Eski bakan ile Star yazarı Halime Kökçe arasında 'FETÖ' atışması: Kripto cemaatçi; Gülen'in talebesi

Eski bakan ile Star yazarı Halime Kökçe arasında 'FETÖ' atışması: Kripto cemaatçi; Gülen'in talebesi

Star yazarı Halime Kökçe ile eski bakanlardan 54. Hükümet’te Devlet Bakanı oarak görev yapan Refah Parti'li Sabri Tekir arasında 'FETÖ' atışması yaşandı.

Kökçe, önceki gün kaleme aldığı yazısında, Tekir'in, cemaatin İzmir Kestanepazarı'ndaki ilk kuruluş yıllarında "Fethullah Gülen'in talebesi olduğunu ve 'Biz Fetullah Hocaefendi’nin özel yetiştirmesiyiz' dediğini" iddia etti. Tekir de bu iddia üzerine kişisel Facebook hesabında bir yazı paylaşarak, Kökçe'yi ağır ifadelerle eleştirdi. Kökçe'nin üniversiteyi bitirir bitirmez cemaat bünyesindeki Aksiyon dergisinde çalışmaya başladığını hatırlatan Tekir, o dönem Kökçe'nin cemaat kolejlerinden birinde öğretmenlik yaptığını öne sürdü. "Cemaat mensupları nasıl şiddetli Erbakan ve RP muhalifi idiyseler, siz de aynı şekilde şiddetli bir Erbakan ve RP muhalifi idiniz" diyen Tekir, "Cemaatin takıyye ve kripto elemanı olarak Erbakan'ın yetiştirdiği genç politikacılar tarafından kurulan AK Parti saflarında görünmeyi tercih ediyordunuz" iddiasında bulundu. Halime Kökçe, Tekir'in iddialarına bugünkü köşe yazısında cevap verdi. Aksiyon dergisinde "4-5 ay süreyle telif karşılığında çalıştığını" söyleyen Kökçe, "bir ara Sultan Fatih Koleji’nde öğretmenlik yaptığını" belirtti. Kökçe, "Kendisine de ifade ettim. FETÖ soruşturması yapan savcıları buradan göreve çağırıyorum, Sabri Tekir’in yazdıklarını ihbar kabul edip beni soruştursunlar" çağrısında bulundu.

Kökçe'nin Star'da "Sabri Tekir'in pespaye yazısı hakkında!" başlığıyla yayımlanan (7 Eylül 2016) yazısı şöyle:

Kestanepazarı’ndaki ilk yıllarında Gülen’in talebesi olmasını, Gürcistan’daki ilk üniversitelerine kurucu rektör yapılmasını, FETÖ kapsamında artık kapatılmış olan İzmir Ekonomi Üniversite’sinin kuruluşunda ve devamında görev almış olmasını, kendisi ve iki kişi hakkında “Biz Fetullah Hocaefendi’nin özel yetiştirmesiyiz, bize Risaleler’den önce Rus klasiklerini okuttu” beyanını, Erbakan Hoca’yı Altınoluk’ta ziyareti sırasında “Hocaefendinin selamını getirdim” sözlerini, Erbakan’ın ise “Bunca zaman neredeydiniz”le başlayan sitemlerini birlikte değerlendirerek bir önceki yazımda “Hiç alakadar olmadıklarını sandığımız Refah Partisi’nden bakan dahi çıkarmışlardı. 54. Hükümet’te Devlet Bakanı görevi verilen Sabri Tekir Refah Partisi İzmir Milletvekili’ydi” ifadesine yer verdim.

Yazım bu yapının siyaseti partilere tasallutuyla ilgiliydi. Sabri Tekir’i hedef gösteren değil örnek gösteren bir yazıydı. Sabri Tekir’in bugün bu yapının mensubu olduğuna dair bir iddia da içermiyordu. Doğrusu FETÖ’nün üniversitelerinin kapatıldığı, yurt dışındaki üniversitelerinde görev yapmış rektörlerin tutuklandığı bir vasatta eskiden de olsa bu yapının üniversitesinde kurucu rektörlük yapmış birisi hakkında böyle bir kanaat sahibi olmak absürd olmasa gerek. Hele de bu veriler “Biz Fetullah Hocaefendi’nin özel yetiştirmesiyiz” ifadesi ile yan yana gelince, aksini düşünmek pek mümkün gözükmüyor.

