Ercan Taştekin *
Türkiye; son dönem yakın tarihinin en ağır terörle mücadele sorunuyla karşı karşıya. Terör örgütü PKK ile mücadelede yedi (7) ayda verilen şehit sayısı 265’i geçti ve hâlihazırda şehit haberleri gelmeye devam etmekte. Silahlı Kuvvetlere bağlı birlikler, tanklar ve diğer ağır silahlarla uzun süredir şehir merkezlerinde. Tüm bunlara ilave olarak “Eş zamanlı bir süreçte ve farklı bir konseptte” IŞİD; Diyarbakır’da, Suruç’ta, Başkent Ankara’da ve kültür, turizm ve finansın merkezi İstanbul’da ne yazık ki artık ana arterlerde çok sayıda insanın katledildiği eylemler yaptı ve tekrar yapmayacağı konusunda da emin değiliz.
Terörizmle, terörle ve teröristle mücadele birbirinden farklı alanlardır. Başarı için üçünün eşgüdüm içerisinde yürütülmesi gerekir. Güvenlik güçleri için teröristle mücadele tüm zamanlarda hep meşakkatli olmuştur. Son dönemde bu mücadeleyi daha da zorlaştıran parametreler var. Çünkü polis ve asker salt teröristle mücadele etmiyor.
Bölücü Terör / PKK Sorunu Karşısında
Teröristle mücadele uzun yıllar askeri vesayet altında yürütüldü. Son on yılda askeri vesayetin azalması ile birlikte, siyasi irade bu alanda belirleyici olmaya başladı. Bu kuşkusuz olumlu bir gelişmeydi ve problemin nesnel olarak tanımlanması ve gerçekçi ve insani boyutlarda çözümü adına son zamanların belki de en önemli fırsatıydı. Bu durum “Terör Sarmalı”yla bütüncül olarak ve tüm katmanlarıyla mücadele anlamına gelmekteydi.
Siyasi iradenin bu alanda söz sahibi olmasından sonra attığı demokratik adımlar kamuoyunda olumlu bir hava oluşturdu. Ancak “içeriği kamuoyunca ve de yasal boyutta terörle mücadeleden sorumlu kamu sektörü temsilcilerince bilinmeyen” çözüm sürecinin başlamasıyla, teröristle mücadelede “kamu güvenliğinin nesnel öncelikleri” geri plana atıldı ve atılan yanlış adımlarla güvenlik hizmetlerinde ciddi ve telafisi mümkün olmayan hatalar yapıldı.
İlk şaşkınlık ‘farklı isimler altında terör örgütü ile müzakere veya çözüm sürecinin’ başlangıç aşamalarında yaşandı. Bu konuda asker ve güvenlik bürokrasisinin görüşü alınmadı. Konuya ilişkin geniş kitlelerin katkısı alınmadığı gibi; “dar bir kadro”nun haricinde kimsenin sürece ilişkin bilgisinin olmaması tüm toplum kesimlerinde kuşkuyla karşılandı. Bu da, girişimin sorunu çözmeye yönelik olmaktan ziyade, iç politik hesaplarla veyahut bilinmeyen bir dış iradenin etkisiyle yapıldığı kaygısını oluşturdu.
Böylesi bir tutum sadece ‘çözüm sürecinin’ (?) başlangıcı ile sınırlı kalmadı. 2014 yılında, dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel, Çankaya Köşkü'nde düzenlenen 30 Ağustos resepsiyonunda basın mensuplarının bir sorusu üzerine, sürece ilişkin yol haritasını bilmediklerini belirterek, “Hükümetin bir politikası var, o politika yürüyor. Biz çözüm sürecine ilişkin yol haritasını bilmiyoruz, o çalışmanın içinde yokuz. Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay çalışmanın kamu kuruluşlarına gönderileceğini söylemişti, henüz bir şey gönderilmedi. Görürsek biz de görüşlerimizi söyleriz.” şeklinde konuştu.
Bir Genelkurmay Başkanı’nın, bu sitemkâr ifadeleri aslında kurumsal bir tepkiyi ortaya koyuyordu. Açıklamanın içerisinde siyasi iradeye mesaj vardı. Bu mesajda, çözüm süreci nedeniyle olacaklardan kendilerinin sorumlu olmadığı hususuydu ve bunu tüm kamuoyun ile paylaşmayı tercih etti. Aslında bu ifadeler, bugünkü yaşadıklarımızın o günkü kaygılarını içeren ve bu yöndeki hukuki sorumluluğu garantiye almaya çabasını içeriyordu.
