Eski AKP Diyarbakır Milletvekili Abdurrahman Kurt IKYB'deki referandum, ve Türkiye’nin tepkilerini değerlendirdi. Kurt, "Türkiye ve Kürdistan yeniden dost olacaktır” diyerek, "Türkiye, Kürdistan'ı niye kabul etmesin ki?" ifadesini kullandı.
Bas News'den Rabia Çetin'e konuşan Kurt'un açıklamaları şöyle:
‘Milli irade’ye önem veren Türkiye, neden Kürdistan Bölgesi’nin yüzde 92.73 oranında ‘Evet’ dediği bağımsızlık referandumunu ve bölgenin milli iradesini ‘ihanet’ olarak görüyor?
Türkiye’nin tepkileri herkesin beklentisinin üzerinde sert tepkilerdi. Referandum sonucu önemli bir milli irade göstergesidir. Bu referandumdan önce Türkiye 16 Nisan’da referanduma gitti. Hepimiz 16 Nisan referandumunda milli iradenin tecellisi adına sokaklardaydık. Bana göre Türkiye’de milli iradenin tecellisi için yapılan referandumun meşrutiyeti ne kadar ise Irak Kürdistanı’ndaki referandum da o boyutta meşru ve mukaddestir. Ama tabi Türkiye’nin bu tepkileri vermesine sebep veren unsurları incelmemiz gerekiyor. Neticede Türkiye ve Kürdistan Bölgesi birbirine kader bağıyla bağlı iki coğrafyadır. Birbirinden kopması mümkün olmayan, birinin kaybettiğinde öbürünün kazanması mümkün olmayan birbirine bağımlı iki coğrafyadır ve kaderdir. Bu boyutuyla bakıp olayın sebeplerini incelediğimizde öncelikle şunu görüyoruz; uluslar arası emperyalizmin bölgede 1. Dünya Savaşı’ndan sonra yarım kalmış projelerini yenilerken bölge ülkelerinin aleyhine çevirme eğilimini görüyoruz. Türkiye’de 15 Temmuz darbe girişimine kadar giden süreç içerisinde özellikle gladyo operasyonlarının seyrine baktığımızda 17/25 Aralık ve Gezi’nin de içinde olduğu süreçlerin tamamı bölgede uluslar arası emperyalizme boyun eğecek hale getirilmek istenen bir Türkiye gerçeğini görmemiz gerekiyor. Bu gerçek korkuları tetikliyor. Bir Kürdistan meselesinin bölgedeki diğer ülkeleri zayıflatmaya dönük bir parametre olarak kullanıldığını görüyoruz. Oysa uluslar arası emperyalizm çok kurnazca davranıyor. Örneğin Kürdistan’ın önünü açar gibi görünürken bir yerden de sıkıştırıyor, diğer ülkelerin avucuna atıyor, kendine mahkûm hale getiriyor. Suriye Kürdistanı’nda PYD’nin güçlendirilmesi bunun sonucudur. Barzani ile ihtilaf olduğunu bildiği için Kürtler arasında güç dengeleri yaratıp kendine muhtaç olmasını sağlıyor. Bununla ilgili bir fobinin olduğunu görmek gerekiyor. Bu fobi aşırı bir derecede Türkiye’de tam tersi algılar olarak işletiliyor. Mesela Irak Kürdistan referandumunu ABD’nin ya da İsrail’in yaptırdığı iddialarının gündeme gelmesi gibi. Oysa ABD bu referandumu yaptırmak istemediği için Sayın Barzani’den 3 yıllık bir süre istemişti. Sayın Barzani, bunu kabul etmedi. İslamafobi tutumlarından dolayı Sayın Barzani’nin de üstünü çizdiklerini biliyoruz. Bu 3 yıllık süre içerisinde onların İslamafobilerine payanda götürmek gibi bir hazırlık süreci istediler aslında. Sayın Barzani bu referandumu yaparak Kürdistan halkının iradesini uluslararası güçlere de teslim etmeme noktasında bir hamle yaptı. Ama bu hamle buradan ters okundu ve bu nedenle düşmanca bir tavır sergilendi. Irak Kürdistanı’nı Bağdat’a bir zorunlu bir birlikteliğe mahkûm etmenin tek bir nedeni var; diğer ülkelerdeki Kürtlerin de bağımsızlık istemesidir.
Türkiye’deki Kürtler bağımsızlık talebinde bulunur mu sizce?