Ama dediğim gibi yazının amacı ne Sabri Tekir’i ihbar etmek ne de bu ilişkiler ağını ortaya dökmekti.

Ayrıca, eskiden bu yapıyla ilişkisi olan bir kişi bugün nedamet getirmişse ve suç kapsamına giren bir fiil içinde bulunmamışsa isminin zikredilmesinden rahatsız olması son derece normal.

Böyle bir durumda bana düşen özür dilemek olurdu, gönderilmiş bir tekzip metnini hiç yüksünmeden köşemde yayınlayabilirdim.

Ancak Sabri Tekir bu yola başvurmak yerine, ancak bir FETÖ’cünün kaleminden çıkabileceğini düşündürten pespayelikte ve iftiralarla dolu bir yazı ile bana cevap vermeyi tercih etti.

Aksiyon dergisinin kuruluşunda 4-5 ay telif karşılığı çalışmış olmamdan hareketle [ki bu sakladığım bir şey değil], beni “kripto FETÖ’cü” ilan eden, bir ara öğretmenlik yaptığım Sultan Fatih Koleji’ni FETÖ’nün koleji olarak niteleyen, FETÖ’nün bana Kürt açılımı üzerine doktora tezi yazdırdığını iddia eden, ama en bombası kızlık soyadımdan hareketle “Karakaşiler’den olabileceğimi” söyleyerek beni bir de Sabataist yapan o pespaye yazıyı yazınca işin rengi değişti.

Kendisine de ifade ettim. FETÖ soruşturması yapan savcıları buradan göreve çağırıyorum, Sabri Tekir’in yazdıklarını ihbar kabul edip beni soruştursunlar.

Ama Sabri Tekir de gidip bildiklerini Türkiye Cumhuriyeti savcılarına anlatsın. “Hafızamı şöyle bir yokladım da...” diye başlayan yazısından dökülenlere bakılırsa maşallah öyle bir hafızası var ki az daha zorlasa kim bilir başka neler çıkacak?

Belki “özel yetiştirmesi olduğunu” söylediği Gülen’in ilişkileri hakkında savcıların işine yarayabilecek bilgiler gelir aklına. Nitekim kendisi gibi bu yapı ile yolu bir şekilde kesişmiş kişiler gidip tanık olarak ifade veriyor. İyi bir vatandaş olmak bunu gerektir öyle değil mi?

Son bir nokta; Sabri Tekir, 15 Temmuz’daki darbe girişimini FETÖ’nün yaptığını tüm Türkiye biliyor ve haykırıyorken facebook sayfasında yazdığı uzun darbe analizinde bir kere bile FETÖ kelimesini kullanmamıştır. Herhalde Sabri Tekir ben kendisinin ismini hasbelkader zikredince FETÖ’yü fark edebildi.

Gelelim Timetürk’e. Sabri Tekir’i pespaye yazısını yayınlamak suretiyle benimle ilgili ikinci itibar suikastına imza atmış olan bu site aynı pespayeliğe ortak olmuştur. Bunun objektif gazetecilikle tevil etmeye çalışılması ise ancak gülünç bulunabilir.

17 Aralık’tan sonra Fetullah Gülen’e kameralar önünde kefil olan Mustafa Kamalak’ın partisinin Milli Gazetesinin o pespaye yazıya yer açmasına ise hiç sözüm yok. Yakışmış!

 

Sabri Kökçe ne yazmıştı?

