Eski AKP milletvekili Ocaktan: Maalesef makam-mevki tedarikinde dinin araçsallaştırılmasından rahatsız olmuyoruz

Eski AKP milletvekili Ocaktan: Maalesef makam-mevki tedarikinde dinin araçsallaştırılmasından rahatsız olmuyoruz

Eski AKP Bursa Milletvekili ve Karar yazarı Mehmet Ocaktan, "Maalesef" diyerek "Dindarlar olarak çok kötü bir sınav veriyoruz" tespitini yaptı. "Gerek siyasal alanda, gerekse makam-mevki tedarikinde dinin araçsallaştırılmasından rahatsız olmuyoruz" ifadesini kullanan Ocaktan, "Dini değerleri kendilerine kalkan yaparak her türlü melaneti işleyen din tüccarlarına ve yobazlıklara karşı bir kez olsun sesimizi yükseltmiyoruz ama dindarlık adına caka satmayı da kimseye bırakmıyoruz" dedi. 

"Sakallı ve sakalsız yobazlık" başlığıyla bir yazı kaleme alan Ocaktan yazısında, "Her vesileyle demokratik değerlere 'Haçlı' kültürü muamelesi yapan, şeffaflığa ve liyakate itibar etmeyen bazı dindar kesimler nedense dinin siyasal ve kişisel çıkar ilişkilerinde bir promosyon malzemesi gibi kullanılmasından hiç rahatsız olmamaktadırlar" ifadesine yer verdi. 
 
Ocaktan şunları kaydetti:

Başlığın biraz kışkırtıcı olduğunun farkındayım, ama meramımı anlatabilmek açısından böyle bir giriş yapmaya ihtiyacım olduğu kanaatindeyim.

Yazının genelinde bir anlam kaymasına yol açmamak için hemen belirtelim; Kemalist paradigmanın Ortodoks yobazlarıyla dini bir takım hurafelere indirgeyen ve Allah’ın insanlara bahşettiği akıl ve iradeyi dışlayan sakallı yobazlar arasında görüntü dışında aslında çok büyük farklar yoktur.

“Yobazlık” kavramını doğru anlayabilmek için öncelikle modernleşme kavramına tarihsel perspektiften bakmakta yarar var. Türkiye’nin modernleşme macerasının devlet merkezli bir modernleşme olduğunun altını çizmek gerekiyor. Kuşkusuz bunun tarihsel, toplumsal ve kültürel nedenleri var. Çünkü bizim siyasal geleneğimizde ‘devlet’ ‘birey’den önce gelir, cemaatçi toplum yapımızın kodları devletin bekasına odaklanmıştır. Ve doğal olarak bu geleneksel anlayışta ‘birey’e yer yoktur.

Batı modernleşmesinde ise bireyin ve toplumun öne çıkarılması esastır, doğal olarak demokratikleşme de bireyin tercihlerini ön plana çıkarmaktadır. Türkiye özelinden baktığımızda, özellikle Cumhuriyet döneminde modernleşme uygulamalarının otoriter, buyurgan ve bireye şüpheyle bakan, yasakçı ve müdahaleci bir seyir izlediğini görürüz.

İşte tam da bu yüzden Cumhuriyet’in ilk yıllarında bireyin dini tercihlerine iyi gözle bakılmamış ve dindarlara karşı hep mesafeli bir duruş sergilenmiştir. Kuşkusuz, “Devletin yeniden kuruluş sürecinde modernleşmeci bir yaklaşıma ihtiyaç vardı” diyenler olacaktır. Evet bir noktaya kadar bunu toleransla karşılamak mümkün, ancak esas tehlike bu zihniyet yapısının oluşturduğu ve yeterli oksijene sahip olmayan ağır iklimdir. Zira zamanla bu müdahaleci anlayış kalıcı hale gelmiş ve dini kendi tercihlerine göre yaşamak isteyen dindarlara karşı Ortodoks yobazlıklar gelişmiştir.

***

Türkiye’nin bunca değişim yaşamasına rağmen, bugün bile zihinleri Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki dayatmacı zihniyet kalıplarına ayarlı bazı kesimlerin dindarlara bakışı hala aynı “yobazlık” paradigmasına göre işlemeye devam etmektedir. Bu konuda geçtiğimiz günlerde vefat eden Şule Yüksel Şenler’in haberini veren sol bir gazetenin “Sıkmabaş”ın yaratıcısı Şule Yüksel Şenler öldü” şeklindeki aşağılayıcı başlığı tam da böyle bir yobazlığın göstergesidir. Bu örnek de göstermektedir ki, dünyadaki değişim ve demokratikleşme bizdeki bazı Ortodoks solculara hala uğramamıştır.

Kuşkusuz madalyonun bir de başka yüzü var; her vesileyle demokratik değerlere “Haçlı” kültürü muamelesi yapan, şeffaflığa ve liyakate itibar etmeyen bazı dindar kesimler nedense dinin siyasal ve kişisel çıkar ilişkilerinde bir promosyon malzemesi gibi kullanılmasından hiç rahatsız olmamaktadırlar.

Mesela geçtiğimiz günlerde Ümraniye’de ruhsatsız bir derneğin bünyesinde faaliyet gösteren yatılı Kur’an kursunda yaşanan taciz olayı, kelimenin tam anlamıyla utanç verici bir tablodur. Ama esas vahim olan, dini değerlere önem verdiğine inandığımız, ahlaki ilkeleri önemsediklerini sandığımız anlı şanlı vakıfların, dindar sivil toplum kuruluşlarının bu konuda söyleyecek bir tek sözlerinin bile olmamasıdır. Olayın üzerinden günler geçmesine rağmen, bu vakıf ve derneklerden vicdanlı bir Allah’ın kulu çıkıp bir kelime olsun bir şey söylememesi, ne yazık ki daha da yürek yaralayıcı bir durumdur.

Maalesef dindarlar olarak çok kötü bir sınav veriyoruz. Gerek siyasal alanda, gerekse makam-mevki tedarikinde dinin araçsallaştırılmasından rahatsız olmuyoruz, dini değerleri kendilerine kalkan yaparak her türlü melaneti işleyen din tüccarlarına ve yobazlıklara karşı bir kez olsun sesimizi yükseltmiyoruz ama dindarlık adına caka satmayı da kimseye bırakmıyoruz.