insan; bu mu bize fayda sağlayacak? Doğal olarak olumsuz bir kişilik yaratıyorsunuz. Ümitsiz, meşguliyeti olmayan insan da iç siyaseti konuşmaktan zevk alıyor. Eleştiriyor, karşı geliyor ama yeni çözümler üretmiyor. İşte biz TESUD olarak olumsuzlukları artan insanlar yerine meşguliyeti olan, toplumda kendine yeni bir yer edinen insanları hedefliyoruz. Onun için anonim şirketimizi kurduk, onun için üniversitemizi açmak istiyoruz. Nedir bu; askerlikte kazanılan değerleri, eğitimi, deneyimi emekli olduktan sonra esnek aktif iş gücüne taşıyarak yeni bir alanda değerlendirmek. Bu amaçla, Sayın bakanımızın da önerisiyle savunma sanayii dalındaki ilgili branşlar başta olmak üzere sivil havacılık ve sağlık alanlarında eğitim verecek meslek yüksek okulu projesi için çalışmalarımıza başladık.
'Akademik kadro doktoralı askerlerden'
- Ankara Kızılay'daki TESUD genel merkezinin üniversite olacağı söylenmişti?
Hayır. Şu anda Ankara'da geçici olarak eğitim verilebilecek kiralık bir ortam, diğer yandan kampüsümüz için arsa arıyoruz.
- Anlaştığınız akademisyenler var mı?
Akademik kadromuzu doktorasını yapmış emekli askerlerden oluşuyor.
- Şimdi, “Askerler kendilerine üniversite kuruyor işte!” diyenler olursa?
Aslında bu algının da temelinde ne yatıyor; bunu tekrar tekrar konuşmak gerek.
'Ergenekon sürecinde meydanlara çıkmadık diye eleştirildik'
- Buyrun...
Bu üniversite projesi kimin, TESUD'un? TESUD nedir peki? Biz siyasi parti değiliz; siyaset içinde aktif biçimde rol almamıza da hiçbir kanun izin vermiyor. Sendika da değiliz. Sendika derken şunu kast ediyorum; TSK'nın işine karışmak, TSK ile mücadele etmek veya TSK adına konuşacak bir oluşum da değiliz. Demokratik sivil toplum kuruluşu da değiliz. Biz sadece bir meslek dayanışma örgütüyüz. Ama maalesef beklenti şu; üniformalı müsait değilse vaktiyle üniforma giymiş adında asker, subay kelimesi bulunduran disiplinli bir örgüt sokaklara dökülsün.
- Bu beklenti kimden geliyor?
Vatandaşımızdan da geliyor aydınımızdan da. Örneğin seminerler yapıyorduk. Katılanların asker kökenli değil çoğunlukla sivillerden oluştuğu seminerler. İnanır mısınız; o toplantıları siviller provoke ediyordu. Ve o gün “Vay niye Başkan Bush dediniz?” diyenler bugün o meşhur dava (Ergenekon Davası) nedeniyle derneğin önünden geçmeye korkuyor. Ben de şimdi sesleniyorum; madem öyle gelin bizim derneği iptal edelim. Milli Savunma Bakanlığı'na yeni bir dernek kurmak için teklif verelim. Adını da “Türkiye Cumhuriyeti'ndeki her şeyle kavga etme derneği” koyalım! Zaten bizim açmazımız da hukuk devletinin, parlamenter sistemin tek kurtuluş olduğunu anlamamaktan kaynaklanıyor.
'Cumhurbaşkanı Gül benim başkomutanımdır'
- Bu sözleriniz kimilerinin zihninde “Acaba bu değişimin altında ne var?” sorusunu yaratabilir mi?