 

Prof. Dr. Sabri Tekir, Facebook hesabından Kökçe'nin şu yazı ile cevap vermişti:

Sayın Halime KARAKAŞ KÖKÇE

Siz Aksiyon dergisinde çalışıyordunuz, soyadı olarak da Kökçe'yi değil Karakaş'ı kullanıyordunuz. Sakın, sizin “Karakaşiler”den olduğunuzu söylemek istediğimi düşünmeyin. Yanlış anlaşılmayı asla arzu etmem. Bu benim hiç isteyeceğim bir şey değildir. Evlilik sonrası eşinizin soyadını kullanmayı tercih ettiniz. Anadolu geleneklerine göre bu da son derece doğal. Fakat benim ilgimi çeken başka bir boyut. Sosyoloji öğrenimi görmüş, yine aynı alanda yüksek lisans ve doktora çalışması yapan genç bir kız, nasıl oluyor da o dönem moda halindeki kızlık soyadını da kullanma arzu ve isteği duymasın? Dikkatime takılan işte bu. Mesela ben olsaydım, inanın ki kullanırdım. Sakın bunun sebebi, 28 Şubatın en sıkıntılı zamanlarında zevkle çalıştığınız Aksiyon dergisindeki ve o gruba bağlı kolejlerden birinde yaptığınız öğretmenlik günlerine ilişkin kimliğinizi hatıralardan silmek, gizlemek amaç ve gayesi olmasın? Yoksa siz o Halime Karakaş değil misiniz?

Sonra, o dönemin şartlarında, üniversiteden mezun olur olmaz neden Aksiyon dergisinde çalışmayı tercih ettiniz? Veya neden onlar sizinle çalışmayı tercih etti? Kendilerinden olmayan hiç kimseyi aralarında barındırmayan cemaat mensupları sizinle çalışmayı sorunsuzca sürdürdüler, Çünkü siz lise öğreniminizi de onların kolejlerinde okumuştunuz ve aranızda güvensizliğe neden olabilecek hiçbir engel yoktu.

Aslında siz de o gruba tam bir gönül bağı ile bağlı idiniz. Yoksa, cemaatin o tarihlerde kendilerinden olmayanları asla çalıştırmama politikasını sadece ben değil, cemaati tanıyan herkes bilirdi, siz de dahil. Yoksa, 2000'li yıllara kadar (doktora çalışmalarınızı bitirinceye kadar), bu dergide uzun süre çalışmanız mümkün olur muydu? Eski deyimiyle “muhal” bile değil.

Ayrıca, siz doktora tez çalışmanızı “Kürt Açılımı” konusunda yaptınız. Hafızamı tekrar yoklayarak onu da söyleyeyim. Bu tez konusu seçimini cemaatin yönlendirmesi ile yaptınız değil mi? Çünkü, cemaat kendi gelecek yapılanması içinde, mesela muhtemel bir AK Parti iktidarında öncülük yapmayı tasarladığı Türkiye'nin iki önemli sorunu vardı: Kürt sorunu ve Alevi sorunu. Alevi sorununa ilişkin açılım politikalarına destek için cemaatin lideri “Alevi kardeşlerimizin ayakları altına başımı koymaya hazırım” beyanatını veriyor ve her yerde “Cemevleri” açılmasını teşvik ediyordu. Kürt Açılımı'na zemin oluşturmak amacıyla bu konuda doktora tez çalışması yapmaya siz de teşvik ediliyordunuz.

Bu arada AK Parti iktidarı, 2002 seçimlerinden hemen sonra, Doğu ve G.Doğu Anadolu Bölgelerinde görev yapacak tüm güvenlik, silahlı kuvvetler, mülki erkan ve üst düzey kamu görevlilerinin kendi örgüt mensuplarından atanması konusunda cemaat tarafından baskı altına alınıyordu. Nitekim, Kürt Açılımı ile ilgili tüm hazırlık çalışmalarının ve “akiller” grubunun çalışma merkezinin, o dönemde Cemaatin mutlak kontrolü altındaki Polis Akademisi'nde yapılmış olmasının nedeni bu değil midir? Allahtan, AK Parti iktidarı bölgedeki bu yapılanma taleplerine “çekinceli” davrandı da o büyük vartaya düşülmedi. Yoksa şimdi başımızda ne büyük belalar olurdu değil mi?

