Özgür bir tercihin mi yoksa çocuklukta yaşanan travmaların sonucu mu olduğu hálá tartışılan eşcinseliğin tedavi edilebilir bir hastalık olduğu ve pek çok kişinin psikoterapi sonucu eşcinsel eğilimlerinden vazgeçtiği iddia edildi. ABD’de uzun yıllar Eşcinsellik Üzerine Ulusal Araştırma ve Tedavi Birliği NARTH’ın başkanlığını yürüten Dr. Joseph Nicolosi’nin Türkçe’ye de çevrilen "Erkek Homoseksüeller İçin Onarım Psikolojisi" isimli kitabı, eşcinselliğin nasıl tedavi edilebileceğini anlatıyor. Türkiye’de de eşcinselleri tedavi etmeyi amaçlayan klinikler mevcut. Dünyanın muhtelif yörelerinde uzunca bir süre erkek eşcinselliğinin doğal bir tercihin sonucu olup olmadığı tartışıldı. Karşı tezler, eşcinsel eğilimlerin çocuklukta yaşanan muhtelif travmaların, baba figürü eksikliğinin vb. sonucu olduğunu iddia ediyordu. Aradan geçen yıllarda, eşcinsellik insan haklarının bir parçası olarak çeşitli memleketlerde yasalara dahil edildi, pek çok ülkede eşcinsel evliliklere izin verildi ancak bütün bunlar çıkış noktasındaki tartışmayı durdurmadı. Hatta, bir adım daha ileri gidildi ve "Eşcinsellik bir hastalıksa, neden tedavi edilmesin" aşamasına kadar gelindi. Hiç kuşkusuz eşcinsel gruplar yahut kendilerini sadece eşcinsellerin insan haklarından sorumlu görenler bu fikre müthiş tepki gösteriyor ama Türkçe’ye yeni çevrilen "Erkek Homoseksüeller İçin Onarım Psikolojisi, Yeni Bir klinik Yaklaşım" isimli kitap (Çeviren: Ebru Morgül, Kaknüs Yayınları), konuyu bir kez daha gündeme getirdi. Üstelik, kitabın yazarı öyle bir çırpıda bir kenara bırakılabilecek bir isim de değil. Dr. Joseph Nicolosi, uzun yıllar ABD’de Eşcinsellik Üzerine Ulusal Araştırma ve Tedavi Birliği NARTH’ın başkanlığını yapmış, şimdi de Kaliforniya’daki Thomas Aquinas Psikoloji Kliniği’ni yönetiyor. Dr. Nicolosi, "Homoseksüel olduğu halde ’gey’ etiketini ve bu etiketin ima ettiği her şeyi reddeden erkekler" var" diye başlıyor söze. Böyle olunca da, "homoseksüellik (eşcinsellik)" ile "gey"lik iki ayrı kategori haline geliyor. "Bu erkekler" diyor" diyor Dr. Nicolosi, "psikolojilerinde yadsıyamayacakları bir ’homoseksüel’ yönleri olsa da ’gey’ kavramının işaret ettiği yaşama biçimini ve değerleri benimsemiyorlar: Bu yüzden de değer yargıları ile cinsel eğilimleri arasında çatışma yaşıyorlar. Bu tür erkeklerin kişilik gelişimi öyküleri homoerotik arzularla yüklü olmasına rağmen, bu duygulara boyun eğmek yerine homoseksüel yönelimlerinin üstesinden gelmeyi hedefliyorlar." Yani? Yanisi basit, tedavi olmak istiyorlar. ABD, Avrupa ve şimdi sıkı durun, Türkiye’de bu amaçla kurulmuş klinikler var. Bu kliniklere başvurarak, hetoroseksüel kimliğe kavuşmak istediğini söyleyen kişiye, bir dizi psikoterapi yapılıyor, daha sonra grup tedavisine alınıyor. "İlk grup toplantısında" diyor Nicolosi, "Gey olmayan homoseksüel erkeklerin çoğu, kendileriyle aynı mücadeeyi paylaşmakta olan diğer erkeklerle daha önce hiç oturup konuşmamışlardır." Bunlardan birisi, terapistin "Neden gey olmak istemiyorsun" sorusuna şu cevabı verecektir: "En önemli nedenlerinden biri, evlenip çoluk çocuk sahibi olmayı gerçekten çok istiyorum. Gey yaşam tarzının sonunda insanı yalnızlığa götürdüğünü biliyorum." Doğal olarak burada, psikiyatri tarihindeki temel bir olgudan da söz etmek gerekiyor. Geçtiğimiz yüzyılın önemli bir bölümünde, eşcinsellik, "kişilik bozukluğu" olarak kabul görüyordu. Ancak, 1973’te Amerikan Psikiyatri Derneği (APA), 1990’da ise Dünya Sağlık Örgütü (WHO), eşcinselliği ’psikiyatrik bir bozukluk’ sınıfından çıkardı. Ama, terapi sürecinden geçen eşcinsellerden birisinin şu sözü söylediğini de hatırlatalım: "Uzun yıllar gey olduğumu sandım. Sonunda anladım ki gerçekte ben gey değil, homoseksüellik problemi olan heteroseksüel bir erkektim." Bu faşizan bir girişim Tedavi, normale döndürmeyse eğer, ruhsal sorunlarda kalıcı bir dönüşümün olmadığı, her zaman risk taşıdığı biliniyor. Üstelik ruhsal anomalilerde söz konusu akıl olduğundan, neyin neye göre normal olduğu daima tartışmalı. Normal, çoğunluğun kabullendiği ve hatta sıradanlaştırdığı eylemler toplamı ise eğer, bu çoğunlukta olan birinin eşcinselliğe hastalık olarak bakması da "normal." Eşcinsellik, yalnızca bir cinsel ilişki biçimi değil; aynı zamanda farklı bir estetik algı alanı. Bu tür heteroseksist ve faşizan girişimler, realistlerin sürrealistleri tedaviye kalkışması kadar saçma. Eşcinsellerin büyük kısmı, kendisiyle ve toplumla barışıktır; onları zorla "tedavi"ye kalkışanların, tecrit edenlerin ne kadar sağlıklı ve sosyal oldukları ise hep soru halinde kalacak. Asıl ilginç olanı, eşcinsellere bu tür bir önyargıyla yaklaşanların da yine erkek olması ve kadınlardan sonra bu kesim üzerinde de baskı kurmaya çalışmaları.