İnanın bunları dile getirdiğim için çok ciddi şekilde eleştirildim, hatta üye kaybına bile uğradık. Biz 2007 seçimi ve Cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra, “Süreç bitmiştir, anayasamızın belirlediği seçimler yapılmıştır” dedik. Seçim sonuçlarına göre oluşan yapı benim hükümetimdir. Ben daha önce farklı bir beklenti içinde olsam bile bu seçimi kabul etmek durumundayım. Cumhurbaşkanı da benim başkomutanımdır; verdikleri resepsiyona da gittim. Sayın Cumhurbaşkanı'na da kendimi dernek başkanı olarak takdim ettim. Ortada böyle bir süreç (Ergenekon Davası) yoktu daha. Kaldı ki TESUD bu süreçte hiçbir sıkıntılı durumla karşılaşmadı. Bizim adımızı kullanarak birliklere ihtilal beyannamesi diye mektup gönderme provakasyonları oldu, “Emekli generaller orduevinde muhtıra hazırlıyor” dediler. Ama çok şükür ki hiçbiri gerçek değildi.
'E-muhtıra, 12 Eylül'den de, 22 Şubat'tan da kötüdür'
- Ergenekon süreciyle birlikte “Ya biz de Atatürkçü Düşünce Derneği gibi algılanırsak” şeklinde bir endişe taşıdınız mı?
Hayır, çünkü öyle bir olguya izin vermedik. Örneğin Temmuz 2008'de bütün şube başkanlarımız ile hukuk devleti içinde hukuk sürecine karışmanın ülkeyi felakete götüreceği kararını aldık. Tabii yine de bizi simgeleştirmek isteyenler oldu. Bizim ne olduğumuzu Sayın Milli Savunma Bakanı da, Sayın Başbakan da biliyor. Yargı organlarında da TESUD'la ilgili bir hukuksuzluğa rastlanmadı. Dolayısıyla o endişeyi yaşamadık. Ama bu arada, “TESUD Başkanı görevini yapmıyor, sokağa çıkmıyorlar” diyenler de oldu tabii. Melih Aşık gibi deneyimli bir gazeteci bile “TESUD kendi komutanlarını korumuyor” diye yazabildi. Sokağa çıkıp, meydanlarda olmadığımız için eleştirildik. Oysa her türlü destek yapıldı; ailelerine, kendilerine izlemeleri gereken hukuki tavsiyelerde bulunuldu. Tek şey yapılmadı; sokağa çıkıp bir hukuk davasında yer alınmadı.
- Sizi bu nedenle eleştirenler ile ayrıldığınız nokta nedir?
Benim şahsım için mesela e-muhtıra (Abdullah Gül'ün aday olduğu Cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk turunun yapıldığı 27 Nisan 2007 gecesi Genelkurmay Başkanlığı'nca yayımlanan bildiri) 12 Eylül'den de, 22 Şubat'tan da kötüdür. (22 Şubat 1962: Darbe planı yapan bazı subayların görevden alınması üzerine bu grup içinde yer alan Kara Harp Okulu Komutanı Albay Talat Aydemir'in direnişi ve ardından yaşanan gelişmeler...) Biz bu dönemlerin hepsini yaşadık. Hukuk develetine, Atatürk ilkelerine bağlı olmak zaten bir Harbiyeli'nin temel değeri olmalıdır. Yani sürekli “Biz Atatürk ilkelerine şöyle bağlıyız, bu kadar inkılapçıyız” diyerek bunu vurgulamak yersiz. Şimdi TESUD'un Yönetimi Kurulu diyor ki, “Benim misyonum, benim anayasal görevim bana siyasal hareketlerde, sokakta hukuk dışı davranışlarda bulunmaya izin vermiyor.” Bizde İç Hizmet Kanunu'nun 35'inci maddesi gibi bir yetki yok. Cumhuriyeti koruma kollama gibi bir görevim yok benim. Hukuk devletine bağlı, Atatürk ilkelerine bağlı faaliyette bulunmak başka tribünlere oynamak başka. Anıtkabir'e selam vermekle Atatürkçü olunmuyor, tribünlere oynamaya gerek yok.
'Özden Örnek'in anıları öyle kalamaz. Üniformalı dönemleriyle yüzleşmeliler'
- O halde hemen soralım; Hurşit Tolon sizin devre arkadaşınız. Kara Harp Okulu'nda aynı sınıfta eğitim gördünüz. Yıllarca birlikte görev yaptınız. Bu süreçle birlikte nasıl ikilemler yaşıyorsunuz?
