ANAP’lı hükümetler döneminde Milli Eğitim Bakanlığı gibi önemli görevler yapan renkli siyasetçilerden Hasan Celal Güzel, TBMM’de bugün (20 Mart 2018) düzenlenen törenle uğurlanıyor.
Hasan Celal Güzel, fizik tedavi için gittiği Denizli'de rahatsızlanmış, burada fenalaşan Güzel yoğun bakıma alınmasının ardından 78 yaşında hayata gözlerini yummuştu. Hastaneye kaldırılan Güzel'in böbrek yetmezliği nedeniyle bir süredir nakil beklediği biliniyordu.
TIKLAYIN - Eski bakan Hasan Celal Güzel hayatını kaybetti
Ölümünden sonra hükümete yakın medyada, 28 Şubat post modern darbede takındığı tutumla hatırlatılan Güzel, Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) döneminde eğitimde irtica suçlamasına kürsüden çok çarpıcı yanıtlar vermişti. Güzel, Genel Kurul’un 2 Mart 1989 tarihli oturumunda, “Türkiye'nin millî eğitim politikası, Büyük Önder, Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk tarafından, bundan altmışaltı yıl önce, hatta daha önceleri çizilmiş bir politikadır” derken, aydınlara da “Türk aydını olarak belirli mutabakatlara varmak istiyorsak, artık, birbirimizi, mürteci olmakla ve dinsiz olmakla itham etmekten vazgeçmeliyiz” mesajını vermişti.
Hasan Celal Güzel’in Milli Eğitim Bakanlığı döneminde eğitimde irtica suçlamalarına verdiği 2 Mart 1989 tarihli Genel kurul oturumu tutanakları şöyle:
MİLLÎ EĞİTİM GENÇLİK VE SPOR BAKANI HASAN CELÂL GÜZEL (Gaziantep) — Sayın Başkan, değerli üyeler; daha önceki bazı konuşmalara verdiğim cevapta, genel görüşmelerde, Meclis araştırmalarında ve diğer vesilelerle, hep arz ettiğim gibi, aslında, sayın muhalefet sözcülerinin irtica, eğitimde irtica konularında söyledikleri, maalesef, aradan geçen beş senelik iktidar dönemimizde birbirinden çok fazla değişik değildir. Maalesef, sadece 200 kelimelik bir kelime hazinesinin içine sığınarak ve gene maalesef, günlük gazetelerdeki bazı, doğruluğu incelenmemiş olayları Meclis Kütüphanesinde alt alta sıralayarak konuşmalar olmaktadır.
Biz tabiî, her türlü konuşmaya saygılıyız ve elbette bu iddiaların tek tek -sorulursa- cevabını incelemek ve kendilerine sunmak da mümkündür. Ancak, önemli olan, bir zihniyet meselesi. Türkiye'de irticaî olaylar -eğitimde olsun, eğitim dışı, toplumun diğer kesimlerinde olsun- ele alınırken, demokratik çok partili hayata geçişimizden şimdiye kadar yapılan şu hataları mutlaka tekrarlamak zorunda olmadığımız kanaatindeyim.
Bir taraftan, devamlı bir "irtica" kelimesinin altında sıralanan olaylar; bir taraftan da, buna cevap verme durumunda olan siyasî çevrelerin, karşı tarafı dinle ilgili olarak bazı ithamlarla suçlaması... Bu ikilemin içinden, artık Türk aydınını çıkarmanın zamanı gelmiş de geçmektedir.
Yani, açıkça şunu söylemek istiyorum: Ne kimse Atatürkçülüğü, laikliği, cumhuriyetçiliği, hür düşünceyi, demokratikliği kendi inhisarına alabilir, ne de kimse, toplumda genel olarak bir inanç mutabakatı halinde yaşanan, inanılan belirli bir dinî düşünceyi kendi inhisarı altında tutabilir ve bunun aksi de varit olmamalıdır. Yani, kimse kalkıp, karşısındakini mesnetsiz şekilde, Atatürk düşmanlığıyla, cumhuriyet düşmanlığıyla itham etmemelidir ve kimse de bunun karşılığında -bazen savunma şeklinde de olsa- kimseyi dinsizlikle, imansızlıkla suçlamamalıdır. Eğer, Türk aydını, Türk politikası, Türkiye Büyük Millet Meclisi bunlardan kurtulursa, o zaman çok daha rahat politika yapma ve memleketin gerçek meseleleri üzerinde durma fırsatını buluruz. Aksi takdirde, bunlar gündem dışı konuşmalarda, çeşitli vesilelerle,sadece belirli siyasî misyonları belirli zamanlarda sıkıştırmak için yapılan talihsiz konuşmalar şeklinde kalır ve Türk siyasî tarihine intikal eder. İşte, biraz evvel yapılan konuşmayı da -eğer beni mazur görürlerse- böyle bir konuşma çerçevesinde mütalaa ediyorum.
