*Rıza Türmen
Demokrasilerde, yurttaşların, iktidarın hukuk dışı uygulamalarına boyun eğmeyi reddetme hakkı vardır. Yurttaşların bu haklarını kullanmaları demokrasiyi canlı tutar. Direnme hakkı da işleyen bir demokrasinin ayrılmaz bir unsurudur.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun başlattığı yürüyüş içine düştüğümüz karanlığı aydınlatan bir ışık oldu. “Büyük yürüyüş” halk desteğini aldığından, Türkiye’de yürütülen demokrasi mücadelesi bakımından bir dönüm noktası oluşturacak. İçinde bulunduğumuz OHAL rejimi, başkanlık sistemiyle birleşince, ortaya insanları umutsuzluğa, çaresizliğe sürükleyen karanlık bir tablo çıktı. Mevcut iktidar bir yandan baskıyı artırıp demokrasiyi değersizleştirirken, öbür yandan devletin olanaklarıyla toplumsal alanı kuşatıyor, elindeki medya gücüyle toplumda bir tehdit ve güvenlik algısı yaratıyor. Böylelikle baskılar, kitlesel insan hakları ihlalleri, adaletsizlikler haklı gösterilmek isteniyor.
Büyük sessizlik
Buna karşılık toplumda büyük bir sessizlik var. Giderek OHAL düzeni, adaletsizlikler, baskılar normalleşiyor, gündelik yaşamın bir parçası haline geliyor. Toplumsal bir depolitizasyon yaşanıyor. Muhalefet etmek vatana ihanet olarak gösteriliyor. Lidere bağlılığı sergilemek serbest, itiraz etmek ise tehlikeli. Toplumun depolitizasyonunda korkunun önemli bir rolü var. Güce dayanan bir iktidarın sürdürülmesinde korku yönetimi önemli bir araç. Korku ikili bir rol oynuyor: Bir yandan “bekamızı” sürekli olarak tehdit eden düşmanlara karşı birleşmeyi, iktidarın siyasetine toplumsal destek sağlamayı, öbür yandan sulh ceza hâkimlikleriyle ve yandaş savcılarla korku salarak muhalefetin sesini kısmayı hedefliyor. Demokrasinin ortadan kalktığı noktada, önemli olan demokratik olmayan bir zeminde birleşmek değil, güçlü bir demokrasi talebini seslendirmek.
Hakikatin etiği
Böyle bir ortamda bir itiraz sesi yükseltmek etik bir yükümlülük. Etik eylemler haklı bir talep ileri sürmeye ve bu talebin kabulü için çaba göstermeye dayanır. Fransız düşünürü Badiou’ya göre etik, soyut bir kavram değil. Somut bir duruma ilişkin bir kavram. Etik bir birey, kendini belirli bir durumdaki adaletsizliği düzeltmeye adar. Ancak bu çaba sadece bu durumla sınırlı kalmaz. Bütün benzer durumları içerir. Düzeltme talebi herkese yöneltilmiştir. O nedenle de evrenseldir. Badiou buna “hakikatin etiği” diyor. Örneğin, Enis Berberoğlu’na yapılan haksızlığın düzeltilmesi talebi ve Kılıçdaroğlu’nun bu amaçla başlattığı eylem, haksızlığa uğrayan herkesi kapsıyor. Burada hakikata ulaşmak için, demokrasinin ve adaletin evrensel değerlerinin geçerli olması yönünde çaba göstermek gerekir. Kılıçdaroğlu’nun yürüyüşü her şeyden önce etik bir davranış. Türkiye’deki bütün adaletsizliklere ve baskı rejimine karşı bir protesto, bir direniş. Bir demokrasi talebi. Bu nedenle yürüyüşün sivil toplum örgütleri, bütün ezilenler, haksızlığa uğrayanlar tarafından desteklenmesi önemli. Yürüyüşün geniş bir toplumsal destek görmesi, toplumun üzerine çöken sessizlik ve umutsuzluk perdesinin de kalkmasına yol açıyor.