Hurşit Tolon çok sevecen, arkadaşlarına çok bağlı bir arkadaşımızdır. Samimiyetle söylüyorum; bu süreçle birlikte gerçekten arkadaş olarak içimiz yandı. Ailesine de söyledim; asıl hesaplaşmamız gereken Özden Örnek'in günlükleri. Üniformalı dönemleriyle ilgili olarak yüzleşmek zorunda olduklarına inanıyorum. Özden Örnek anıları öyle kalamaz. Sayın Başbakan, Sayın Genelkurmay Başkanı, o dönem hakkındaki herkes artık bu konuyu açığa kavuşturmalı. Ve yine çok önemli, Orgeneral Hilmi Özkök görevde olduğu dönemden bu yana daha farklı bir tutum izleyebilirdi.
'Hilmi Özkök'ün nereye koştuğunu anlayamadım'
- Yani “Özkök soruşturma açmalıydı” mı diyorsunuz?
Görevde olduğu dönemden bu yana bu konuya yönelik yaptığı açıklamalar ile nereye koştuğunu tam olarak anlayamadım, diyorum. Örnek'in günlüklerinde, o dönemde üniformalı olanların ve ilgili konu ile ilişkilendirilenlerin hepsinin bu duruma artık netlik kazandırması gerektiğini düşünüyorum. Ama “Sivil kuruluşların içinde Hurşit Tolon'u görerek, hareketlerine bakarak acaba bir eylem içinde mi?” diye bana resmen sorulursa cevabım "hayır" olacaktır. Söylemlerinde amacı aşan, dolduruşa gelerek o toplumun ona verdiği adrenalinle sarf edilen yanlış kelimeleri olsa bile ne Hurşit Tolon'u, ne de Şener Eruygur'u bir oluşumun içinde görmek mümkün değil benim açımdan.
'Şener Eruygur ve Hurşit Tolon biraraya koysanız kooperatif bile kuramazlar'
- Bunu neye dayanarak söylüyorsunuz?
Daha doğrusu ikisinin bir arada olması, ikisinin geçinmesi mümkün değil. Birinin bir lafı vardı, hoş bir söz olmasa da ben de katılıyorum; eğer o adı geçen emekli generalleri bir araya koysanız kooperatif bile kuramazlar. Kesinlikle öyle. Yaradılışları ters. Beraber dernek yönetemezler. Hele ki örgüt yönetsinler! Yani mümkün değil bir arada olmaları. İkisinin bir arada oturması için bir üçüncünün hakemlik yapması lazım. Bir de şöyle bir konu var; herkesin sesi o kadar yüksek çıkıyor ki. Mesela o otel toplantıları...
- Kent Otel toplantıları mı?
Evet, ben hiç gitmedim. Ama oradaki resmi şöyle değerlendiriyorum; artık yıldızı parlamayan insanlar yeniden parlamak umuduyla bir araya geliyor, kimse kimseyi dinlemeden konuşuyor, herkes kendini tatmin ediyor. Ortada bir üretim yok, proje yok, öylece konuşma.
'Hurşit Tolon liderliği sevdiği için isteyen istediği kadar dolmuşa bindirebilir'
- Hurşit Tolon'un yine bir devre arkadaşı, yaptığımız bir görüşme sırasında, şöyle bir değerlendirmede bulunmuştu: “Hurşit fiziki özellikleri ile lider görünümlüdür. Etrafındaki kalabalığın dolduruşuna geldi. Hurşit'i lider olma arzusu yaktı.”
