Eski rektör, hapiste koğuş ağasıydı!

Eski rektör, hapiste koğuş ağasıydı!

Uludağ Üniversitesi eski Rektörü Prof. Dr. Mustafa Yurtkuran,  Ergenekon davası kapsamında tutuklanıp gönderildiği Silivri Cezaevi'nden 74 gün sonra tahliye edildi. Yurtkuran, 19 Mayıs Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ferit Bernay ve gazeteci Mustafa Balbay’la birlikte paylaştığı koğuşta ağa seçilmesini, ilk koğuşlarında komşuluk ettikleri serçe ailesiyle ilgili gelişmeleri anlattı.

10 Mart 2009’da kanserli olan sol testisini aldıran Yurtkuran, 17 Nisan’da Ergenekon soruşturması kapsamında tutuklanmıştı. Milliyet gazetesinin haberine göre, ailesi ve avukatları, Yurtkuran’ın kanser olması ve kalp damarlarındaki tıkanıklık nedeniyle üç kez tahliye talebinde bulunmuşlar ancak talepleri reddedilmişti. Yurtkuran, 24 Haziran’da baypas ameliyatı oldu, 25 Haziran’da ise tahliye edildi. Yurtkuran şimdi kanser tedavisi kapsamında radyoterapi görmeye hazırlanıyor.

‘Koğuş ağası seçildim’

Cezaevinde yaşadıklarını kâğıda da döken Yurtkuran’ın kendi ifadeleriyle yaşadığı ilginç anılardan bazıları şunlar:

“Silivri’deki koğuş ortamı çok moderndi. İlk gün TV kuruldu, buzdolabı satın aldık. Koğuş 2 katlıydı. 70 metrekare ortak alan, gökyüzünü gördüğümüz, volta attığımız 70 metrekarelik koğuşumuza özel dış alan vardı. İlk günden beri Ferit Bernay’la beraberdik. Benim son günümde Mustafa Balbay geldi. Son gece geç saate kadar sohbet ettik. En yaşlı ben olduğum için koğuş ağası seçildim. Koğuşta disiplin kurmuştum. Sabah kalktıktan sonra yapılan yürüyüşte yeme içme yok. 10.00’da kahvaltı ve gazeteler. Öğle saatlerinde iki saat okuma ve bilimsel çalışma..

‘Depresyona karşı hikâye’

Ferit Bernay çok olumlu bir insan, her olaya olumlu bakabiliyor. Bazen sabahları üzüntülü, depresyonlu kalktığım zaman Ferit hemen bir hikâye anlatıyor. Ortamı yumuşatıyor. Çok yürüyorduk. Tam anlamıyla volta atıyorduk. Cezaevinde tespih de çektim, çıkarken arkadaşlara bıraktım.

‘Gardiyanlar üniversite mezunu’

Cezaevinde gardiyanlardan doktorlara kadar hiçbir görevliden üzücü muamele görmedik. Gardiyanlar üzgün olduğumuzu duyunca hemen gelip moral veriyorlardı. Büyük bölümü üniversite mezunuydu.

Herkes gayet adil ve kibardı. Bütün bunlara rağmen her sabah yataktan kalkışınız depresyonlu oluyor. Her akşam bir gün daha geçti diye seviniyorsunuz.

‘Serçe ailesi komşumuz oldu’

İlk yattığımız koğuşun avlusuna bir serçe ailesi yuva kurdu. En büyük mutluluğumuz o aileyi izlemek oldu. Tam yavruları çıkacağı sırada başka koğuşa nakledildik. Serçeleri merak ediyorduk. Gardiyanlara serçelerin ne olduğunu sorduk. Onlar bize serçelerin son durumunu izleyip aktarıyorlardı.

‘Perinçek’i cezaevinde gördüm’

Açık görüş için hizaya girip öyle yürüyorsun. Doğu Perinçek’i, Muzaffer Tekin’i, Sedat Peker’i, Gürbüz Çapan’ı ilk kez orada gördüm. Yürürken selamlaşıp konuşuyorduk. Gürbüz Çapan bizi gördüğünde gülerek ‘Daha sizi bırakmadılar mı?’ diye şakalaşıyordu.

Cezaevi dedikodusu “Af”

Askerdeki erken terhis dedikodusu gibi cezaevinde de sürekli af dedikodusu dolaşıyordu. Uyuşturucu gibi suçlardan uzun süre ceza alanlar hep ‘Af çıkacakmış’ diyordu. ‘Hocam, Abdullah Gül emir vermiş affedin bu çocukları demiş. Siz ne dersiniz hocam?’ diyorlar ve buna inanıyorlardı.

Silivri-Haseki 5.5 saat

Cezaevinde geldiğimde zaten hastalıklarım vardı. 3 hafta sonra sırtımdaki ağrılar dikkatimi çekmeye başladı. Ferit hemen ‘Hocam ovayım geçer’ diye moral veriyordu. Daha sonra doktorlar, hastaneye sevkimin gerektiğini söyledi. Cezaevi araçları çok kötü, içinde üç hücre var. Silivri’den Haseki’ye 5.5 saatte gidiliyor. Şoför kontağı kapatırsa hücreler cehennem gibi oluyor. Hastanedeki mahkûm koğuşu koşulları da çok katı. Küçücük bir odada jandarmalarla geçiyor.