22 Temmuz 2015’te Şanlıurfa'nın Ceylanpınar ilçesinde aynı evde kalan iki polis memuru evlerinde ölü bulundu. Bu olayın hemen sonrasında TSK kandili bombaladı ve bu gelişme çözüm sürecinin sonu oldu. Çatışma süreci yeniden başladı. Oysa çözüm süreci boyunca çok sayıda asker, polis, korucu şehit edilmiş ama terör örgütüne yönelik nedense böyle bir harekât düzenlenmemişti aksine ihtiyaç dahi hissedilmemişti. Terör örgütü şehrin göbeğinde Bingöl Emniyet Müdürü’ne suikast düzenlemiş ve ağır yaralamış, İl Emniyet Müdür Yardımcısını ve bir Başkomiseri şehit etmişti. Bu durumda bile çatışmasızlık devam ettirilmişti.
Bu zamanlama güvenlik güçlerinin aklına “Çözüm sürecinin sona erdirilmesi ve çatışmaların yeniden başlaması, iç politika ve siyasi çıkar odaklı” düşüncesini yerleştirdi.
Bu anlamda, güvenlik güçleri sadece çözüm sürecinde verilen tavizleri sorgulamıyor; Önümüzdeki süreçte siyasi iradenin kendi iç politik çıkarları için farklı isimler ve yöntemlerle çatışmasızlık sürecine yeniden yönelmesinden de endişe ediyor. Dillerinde sadece “iki yıl yat yat sonra hadi gelin temizleyin” sitemi yok. Ayrıca “yarın bizi kim koruyacak” sorusunu da dillendiriyorlar. Karar vericilerin iç politik hesapları, çelişkileri ve tutarsızlıkları teröristle etkin mücadeleyi olumsuz etkiliyor.
IŞİD
PKK ile mücadelede yaşanan bu sorunların yanı sıra IŞİD’le mücadelede de güvenlik güçlerinin kafası çok karışık. Türkiye, Esed rejimi yıkılsın diye Suriyeli muhaliflerin yararına olabilecek durumlar için toleranslı davrandı. IŞİD, bu tolerans noktalarından faydalanarak bölgede inanılmaz derecede güç sahibi oldu ve örgütlenme yapısını, zeminini kurdu. İnsan kazanmada, psikolojik ve eylemsel üstünlükte alan oluşturdu.
Siyasi irade ve iltisaklı kamuoyu oluşturma aparatları tarafından IŞİD, Suriye’nin kuzeyinde PKK’yı durduran ve onunla mücadele eden bir güç gibi yansıtıldı. Üst düzey politikacılar IŞİD’den terör örgütü olarak bahsetmedi “aksine birkaç kızgın adam” olarak tanımlamak suretiyle nerdeyse masumiyetin bir tık ilerisinde yer aldıklarına dair bir kısım toplum mahfillerinde bir algı oluşumuna sebep oldular. Güvenlik güçleri, hukuki bazda profesyonel nitelikte mücadele için siyasi irade tarafından harekete geçirilmedi.
Diyarbakır İl Merkezinde genel seçim öncesi HDP mitinginde düzenlenen bombalı saldırı ile ilgili olarak polisin; hayatın doğal akışı içerisinde beklenenin aksine ve elde ettiği kurumsal düzeydeki profesyonelliği inkâr edercesine “son derece önemli hataları” ortaya çıktı. Ne yazık ki bu konuda etkin adli ve idari soruşturma süreci yürütülmedi. Urfa/Suruç saldırısının ardından da benzer nitelikteki ihmali olanlar hakkında işlem yapılmadı. Cumhuriyetin Başkentinde meydana gelen “Ankara patlamasında” tarihinde görülmemiş bir sayıda 102 kişi katledildi. Burada da kamuoyundaki tepkileri azaltmak adına sadece birkaç görevliyle ilgili basit idari işlem yapıldı.
Güvenlik sektörünün bu alanda yapacakları çalışmalarla ilgili olarak “işgüzarlıkla suçlanma” riski ve açıktan olmasa bile “dolaylı zarar görme” riski bir hayli yüksek. Ayrıca IŞİD eylemleri ve katliamları ile ilgili kendilerinden hesap sorulmayacağını düşünüyorlar. Siyasi irade tarafından ortaya konan bu yaklaşım güvenlik güçlerinin IŞİD’le etkin mücadelesini önlüyor.
