Ecevit hükümetinde Adalet Bakanı olarak görev yapan Hikmet Sami Türk, bugünkü hukuk sistemine ilişkin değerlendirmelerde bulunarak, “Hukuk tarihimizde yaşanmamış bir baskı var. Öngörülmedik, tahmin edilmedik bir siyasi baskı var. Süreç o kadar kötü ki, askeri darbe dönemlerinde bile hâkim ve savcılar üzerinde böyle baskı görülmedi” dedi.
Zaman gazetesinden Ali Aslan Kılıç’ın sorularını yanıtlayan Türk, “hakim ve savcıların kararlarını siyasilerin hoşuna gidecek biçimde vermeye zorlandığını” söyledi. Ne yargı bağımsız ne de hâkim savcının mesleki güvencesi kaldı” diyen Hikmet Sami Türk, “FETÖ diye gülünç bir iddia var. Pensilvanya'da oturan yaşlı bir adam Türkiye'de terör örgütü yönetmekle suçlanıyor. Türkiye'yi uluslararası platformda güç duruma sokacak, mahcup düşürecek iddia ve talepler bunlar” diye konuştu.
Hikmet Sami Türk’ün Zaman’dan Ali Aslan Kılıç’ın sorularına verdiği yanıtlar şöyle:
"Yargı öncelikle siyasete göre karar üretmeyen yargı mensuplarını mağdur ediyor. Boş iddialarla hakim ve savcılar tutuklanıyor. En temel hak olan savunma hakları gasp ediliyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan, belli davalarla ilgili olarak yargıya açık telkin ve tavsiyelerde bulunuyor. Anayasa'nın 118. maddesine aykırı bu telkin ve tavsiyeler maalesef hakimlerde verecekleri kararların siyasi iktidarın hoşuna gidip gitmeyeceği kaygısı oluşturdu. Yargı öncelikle siyasete göre karar üretmeyen yargı mensuplarını mağdur ediyor. Boş iddialarla hakim ve savcılar tutuklanıyor. Tahliye kararı veren hakimler; Metin Özçelik ile Mustafa Başer'in tutuklanması izah edilir bir şey değil. Böyle bir şey olamaz! Önüne gelen dosyada tutuklama nedeni görmeyip bu yönde karar veriyor diye bir hakim suç işlemiş olur mu?”
Hukuk tarihimizde ben böyle bir şey hatırlamıyorum. Yetkilerini kullanıp, görevlerini yaptıkları için hakim ve savcıların kitlesel olarak tayin-terfi-açığa alma, meslekten ihraç ve tutuklandıkları ikinci bir örnek yok! Bununla tüm hakim ve savcılara gözdağı veriliyor. Kararlarını siyasilerin hoşuna gidecek biçimde vermeye zorlanıyor.
Anayasa'nın 138. maddesi yargının bağımsızlığı, hakim-savcının teminatını düzenliyor. Ancak ne yargı bağımsız ne de hakim savcının mesleki güvencesi kaldı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, hakimlerin açığa alınması konusunda geç kalındığını söylüyor. Eskiden, dalkavukluk ve yaranmak için ‘hulus çakmak' denirdi. HSYK Daire Başkanı, -emredersiniz efendim- dercesine hakimleri açığa alıyor ve geç kaldığı için de Cumhurbaşkanı'ndan özür diliyor.
Siyasi baskılara direnemeyen yargının hak ihlalleri ancak bir İnsan Hakları Yüksek Mahkemesi ile önlenir. Bireysel başvurular AYM'nin ağırlıklı görevi haline geldi. Bundan dolayı Türkiye'de bir İnsan Hakları Mahkemesi kurulması kaçınılmaz oldu. Nasıl Avrupa'da AİHM varsa Türkiye'de de böyle bir mahkeme kurulması gerekiyor. AYM gibi yüksek bir mahkeme olarak ismi, ‘İnsan Hakları Yüksek Mahkemesi' de olabilir. TBMM'de yeni bir anayasa uzlaşma komisyonu kurulmuşken bu konunun da dikkate alınması gerekiyor. Çünkü bir yüksek mahkeme olacağı için bunun anayasaya girmesi gerekiyor.