Aslında, bütün bunları tek tek incelemek, cevap vermek mümkün. Eğitim konusundaki düşüncelerimizi hep söyledik;
Türkiye'nin millî eğitim politikası, Büyük Önder, Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk tarafından, bundan altmışaltı yıl önce, hatta daha önceleri çizilmiş bir politikadır.
Formülasyonlan sevmiyorum; ama, eğer özetlersek, millî, çağdaş ve laik bir eğitim politikasıdır. Bunun sınırının dışı na çıkmamamız gerekir ve çıkmamak için elimizden geleni de yapıyoruz ve istisnalar da hiçbir zaman kaideyi bozmaz Bugün, Türkiye'de, eğitim ve öğretim kurumu olarak tam* 66 432 kurum vardır. Eğitim idarecisi olarak 70 000 kişi vardır. Türkiye'de 402 000'i öğretmen olmak üzere, 485 000 -gençlik spor personeli hariç- Millî Eğitim Bakanlığı personeli vardır. Bunlar, 830 000'i yaygın eğitim olmak üzere, 12 000 000 öğrenciye hizmet götürmektedir.
Ben, kalkıp da hiçbir zaman burada,Türkiye'nin hiçbir eğitim kurumunda, herhangi bir şekilde ekstremist grupların faaliyet göstermediğini, aşırı solun, aşırı sağın bulunmadığını, irticaın hiç olmadı
ğını iddia edecek değilim. Eğer oluyorsa, üzerine gidiyoruz; hem değerli basının ikazlarına bakıyoruz hem muhalefet partisi sayın mensuplarının ikazlarına bakıyoruz ve elimizden geldiği kadar, eğitimi, sevgiye, pedagojik metotlara oturtma konusunda da gayret gösteriyoruz. İyi niyetimizden kimsenin şüphe etmemesi gerekir; ama şunu da söylemek gerekir ki, maalesef, bu şekilde ortaya çıkan haberlerin büyük bir kısmı, belirli bir propaganda neticesi elde edilmektedir.
Öğrencileri sokağa dökmek de böyledir. Biz gençlere 18,5 yaşında rey hakkı verme cesaretini gösteren, -son otuz yılda tartışılmasına rağmen ilk siyasî iktidarız. Gayet tabiî, bu, sizlerin katkılarınızla meydana gelmiştir. Gençlerin depolitize olmasından yana olmadığımızı, memleket meseleleri hakkında düşünmelerini savunduğumuzu da söyledik; ama bu, asla, kanunsuz eylemlerine rıza göstermek, seyirci kalmak ve Türkiye'yi 1980 öncesinin anarşi ortamına döndürmek demek değildir. Bu, hiç kimsenin işine gelmez. Muhalefetiyle iktidarıyla Türkiye Büyük Millet Meclisinin ana görevi, Türkiye'de demokratik rejimi tekrar kesintiye uğratmamak için elinden geleni yapmaktır. Onun için, kısa vadeli hesaplarla, bazen gençliğin, öğrencinin yanında görünme pahasına tehlikeli oyunlara girmemek gerektiğini ve esasen bunun kimse tarafından düşünülmediğini, buna inanmak istediğimi belirtmek istiyorum.
Eğitimde irtica konusunda olsun, cumhuriyetin ilkelerine aykırı diğer ideolojiler konusunda olsun, müteyakkız olduğumuzu, elimizden gelen gayreti gösterdiğimizi ve bundan sonra da göstermeye devam edeceğimizi belirtmek isterim ve son olarak, sözlerimin başında söylediklerimi, naçizane bir tavsiye şeklinde, orta yoldan gitme çabasında olan bir politikacı şeklinde değil, samimiyetle söylemek istiyorum; irtica yaygaraları, din ve laiklik üzerindeki tartışmalar ve karşılıklı ithamlar, iktidarıyla muhalefetiyle Türk Milletine, Türk toplumuna, Türk halkına hiçbir şey kazandırmaz. Eğer sadece belirli mahafile mesajlar verilmek isteniyorsa -ki, kimseyi bu konuda itham etmiyorum. Eğer sadece Türkiye'nin dünyadaki görüntüsü bozulmak isteniyorsa, ona bir şey diyemeyiz; ama onun dışında, eğer Türk aydini olarak belirli mutabakatlara varmak istiyorsak, artık, birbirimizi, mürteci olmakla ve dinsiz olmakla itham etmekten vazgeçmeliyiz. İleride çocuklarımız bu zabıtları okudukları zaman, "Bunlar da hep aynı şeyleri söylüyorlar ve karşı taraf da hep aynı cevapları vermiş" diye bizi küçümsememeliler.
Hepinize sevgiler, saygılar sunarım.