29 Eylül 2015 günü Erdoğan 11. Muhtarlar Toplantısı'nda, "Bölgedeki kamu görevlilerinin gelişmeleri eksik, yanlış değerlendirmesi zafiyete yol açtı." diye konuştu. Söylenenler doğruydu. Ama “eksik ve yanlış değerlendirmenin” sorumlusu bürokrasiden daha çok siyasi iradeydi. Son dönemde, siyasi irade bilhassa güvenlik bürokrasisini yeniden yapılandırarak en üst düzeyde politize etti. Politize olan güvenlik ve istihbarat bürokrasisi de karar vericilere gerçekleri değil onların duymak istediklerini söyledi.
25 Ekim 2014 günü Yüksekova’da bir Uzman Jandarma Çavuş ve iki Jandarma Er şehit edildi. Hakkâri Valiliğinden yapılan açıklamada olayla ilgili 3 kişinin gözaltına alındığı belirtildi. Davutoğlu’da aynı açıklamayı yaptı. Gözaltına alınan kişilerin olayla ilgisinin bulunmadığı belirlendi. Bingöl’de 09 Ekim 2014’te Emniyet Müdürü Atalay Ürker ve beraberindekilere saldırı düzenlendi. İki görevli şehit oldu. Valilik, silahlı saldırı sonrasında saldırıyı gerçekleştirenleri ele geçirmek amacıyla düzenlenen operasyonda, dört (4) teröristin ölü olarak ele geçirildiğini belirtti. Erdoğan, güvenlik güçlerinin anında katilleri bulduklarını ve ölü olarak ele geçirdiklerini, ayrıca dokuz (9) kişinin daha yakalandığını ve gözaltına alındığını söyledi. Ancak yapılan tahkikatlar neticesinde bahsi geçen şahısların olayla ilgisinin olmadığı anlaşıldı. 29 Ekim 2014 günü Diyarbakır’da Şehit edilen Astsubay Nejdet Aydoğdu ve 15 Ocak’ta Cizre’de vurularak öldürülen Nihat Kazanhan olaylarında da benzer skandallar yaşandı. Hatalı bilgilendirmeler ile ilgili hiçbir görevliye adli ve idari işlem yapılmadı. Bunlar sadece kamuoyuna yansıyanlardı.
Çatışma sürecinde de bürokrasi tarafından siyasi irade ve kamuoyunu sistematik olarak yanlış bilgilendirilmeye devam ediyor.
Ekim 2015’de Davutoğlu, "Türkiye'de intihar eylemi yapabilecek kişilerin belli bir listesi, şeyi dahi var. Biliyorsunuz bu, bir eylem hazırlığı içinde ama bunu gerçek bir eyleme dönüştürmedikçe veya elinizde o eylemin olabileceğine dair bir veri olmadıkça tutuklayamazsınız” dedi. Açıklama tam bir faciaydı. Davutoğlu’nun böylesine büyük bir skandala imza atmasına kendisini yanlış bilgilendiren güvenlik bürokrasisi sebep oldu. Ankara ve Suruç patlamaları ile ilgili de hem Erdoğan hem de Davutoğlu yaptıkları açıklamalarda gerçeklerle örtüşmeyen söylemlerde bulundular.
Politikacılar da çok sık bölücü terörle mücadele bölgesine gitmiyorlar. Gerçek ve detaylı bilgilere sahip değiller.
02 Şubat’ta 12 saatte 8 Şehit ’in verildiği sıralarda Şili’de bulunan Erdoğan “Şu anda Güneydoğu’daki gelişmelerde, gidişat iyi yönde. Bölgeye giden bakan arkadaşlarım da, “Hava eskiye kıyasla çok çok farklı diyor” dedi. Oysa bölgedeki gerçekleri anlamak ve terörle mücadele edenlerin yaşadıklarını anlamak için sosyal medyadaki polis gruplarına bakmak yeterli.
Son dönemde poliste tarihte görülmedik oranda ve sayılarda büyük tasfiye yaşandı. Yeni kadrolar yasaların kendilerine verdiği görevlere odaklanmadılar. Teröristle mücadelede zihinsel, fiziksel ve teknolojik modernizasyon sürdürülemedi. Önceki dönemlerin aksine son dönemeçte Çok sayıda Şehit verilmesinde bu eksikliklerin büyük etkisi oldu.