Bir de şu var; çocuk kadar temizdir. Büyük bir iddia ile gelir, sizinle konuşurken hipotezler ortaya koyar, ama bir saat sonra sizin fikirlerinizi aynen benimsemiş olarak bir başkasına üstelik sizin yanınızda tekrarlar. Hurşit Tolon bu anlamda çok çabuk inanan bir kişidir. Ve hep ön planda olmayı isteyen bir arkadaşımızdır. Mesela yine devre arkadaşımız olan İlker Başbuğ için söylemiştik; kendini ön plana çıkarmaz, sessizdir ama onun zekâsını üstleri hemen hisseder. İlker Başbuğ henüz kurmay yüzbaşıyken “Bu çocuk bir yerlere gelecek” denirdi. Ama onun kendini göstermek, ortaya çıkıp lider olma gibi bir iddiası yoktu. Fakat kişiliği, sizi kavrayacak ruh hali ile onu hissederdiniz. Hurşit arkadaşımızın ise liderliği seviyordu. Basket takımındaydı. Ama ne kadar iyi basket oynardı; hiç hatırlamıyorum. Tören bölüğündeydi. Acaba en eyi tören bölüğü müydü; değildi. Akademide öğrenciyken ön planda olmayı seven bir ruh hali içindeydi, onun için Hurşit'i isteyen istediği kadar dolmuşa bindirebilir. Biliyorum ki kendisi şu anda bana kırgın. Oysa ben gerçekten her türlü desteği yaptım; ailesi ile ilgilendim. “Bu davada sizin için sorun Özden Örnek'in anılarıdır” diyerek olması gereken hukuk yollarını söyledim. Ama git karakolun önünde bağır, hapishanenin önünde gösteri yap, bunu bizim dernekle örtüştüremeyiz.
'Ne olur emekli orgenerallerimiz artık sivil olduklarını kavrasınlar'
- Hurşit Tolon, İlker Başbuğ'un da devre arkadaşı. Sizce Başbuğ'un işi bu açıdan ekstra bir zorluk içeriyor mu?
Arkadaş olarak içi acır, ama sivil toplum içinde bu hareketleri, bu konuşmaları yaparken kimse İlker Başbuğ'a bir şey sormadı. Mesele şu; artık biz siviliz! Ben sivilim. Ne olur emekli orgenerallerimiz, generallerimiz de benimle eş düzeyde sivil olduklarını artık kavramaya başlasınlar. Sivil olsunlar. Niye kendilerinin sivil haklara sahip olduklarını görmüyor ve kendilerini sivil mücadeleye alıştırmıyorlar?
'General eşittir darbeci' gidişatı milli askeri değer kaybıdır'
- Genelkurmay'dan çıktığı belirtilen gizli belgeler, suikast planları, fişlemeler... Siz bu haberleri okurken ne kadar “sivil” kalabiliyorsunuz?
Çok önemli bir yere getirdiniz konuyu. Biz ne yazık ki "milli askeri değer" kavramıyla askerlik kavramını birbirinden ayıramıyoruz. 1986 yılında ABD Kara Kurmay Koleji'nde öğretim üyesi olduğum dönemde ve ardından Harp Akademileri'nde tez konum buydu; milli askeri değerler. Milli askeri değer, bir ulusal değer kavramıdır. En basit ifade ile askerin olumlu bir imajı varsa, vatandaşlar askere gönüllü olarak gidiyorsa, askerin imajı toplumun sevgi ve saygısıyla korunma altındaysa o ülkede ulusal askeri değer yüksektir. Eğer askerin olumsuz yönlerini dile getirirken zevk alan, onu ciddi şekilde dışlayan bir tutum izleniyorsa, ulusal askeri değerde ciddi kayıp vardır. Bu, Vietnam savaşı sırasında Amerikalı'nın üniforma gördüğü zaman tepki göstermesine benzer. Benim korkum hukuk devleti kuralları içinde saygınlık gösteren bu davalar ve olayların ulusal askeri değere zarar vermesidir. Yani general eşittir darbeci, general “ergenekoncu” gidişatı. Bir kişi sizin yanınızda bulunmaktan çekiniyorsa, sizinle ilişkisini kesiyorsa üzülerek söylüyorum; milli askeri değerde büyük kayıp vardır. Şimdi sorunuzun cevabına geleyim; ben artık sivilim. Ama bir sivil olarak ulusal askeri değer konusunda endişeliyim. Nöbetimi bitirdim, 2000 yılında emanatimi sapasağlam devrettim. Yaş haddimi de geçtim. Benim bir daha askere dönmem mümkün değil, ama o emaneti verdiğim arkadaşım da onu iyi korumalıdır diye içimden geçiriyorum.
'Bitti artık arkadaşlar, biz siviliz'- Emekli asker kendine, TSK'ya nasıl zarar veriyor?
Kesin yasakladığımız bir konu var; kendinizi eski rütbenizle sanki hâlâ Silahlı Kuvvetler'in içindeymiş gibi konumlandırmayın. Bitti artık arkadaşlar; artık biz siviliz.