Star yazarı Sibel Eraslan, eşcinsel evlilikerin ABD'de yasal hale gelmesine ilişkin olarak, "Eşcinsellik propagandası, her geçen gün güçleniyor" dedi. "Nükleer yalnızlık, güvensizlik, cinsiyet utancı veya nesli ifsad ya da insansızlık gibi derin sonuçlarını şimdilik konuşmuyoruz mevcut eşcinsellik davetiyelerinin" diyen Eraslan, "Çağrının karanlık galerisinde şimdilik; şiddet, alkol ve uyuşturucu bağımlılığı, fuhuş sektörü, çocuk pornografisi, mafyatik çeteleşme gibi kriminal klasörler var... Ama topluma bu yüzüyle değil de, özgürlükler bahçesiymiş gibi sunuluyor eşcinsellik" ifadelerini kullandı.
Sibel Eraslan'ın Star'da "Eşcinsel evlilik ve imkansız pırıltı" başlığıyla yayımlanan (28 Haziran 2015) yazısı şöyle:
Yüksek Yargıç Anthony Kennedy; “Hiçbir birliktelik evlilikten daha derin değildir” ifadesini kullanmış eşcinsel evliliklerin anayasal bir hak olduğu kararını açıklarken... Bir yasa tatbikatçısı için mistik bir cümle, etkileyici...
ABD’de artık eşcinsel evlilikler, yasal hale geldi bu karardan sonra. Kararı mahkeme kapısında büyük bir heyecanla bekleyen eşcinsellerin sevinç gösterilerini fotoğraflardan izlerken birbirine sarılmış orta yaşlı iki kadının kucağındaki küçük bebek dikkatimi çekti... Fotoğraf, paradoksal bir şekilde; erkek neslini yadsıyan iki kadının, erkek nesli olmadan ortaya çıkartamayacağı o küçük bebek sayesinde, Yargıç Kennedy’nin işaret ettiği ‘’derinliğin’’ imkansız pırıltısı gibi ışıldıyordu... “Babasız Çocuk” mitiyle başa çıkabilmek kolay değildir...
Şimdilik imkansız. Belki bir gün gelir, erkek ve kadın cinslerine ihtiyaç duyulmayacak şekilde üretilir döl hücreleri. Belki kadın ve erkeği bitirdikten sonra sıra insana da gelir. Daha geçenlerde seyrettiğim bir bilim kurguda; insan, bitki, hayvan ve eşya karışımı bir sürü laboratuvar yaratığı vardı. Zannediyorum ki tüm maceraperest haletimi zorlayan bu eşik, benim gibi orta yaşlı birisi için olsa olsa bir cehennem provası olur. Gelecek hakkındaki bilinçaltımızı ele veriyor oluşu açısından bilimkurgu önemli. İnsanlığın hayal gücünün ne yazık ki aydınlık düşler eşliğinde gittiğini söyleyemeyiz, karanlık, hüzünlü ve insansız tahayyülat, uzak istikbale has öngörümüzün, yani zannımızın, hiç de iç açıcı olmadığını ele veriyor...
***
“Ölümcül Kimlikler” demişti Amin Maalouf, çatışma üreten farklı kimliklere. Çatışmaya itiraz etmesi ne kadar anlamlıysa, ana akım batı modernitesi dışındaki tüm diğer varoluşları çatışkının ana sebebi olarak sunması da o kadar haksızdı. “İmkansız pırıltı” dediğim şey biraz da budur. Kim istemez barışı? Ama barış, taraflardan birisinin imhası veya yokluğu üzerinden inşa ediliyorsa, ne kadar barışmaktır ki bahsettiğimiz?
Karşıtlık ve sürekli çatışkılar üzerinden tanımlanan kimlikler; din, ırk, cinsiyet, kuşak farkı gibi söylem alanları, giderek başka bir şeye dönüşüyor. Din, ırk, cinsiyet, kuşak farkı ortadan kalkarsa şayet; barış, adalet ve özgürlük doğacaktır tezine evriliyor.... Doğal olanın yerine toplumsal mühendislikler aracılığıyla inşa edilecek yeni ve güya çatışkısız bir sistemi ikame etme çabası, aslında oldukça politik bir tez. Doğası gereği mutlakçı ve baskıcı. Sorunu, farklılıkları sıfırlayarak halledeceğinden emin.
İnsanın giderek daha yoğun bir şekilde yalnızlaştırılması sonucunu da taşıyan tüm bu girişimler, güçlü olanın zayıf olanı hayattan sileceği şeklinde dikte ve dizayn edilmiş ezberi, tahkim etmekten başka bir işe yaramıyor.
Özellikle cinsler arası güvensizliklerin ve sosyal hayatta yaşanan adaletsizliklerin de beslediği negatif tarihi birikim, cinsiyetsizlik veya uniseks üzerinden kurulması tasarlanan politik projelere gerekçe olarak sunuluyor...
“Ben olma idraki” içindeki her fert, kendisi olmak hakkını, temel hak ve özgürlükler konusunda eşit olduğu diğer insanlardan farkı ve biricikliği üzerinden ikame eder oysa.
Kadın veya erkek oluşu, eşitsizliğin, zulmün, haksızlığın, kötülüğün sebebi olarak görmek ve bu bağlamda fıtri cinsel kimliği, ayrımcılığa yol açtığı gerekçesiyle imha etmek üzere kurgulanan eşcinsellik propagandası, her geçen gün güçleniyor... Üstelik “ifade hürriyeti” gibi tüm ezilenler olarak toplaştığımız o naif ama cidden değerli çatının altında sürüyor bu zorlu karşılaşmalar...
Kadın veya erkek olmak, utanılacak bir durum değildir. Utanılması gerekense kadın veya erkek oldukları için insanlara yaşatılan adaletsizliklerdir.Cinsiyetsizlik veya eşcinsellik, dünyada vuku bulan adaletsizlikleri sona erdirmek için bir teklif olabilir mi?
Nükleer yalnızlık, güvensizlik, cinsiyet utancı veya nesli ifsad ya da insansızlık gibi “derin” sonuçlarını şimdilik konuşmuyoruz mevcut eşcinsellik davetiyelerinin... Çağrının karanlık galerisinde şimdilik; şiddet, alkol ve uyuşturucu bağımlılığı, fuhuş sektörü, çocuk pornografisi, mafyatik çeteleşme gibi kriminal klasörler var... Ama topluma bu yüzüyle değil de, özgürlükler bahçesiymiş gibi sunuluyor eşcinsellik...
Öyle zannediyorum ki; Yargıç Kennedy’nin evliliğe yüklediği mistik derinlik, Hıristiyan batıni dünyasının Lideri Papa’nın, eşcinsellik eleştirisini yumuşatmaya yönelik bir adımdır.
Barışın kusursuzluğunu, fıtri ahengi bozup kendince yeniden kurmakta arayan bu mutlakçı bakış... İlerleme ve gelişim adına yerkürenin klimatif dengesini nasıl altüst ettiyse... Cinslerarası ahengi ve cazibeyi kırarken de benzeri bir kıyameti hazırladığını farkında mı?