Bu arada, tıpkı içinde bulunduğunuz Cemaat mensupları nasıl şiddetli Erbakan ve RP muhalifi idiyseler, siz de aynı şekilde şiddetli bir Erbakan ve RP muhalifi idiniz, Fakat, yaptığınız dirije tez çalışması ile önünüzde çok geniş bir pazar görüyordunuz ve Cemaatin takıyye ve kripto elemanı olarak Erbakan'ın yetiştirdiği genç politikacılar tarafından kurulan AK Parti saflarında görünmeyi tercih ediyordunuz. Nasıl olsa ülkenin iki önemli sorununda her iki açılıma da siz önderlik edecektiniz. Kitaba dönüştüreceğiniz tez çalışmanızdan da önemli bir gelir sağlamış olacaktınız. Zaten Cemaat'in parasal kaynakların nerede bulunabileceğini çok iyi bildiğini artık herkes biliyor. O zaman bunu siz de iyi biliyordunuz. Öyle olmadı mı Sayın Karakaş Hanım efendi?

Şimdi de aynı şiddette AK Parti taraftarı görünüyorsunuz. Yemezler Hanım efendi, yemezler. Milletin bir gözü açıldıysa, AK Partinin iki gözü açıldı. Aslında onlar gözlerini açmak istemiyorlardı ama istemeyerek de olsa sizin kumpaslarınız açtı onların gözlerini. Karakaş Hanım efendi! Başkalarının sizin kulağınıza üflediği, sizin de emellerinize uygun geldiğini düşündüğünüz şeylere kapılıp elinize kalemi alıp yazmaya başlamayın. Size kendimi ben tanıtayım. Kendimi 13 yaşımdan beri son derece iyi bir siyaset bilinci ile yetiştirmeye çalıştım. Daha 16-17 yaşlarındayken dünyanın sayılı siyasetçilerinin hayatlarını okumuştum. 1964 yılından 1980 yılına kadar İzmir'de yapılmış hiçbir siyasi partinin (buna TİP de dahildir) mitingini kaçırmadım ve takip ettim. Türkiye'deki tüm siyasi hareketleri gücü nispetinde izlemeye çalışmış biriyim. Sadece siyasi hareketleri değil, cemaat, tarikat vb. yapılanmaları da buna dahil edin. Daha siz doğmadan İzmir'de gelişmeye başlamış ve sizin de mensubu bulunduğunuz FETÖ hareketini o genç çocuk ruhuyla siyasi bir hareket olarak görmüş, tanımış, hep uzak kalmaya çalışmış biriyim. Bu nedenle çoğu arkadaşlar o hareketin peşinde takılmış koşarken, ben ilk üniversiteye girdiğim günden itibaren MTTB ve o zaman ki MNP, MSP, RP hareketleriyle birlikte oldum. Bu siyasi çizgiden de gönlüm hiç bir zaman kopmadı. 1969 yılı genel seçimlerdeki bağımsızlar hareketinde daha düne kadar yerlere göklere sığdıramadığınız, şimdilerde elinizden gelse tukaka yapacağınız Sayın 11. Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül ile birlikte Aydın bağımsız adayımız. Yük. Müh. Süleyman Karagülle için çalışmalarda bulundum. Bunu Sayın Gül'ün özgeçmişinden de okuyabilirsiniz. 1977 seçimlerinde MSP'nin İzmir MV adayı olan rahmetli Turgut Özal'ın kendi adına yayınladığı “seçim beyannamesini” ben kaleme almıştım. Bu tarihlerde örgüt lideriniz etrafındaki yüzlerce gençten bir tanesinin dahi MTTB ve MSP'li gençlere katılmasını istemiyor, engelliyor ve şiddetle aleyhte propaganda yapıyordu. Benim İzmir'deki bu duruşumu İzmir bağlantılı olsun olmasın tüm MTTB camiası ve MNP-MSP-RP-FP siyasi çizgi mensupları, şimdiye kadar yetiştirdiğim binlerce öğrencim ve benimle siyaset yapmış arkadaşlarım çok iyi bilirler. Daha başka kimler bilir biliyor musunuz: Bugün yalakalık yapmaya çalıştığınız tüm AK Parti kadroları ve en önemlisi sizin mensubu bulunduğunuz o tarihlerde İzmir'de yaşayan örgütün lideri de bilir. Kaldı ki siyasi görevle Ankara'ya intikal etmeden önce ben Birlik Vakfı İzmir Şubesi başkanıydım. Karakaş Hanımefendi! Siz bilmezsiniz ama ben söyleyeyim. Benim gençliğimden beri her zaman birlikteliğimi devam ettirdiğim sadece iki grup vardır: MTTB camiası ve daha çok bilimsel çalışmalarla tanınan Akevler - Süleyman Karagülle grubudur. Yani sizin nefretle baktığınız, içinize bir türlü sindiremediğiniz Adil Düzen grubu.. Siyasi hareket olarak da Erbakan hareketi. Bu grupları cümle alem bilir, istemiyor ve sevmiyor olsanız bile siz de bilirsiniz. Bunun dışında, 15 Temmuz ile yaşadığımız bu dramatik olayları çok önceden, hem de kırk sene öncesinden kestirebilmiş biri olarak, sizin grup da dahil hiçbir grupla gönül birlikteliğim olmadı. Sizin gibi kripto biri olarak hiçbir grubun içinde yer almadım. Hele mutlak teslimiyet anlamında hiçbir kişi, grup veya ekole bağlı olmadım, genetik olarak karakterim buna uygun da değildir. Ama bunu sizin gibi genç nesiller bilmez, bilmiyor olabilir veya bilmemezlikten gelebilirler. Hele sizin gibi 28 Şubat sürecinde ve sonrasında Aksiyon Dergisinde çalışan birinin bilmemesi sadece gönlünüzün akış istikametinin farklı olması ile izah edilebilir. Tanımak istemediniz, hala istemiyorsunuz çünkü genetik kodlamalarınızda can yakma özelliği var. Sanırım mumun ateşine kapılıp yanan siz kendiniz olacaksınız.