Yasallık ve meşruiyet
Yürüyüşle ilgili olarak iktidar tarafından yapılan “Adalet sokakta aranmaz” eleştirisi, yanlış bir görüş. Devlet yasalarının üstünde başka yasalar olduğu eskiden beri kabul gören bir düşünce. Devletin yasalarının ve politikalarının üstünde demokrasinin, adaletin evrensel ilkeleri ve etik değerler vardır. Günümüzde bu değerler ve ilkeler uluslararası anlaşmalarda hukuk normu niteliği kazanmıştır. Adalet duygusunu, insan haklarını çiğneyen bir iktidara karşı direniş, adaletin evrensel ilkelerine ve etik değerlere bağlılığın bir göstergesi. Yasallık ve meşruiyet her zaman örtüşmez. Devletin yasaları ve uygulamaları, demokrasi ve insan haklarının evrensel ilkeleriyle çelişiyorsa, yasallık ve meşruiyet birbirinden ayrılır. Direniş meşruiyet kazanır. Demokrasilerde, yurttaşların, iktidarın hukuk dışı uygulamalarına boyun eğmeyi reddetme hakkı vardır. Yurttaşların bu haklarını kullanmaları demokrasiyi canlı tutar. Demokrasi ve hukukun kuralları içinde kalmak isteyen bir iktidara yanlışlarını düzeltme olanağı verir.
Direnme hakkı
Direnme hakkı, işleyen bir demokrasinin ayrılmaz bir unsuru. Direniş sivil itaatsizlik gibi bireysel bir eylem ya da toplu yürüyüşler, gösteriler gibi kollektif bir eylem olabilir. Adaletsizlik, hukuksuzluk karşısında bireysel ve kollektif vicdanlar ortak hareket ederler. Amaç aynıdır: Yetkilerini kötüye kullanan bir iktidara karşı insan haklarının, hukuk devletinin korunması.
Direnme hakkının kabul edildiği uluslararası belgeler pek çok. Örneğin, 1215 Magna Carta Bildirisi, 1776 Amerikan Bağımsızlık Bildirisi, 1789 Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi, 1945 Birleşmiş Milletler Evrensel İnsan Hakları Bildirisi baskıya karşı direnme hakkından söz eder. Bunun yanında Alman Anayasası gibi birçok anayasada direnme hakkını görebiliriz.
Kılıçdaroğlu’nun yürüyüşü bir sivil itaatsizlik eylemi değil. Sivil itaatsizlik, bir hukuk kuralını, şiddet içermeyen yollarla, suç işlemenin sonuçlarına katlanma iradesine sahip olarak, ihlal etmek. Kılıçdaroğlu’nun eyleminde ise bir hukuk kuralının ihlali söz konusu değil. Barışçı gösteri ve yürüyüş, Anayasamızda, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve başka uluslararası insan hakları metinlerinde yer alan bir temel insan hakkı. Şiddete başvurulmadığı sürece, devletin yükümlülüğü, müdahale etmemek ve bu hakkın kullanılmasını güvence altına almak. Cumhurbaşkanı’nın bu yürüyüşü 15 Temmuz darbesine benzettikten sonra, “Yollarda yürümeniz hükümetimizin bir lütfudur” demesi, Türkiye’de egemen olan insan hakları ve demokrasi anlayışının açık bir yansıması. Bunun anlamı şu: Türkiye’de bireylerin hak ve özgürlükleri hükümet izin verdiği takdirde ve izin verdiği ölçüde mevcuttur. Başka bir deyişle, insan haklarının kaynağı insanın kendisi değil, hükümettir. İnsan hakları hak değil, hükümetin lütfudur. Böyle bir zihniyetin egemen olduğu rejimlerin adı demokrasi değildir. Ne olduğuna siz karar verin.
Bu yazı ilk olarak Cumhuriyet.com.tr'de yayımlanmıştır
* Eski AİHM yargıcı-CHP milletvekili