Personelin motivasyon sorunu var. Yaklaşık iki aydır hiçbir gün izin kullanmadan her gün 14 saat çalışıyorlar.
Sevk ve idare askeri yetkililerde. Şehir çatışmaları konusunda yeterli uzmanlıkları yok. Çok ciddi sevk ve idare hataları yapılıyor.
Evrensel polisliğin vazgeçilmez kuralı olan mesleki uzmanlık alan uygulaması rafa kaldırıldı. Yeterli eğitimi almadan çok sayıda çatışma ve alanda görev yapma tecrübesi/birikimi olmayan emniyet mensubu/polis özel harekât görevlisi olarak bölgeye gönderildi. Şehitlerin çoğu geçici görevle bölgeye gönderilen polisler. Bunlar yeni dönem bürokratların hatalarına sadece birkaç örnek.
Erdoğan’ın 11 Mayıs 2013’te Afyon’da “Cadı avı ise cadı avı.” sözleri işaret fişeğiydi. Yapılan düzenlemelerle üç bağımsız demokratik erk’ten biri olan yargı tamamen yürütmenin emrine girdi. Yakın tarihe kadar PKK, El Kaide ile etkin şekilde mücadele eden istihbarat ve terörle mücadele polislerine ‘önleme dinlemelerinin güvenlik konseptiyle yapılmadığı’ iddialarıyla sürekli algı operasyonlar evrensel hukukun üstünlüğü ilkesi ramına yapıldı. Bu polisler aynı iddia ve yönlendirmelerle defalarca gözaltına alındı ve büyük kısmı tutuklandı. Haklarında çok sayıda mesnetsiz idari soruşturmalar açıldı.
Kısa süre öncesine kadar teröristle etkin mücadele ettikleri için sürekli ödüllendirilen, taltif edilen, takdirnamelere boğulan polislerin sonrasında adeta mesleki ve tüm diğer yaşam alanları boyutlarıyla hukuksuz biçimde linç edilmeleri ve bütün bu yaşanılanlar, mevcut görevde bulunan polisleri kara kara düşündürüyor. Meslektaşları sokakta şehit olan bazı görevliler takdir yetkilerini risk almamak üzerine kullanıyorlar. İster istemez ellerini taşın altına koyamıyorlar “ya yarın aynı şeyler kendileri içinde yapılırsa” olasılığı sürekli akıllarında.
Terörle mücadelede uzman polisler altı boş ithamlarla soruşturmalar açılıp tutuklandığını tüm güvenlik güçleri biliyor. Bu da, bugün görevde olan polislerin etkin bir şekilde istihbarat çalışması yapmasını engelliyor.
Sokağa çıkma yasağının vb. uygulamaların hukuki alt yapısının sorunlu olması, çatışmalarda yaşanan sivil kayıpları güvenlik sektörünü kara kara düşündürüyor.
Sonuç
Güvenlik güçlerinin elleri tetikte, canlarını ortaya koyarak teröristle mücadele ediyorlar. Fakat akılları başka yerde. İçleri rahat değil. İmralı’da yapılan görüşmelerin tutanakları topluma yansıdıkça huzursuzluk daha da artıyor.
Sadece teröristle mücadele etmiyorlar. Karar vericilerin tutarsızlıkları, bürokrasinin politizasyonu ile bugün mücadele ediyorlar. Sokağa çıkma yasakları uzadıkça politikacılar zor durumda kalıyor. Bir an önce sonuç alınması için bürokratlara baskı yapıyor. Bürokratlar gerçekleri paylaşıp profesyonel tavır sergilemiyor. Onlar da sahadakilere baskı yapıyor. Bu hatalar zinciri sonucunda şehit ve gazi sayısı artıyor. Aynı hatalar zinciri alandaki görevlilerin sorunlarının yukarıya taşınmasında da yaşanıyor.
Siyasi irade günübirlik sonuçlara odaklanıyor. Bunu bilen bürokratlarda kısa vadede elde edilecek gelişmeler peşinde koşuyor. Planlı, projeli çalışmalar yapılmıyor. Yargının siyasallaşması ile hukuki sorunlarla da yarın mücadele edeceklerini düşünüyorlar. Teröristleri etkisiz hale getirseler ve hayatta kalmayı başarsalar bile uzun yıllar başlarının derde gireceğini düşünüyorlar.
* Eski Bingöl Emniyet Müdürü, Güvenlik Stratejileri Araştırma Merkezi (GÜSAM) Başkanı