Karakaş Hanımefendi, benim bu kısa sosyal ve siyasal geçmişimden anlamış olmalısınızdır ki, bir kripto olarak yalakalık yapmaya çalıştığınız AK Parti'nin kurucu kadrosunun tamamına yakını (Erdoğan dahil) benim gençlik dönemi arkadaşlarım olmuştur. Yapılan tüm seçimlerde de bir görev telakki ettiğimden aday adayı olmama rağmen, listelerde yer vermediler. Siyaseten öyle takdir etiler. Ancak bu konuda şimdilerde oluşan kişisel kanaatim şudur: eğer FETÖ bağlantım olsaydı büyük ihtimalle baş tacı yaparak listelerin başına hem de severek yerleştireceklerdi. Çünkü, o tarihlerde sizin de mensubu bulunduğunuz cemaatle kucak kucağa olmayı siyasette getiri unsuru görüyorlardı. İktidardaki arkadaşlarımız sizin gibi kripto yol göstericileri oldukça daha çoook ihanetle karılaşacaklar, sadece kendileri sıkıntı çekmekle kalmayacaklar milletin de sıkıntı çekmesine neden olacaklardır. Siz de karşıdan kıs kıs gülecek, ve hedefe ulaşmanın büyük mutluluğunu yaşayacaksınız. Öyle ya, örgüt sadece Süleyman Demirel'i, Tansu Çiller'i, ve Sabri Tekir'i tepe tepe kullanmadı ki. Bakıyorum da hâlâ tepe tepe kullanılabilecek bunca siyasi varken niye kullanmasınlar ki. Elhak, bu konuda sizin kadar maharetli ve hünerli kimse görünmüyor. Sayın Karakaş, kabul edin veya etmeyin bir büyüğün olarak tavsiyem, biraz vicdani sorumluluk sahibi olarak kalemini kullanmanızdır. Yasal haklarım saklı kalmak şartıyla, sizi, ruz-ı mahşerde hesap vermek üzere Allah'a havale etmekten başka yapabileceğim bir şey yoktur.