Bazı nostaljik Kürt kardeşlerimiz geçmişten gelen o özlem ve hasretle romantik yaklaşımlar sergileyince sanki bu buradaki tüm Kürtlerin yaklaşımıymış gibi yanlış algılar oluşuyor ve buradaki insanların Osmanlı’dan gelen parçalanmışlık travmalarını tetikliyor. Ama Türkiye Kürdistanı çoktan entegre olmuş, Türkiye’deki Kürtler burayı asli bir vatan olarak görmeye başlamış, asli kurucu olmuşlar. Burada ayrılma duygusu hiçbir zaman tam anlamıyla gerçekleşmedi. Buradaki ayrılma duygusunu sadece aşırı Türk milliyetçiliği tetiklemekte. Bu milliyetçilik manevi anlamda hayatı yaşanmaz kıldığında romantik anlamda ayrılmanın var olduğunu görüyoruz. Kürtlerin ayrılma durumu Türkiye’de yok, bu gerçekliği kabul etmek lazım. Kürt nüfusunun çoğu batıda yaşıyor, bugün 4 milyon Kürt ile İstanbul en büyük Kürt şehri haline gelmiş. Türkiye Türklerin ve Kürtlerin anayurdu olma noktasında. Ortak kader durumudur bu; Kurtuluş Savaşı birlikte verilmiştir. Daha sonra Kürtler mağduriyete uğramıştır. Kürtler hiçbir zaman bu coğrafyada ihanet içerisinde olmadı. Devlet İslam milliyetçiliğinden Türk milliyetçiliğine savrulurken Kürtler açıkta kalmıştır. Bu arızalı durumlar onarıldıkça Kürtlerin ayrılma durumu da ortadan kalkıyor. Ekonomisi iyi bölgeler ayrılmayı talep ederler; Katalonya gibi… Türkiye’deki Kürtlerin bölgesi böyle bir özelliğe sahip değil. Bunun yanı sıra Türkiye’de 90’lı yıllarda, en zor zamanlarında Kürtlerin göç çizelgesine bakıldığında Zaxo’ya, Habur’a değil batıya doğrudur. Yani Kürtler 90’lı yıllarda referandumunu sosyolojik olarak yaptı. Zaten Türkiye biraz özgüven sahibi olsa bu referandumu alenen de yapardı.
Ama 90’lı yıllarda Kürdistan Bölgesi’nin durumu bugünden farklıydı. Nasıl gidebilirlerdi oraya?
Şimdi de buradan oraya göç eden Kürt yok. Sadece ticaret için gidip gelenler var. Dolayısıyla göç çizelgeleri ve Kürtlerin sosyolojik doğal referandumları da Türkiyeliliği içselleştirdiğini gösterir. Kürtlerin de bunu kabul etmesi gerekiyor. İşi romantik milliyetçiliğe dökmenin bir reel karşılığı yoktur. Kürtlerin tarihsel Kürt coğrafyası ile bugünkü sosyolojik Kürt coğrafyası gerçekliğini yeniden masaya yatırması gerekiyor. Meseleye Kürt ya da Türk milliyetçiliği açısından değil insani olarak bakmak gerekiyor ki Sayın Barzani de böyle bakıyor olaya. Referandum öncesinde yaptığı açıklamalarda “Ben bir ulus devlet kurmayacağım” dedi. Orada yaşayan tüm etnik bileşenlerin dilini resmi dil olarak kabul ettiğini vurguladı. Bugünün gerçekliğine uygun davranmak lazım. Birileri bugün “Kerkük geçmişte bizimdi” diyor. Bunlar geçti artık, tarih oldu. Bu romantik yaklaşımlar fobileri ve travmaları tetikliyor.
Türk medyasının bu yöndeki milliyetçi tavrı peki?
Çok irite edici, İslam ile insanlık ile alakası olmayan başlıklar atıyorlar. Bu onların yarın hanelerine yazılacak. Yarın çıkıp “Biz Müslümanız” dediklerinde yüzlerine vurulacak utanç belgeleridir. Yarına da çıkacağız. Hz. Ali, “Dostluğunuzun sınırlarını iyi bilin düşman olabilirsiniz, düşmanınızla da dost olabilirsiniz” diyor. Yarın bu adamlardan dost olmak yolunda bir eğilim geldiği zaman bu belgeler yüzüne vurulacak. Müslüman kılıklı gazeteler, insanlığımızı incitti. Ve bu tarih not düşülmüştür! Yarın Türkiye yine Kürdistan ile dost olacaktır. Ve biz yarına çıkarken kim dost olmak için çabalamış, kim fitne ateşini körüklemiş bunlara bakacağız.
Tam da sizin ‘dost-düşman’ örneğinizdeki gibi Türkiye’nin geçen yıl “Muhatabım değilsin” dediği Abadi ile bu yıl yakınlaşmasını nasıl yorumluyorsunuz?