HSYK görevini Anayasa'ya göre, yargı bağımsızlığı ve hakimlik teminatı için yapar. Yasa değişikliği ile HSYK siyasallaştırılır, proje mahkeme kurulur, Yargıtay'da daire başkanlığı oluşturulursa ne yargı bağımsızlığı ne de hakimlik teminatı kalır. Bir hakim kendisini güvende hissetmiyorsa adil bir karar veremez. Yargı adalet dağıtamazsa toplumsal barış nasıl sağlanır? Hakim teminatı, yargı bağımsızlığı olmazsa hukuk devleti de olmaz. Hakim tutuklama ve görevden ihraçlar Anayasa'ya aykırı! Dava sonuçlanmadan hakimin suç işleyip işlemediği belli değil. Belki beraatle sonuçlanacak.
Siyasallaşmış HSYK'nın dava sonucunu beklemeden karar alması boşuna değil. Buradaki aceleciliğin sebebi hakimlik teminatını ortadan kaldırmak. Yani bu hakimler üzerinden tüm yargı camiasına gözdağı veriliyor. ‘Siyasilerin hoşuna gitmeyecek karar alırsanız sizin de başınıza bunlar gelir.' deniyor. Bu uygulamalar artık Türkiye'de yargı bağımsızlığı kalmadığı, hakim teminatı olmadığının açık kanıtlarıdır.
Tutuklama sadece bir tedbirdir. Kimse suçu sübut bulmadan cezalandırılamaz. Ülkemizde ise yasa, anayasa ve evrensel ilkeler yok sayılarak yargı bir sopa gibi cezalandırma organına dönüştürülüyor. Yargının cezalandırma aracına dönüştürüldüğü son dönem suçlama ve tutuklamalar iddia aşamasında. Hiçbiri temyiz aşamasından geçip mahkeme hükmüne dönüşmemiş. Yasa ve Anayasa'ya aykırı biçimde çok kolay tutuklama yapılıyor. Maalesef süresi uzatılarak cezalandırmaya dönüşüyor. Ergenekon ve Balyoz'da da çok uzun süren tutuklamalar oldu.
Bu dönemdeki tutuklamalar Anayasa ve yasanın ilgili hükümlerine uygun tutuklamalar değil. Gazeteciler suç işlemiş olsalar bile, tutuklanmaları hukuki değil. Bunun için hükümet, işlenen suçu ‘darbeye teşebbüs' diye adlandırıyor. Gazetecilik faaliyetinden dolayı kimsenin tutuklanmadığını, darbe girişimi olduğunu iddia ediyor. Komik bir iddia! Gazeteci ne yapmış! Bu suçlamanın delilleri nerede? Bunlar önemli değil! Önemli olan tutuklamanın uzatılmasına uygun iddia! Tahliye talepleri gasp ediliyor.
Kayyım uygulamalarının yasa ile alakası yok. Moda oldu, her yere kayyım atanıyor. Kayyımlar hiç ilgileri olmayan, yasaya aykırı işler yapıyor. Cemaate ait oldukları ya da yakınlıkları gerekçesiyle, eğitim kurumlarına, hastanelere, yayın kuruluşlarına, şirketlere adeta savaş açılmış durumda.
FETÖ diye gülünç bir iddia var. Akıl erdirilebilir şey değil! Atlantik ötesinden terör örgütü yönetildiği iddiasını hangi delillerle ortaya koyacaklarını merak ediyorum! Pensilvanya'da oturan yaşlı bir adam Türkiye'de terör örgütü yönetmekle suçlanıyor. İadesi isteniyor ve bu konuda Türkiye'yi uluslararası platformda güç duruma sokacak, mahcup düşürecek iddia ve talepler bunlar. Çünkü böyle bir şey farz-ı mahal olsa bile, siyasi suç niteliğindedir ve siyasi suçlarda iade yoktur. Ülke prestiji açısından da, siyasi aktörler açısından da sıkıntıya davetiye çıkaran bir durum.
Öyle durumlar var ki, tanıdığım pek çok hukukçu dosttan farklı çıkışlar beklerdim. 12 Eylül'de, 28 Şubat'ta bile bugünkünden daha cesurca hukukun üstünlüğü ve demokrasi savunulabilmişti. O günlerde iyi duruş sergileyen pek çok insan bugün aynı duruşun çok gerisindeler. Özellikle hukukçu akademisyenlerin bilim adamı objektifliğini sürdürmesini beklerdim. Bu da bir bakıma darbe dönemlerinden daha ağır bir süreç yaşandığının kanıtıdır."