Kavgada yumruk sayılmaz. Bizler de kavgada yumruk sayar gibi bu fitneyi körüklememeliyiz. Daha önce de belirttiğim gibi uluslararası emperyalizmin bölgede yarattığı travmanın etkisi ve tedirginliklerle ilgili bir durum bu. Bunu onarmak gerekiyor. Yani ‘sen onu yaptın, ben bunu yaptım’ tartışmasından ziyade Sayın Barzani’nin duruşunu hepimizin örnek alması gerektiğini düşünüyorum.
Sadece Türkiye’nin mi travmaları ve hassasiyetleri ön planda olacak? Kürtlerin de yaşadığı ağır travmalar var sonuçta…
Herkesin düşünmesi gerekiyor. Sayın Barzani düşüyor mesela. Biz düşünmeyenlere bunu söylemeliyiz. Az önce örneğini verdiğimiz basın yayın organlarının ve bu durumu göz önüne almayanların düşünmesi gerekiyor. İnsan merkezli baktığımızda adaletin tesisinde kafa karışıklığı varsa eğer bunun ateşini körüklemek yerine, toplumsal anlamda bu fobilerden kaynaklı bilgi kirliğini ortadan kaldırmalıyız.
Mavi Marmara’ya rağmen Türkiye – İsrail ilişkileri düzelirken, Kürdistan Bölgesi’ne İsrail’in verdiği destek neden bu tarafta bir rahatsızlık yarattı sizce?
Türkiye halkı ABD’ye de İsrail’e de dost gözüyle bakmaz. Haklı olarak bakmaz. Yarattıkları vahşet ortada. İsrail’in de Kürdistan’a verdiği desteğin bir anlamı olmadığını hepimiz biliyoruz. Ne sınırları var Kürdistan’a ne de bir temsilcilikleri var. Sadece İsrail bölgede fitne ateşini desteklemek için bu hamleyi yapıyor. Özü itibariyle İsrail’in Kürdistan’a destek vermesinin hiçbir karşılığı yok. Eğer İsrail bunu insan merkezli yapıyor olsaydı Gazze’de bu vahşeti yapmazdı. Türkiye’nin İsrail ile ilişkilerini düzeltmesini de uluslararası alanda zorunlu bir diplomatik hareketler olarak görmek gerekiyor. Yadırgamamak gerekiyor. Tabi siz bunu yaparken başkalarına da ‘Neden yapıyorsunuz’ demek çelişkidir.
“Sınırı olmadığı için verdiği desteğin bir anlamı yok” dediniz. Türkiye’nin de Katar’a sınırı yok. Ama herkes sırtını Katar’a dönerken Türkiye destek vermişti.
Türkiye oraya uçaklarla yardım gönderdi. Ama İsrail Kürdistan’a bir şey göndermedi. Referandumda bir katkısı olmadı. Katar ile Türkiye arasındaki maddi köprüler İsrail ile Kürdistan arasında yok.
Türk İslamcıların, Kürtleri ‘Ümmeti bölmekle’ suçlamasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu tamamen Müslümanların bir kısmının kafasında oluşmuş gizli Kemalizmin dışavurumundan başka bir şey değil. Ümmetin bölünmesini engellemek için önce 22 Arap devletini ve Türki devletleri birleştirmeleri gerekiyor. Kürdistan’dan ‘Ümmeti bölüyor’ şeklinde bahsetmenin ahrette de hesabı olacaktır. Kürdistan İslam’dan ayrılmıyor. Ümmet de herkesin tek yönetim altında birleşmesi demek değil. Kürtleri bir unsuru olarak tanımak İslam ve ümmetin bir gereğidir zaten.
Referandumdan hemen sonra Türkiye’nin ambargo ve ekonomik yaptırımları masaya getirmesi peki?
Bu sürecin ilk başında gelişen tepkileri çok gündemde tutmamak lazım. Bir zorunluluktur Türklerle – Kürtlerin birlikteliği. Kürtlerin kaybettiği bir zaman ve zeminde Türkler kazanmaz. Türklerin kaybetmesi durumunda da Kürtler kazanmaz. Dolayısıyla bunlar birbirine bağımlıdır.
Niye kabul etmesin ki? Kabul etmese tarihten mi silecek. Böyle bir gerçeklik yok ki. Dünyanın hiçbir yerinde bu kadar büyük bir nüfus inkâr edilerek daha ne kadar yaşatılabilir ki? Nehir akacağı yataktadır. Tersine akıtma eğilimlerde bulunmak olmaz. Kardeşliğin hak ve hukukunu yaşatmamız lazım. Bölgede bağımsız bir Kürdistan çok olumlu sonuçlar doğuracaktır. Çünkü Kürdistan savaşkan değildir. Kürdistan’daki insanların ömrü eşitlik mücadelesi ile geçmiş.