Eski Sur Belediye Başkanı Abdullah Demirbaş, 1990'lı yıllardaki köy boşaltma politikasının bugün hendek kazanları doğurduğunu söyledi. Yeni kuşak Kürt gençlerinin travmayla büyüyeceğini dile getiren Demirbaş, “Bu ateşe bir su dökmeliyiz” dedi. Oğlunun 16 yaşında PKK’ya katıldığını söyleyen Demirbaş, “Oğlumun bir gün barış içinde evine dönmesini hayal ediyorum” diye konuştu.
Aylardır sokağa çıkma yasağı ve operasyonların sürdüğü Diyarbakır'dan sağduyulu sesler yükselmeye başladı. Sur'da 10 yıl belediye başkanlığı yapan Abdullah Demirbaş, yasak ve çatışmaların, yeni nesil Kürtlerde büyük travmaya yol açtığını söyledi. 1990'lı yıllarda uygulanan köy boşaltma politikasının bugünkü hendek kazan gençleri doğurduğunu ifade eden Demirbaş, yeni kuşak Kürt gençlerinin de zoraki göçün travmasıyla büyüyeceğini dile getirdi. 2004'ten 2014'e kadar Sur Belediye başkanlığı yapan HDP'li Abdullah Demirbaş, “Yıkım sürdükçe, insanların siyasî çözüme olan inançları da azalıp yok oluyor. Bu ateşe bir su dökmeliyiz.” dedi. Demirbaş şöyle devam etti: “Sur ve diğer ilçelerde hendek kazıp ‘öz yönetim' ilan edenlerin büyük bir çoğunluğu da o dönemin şiddet, yoksulluk ve göç ortamında doğup, şehirlerin fakir mahallelerinde radikal bir ortamda büyüyen Kürt gençleri… Şimdi yeni bir kuşak, ölümün, yıkımın ve zoraki göçün travmasıyla büyüyecek. Ve gittikçe kızgınlaşan yeni nesil Kürtler ve Türkler nasıl ortak bir noktada buluşacak?”
Sur'da 2 Aralık 2015'ten beri sokağa çıkma yasağı uygulanıyor. Yaşanan acıların en büyük tanıklarından biri de Abdullah Demirbaş. 2004'ten 2014'e kadar Sur'un belediye başkanlığını yürüten HDP'li Abdullah Demirbaş, ilçede binalarla birlikte çoğulculuk vizyonunun da parçalandığını belirtti. Mahallelerin harap olduğunu, dükkânların kepenk indirdiğini, hastanelerin doktorsuz kaldığını, okulların kapandığını, on binlerce insanın göç etmek zorunda kaldığını anlatan Demirbaş, çok kültürlü bir geçmişten miras kalan antik şehirde, bir arada ve barış içinde yaşama vizyonunun da yara aldığını savundu. Zaman’dan Aziz İstegün’e konuşan Demirbaş’ın açıklamaları şöyle:
Şehirler ve mahalleler abluka altında. Barikat ve hendeklerle kapatılmış dar sokaklara tanklarla giriyorlar. Mahalle sakinleri haftalar boyu süren sokağa çıkma yasakları yüzünden evlerine hapsolmuş durumda. Dışarı çıkmaya cüret edenler keskin nişancıların hedefi haline geliyor. Vurulanların vücudu günlerce sokaklarda kalıyor. Mermiler evlerin içine de yağıyor ve ağır silahlar binaların duvarlarını yıkıp, içerideki insanları öldürüyor. Burası Suriye değil, burası AB üyeliğine aday ve yakın geçmişe kadar Arap Baharı'nın galibi olarak nitelendirilen Türkiye.
Devletle PKK arasında süregelen görüşmelerin geçen yaz çökmesiyle yeniden başlayan çatışmalar korkunç bir savaşa dönüşmüş durumda. Bu savaştan en çok etkilenen yerlerden biri, belediye başkanlığını yaptığım Diyarbakır'ın tarihi Sur ilçesi. Aralık ayının başından beri sokağa çıkma yasağı uygulanıyor. Birçok mahallesi harap olmuş, dükkânları kepenk indirmiş, hastaneleri doktorsuz kalmış, okulları kapanmış durumda. On binlerce insan buradan göç etmek zorunda kaldı.
Sur'un duvarları, içinde bin yıllardır devamlı yaşam olan antik bir şehri çevreler. Dar sokakları, geniş iç avluları ve zarif taş binaları zengin ve çok kültürlü bir geçmişten mirastır. Bu miras, son yüzyılın düşmanlıklarıyla fakirleştirilmiş de olsa bugün hâlâ ayaktadır. Küçük ama gittikçe daha görünür olan Ermeni, Süryani, Keldani, Yezidi ve diğer topluluklar, bugün çoğunluğu Sünni ve Kürt olan şehirde İslam'ı farklı şekillerde yorumlayan Müslümanlarla bir arada yaşamaktadır.
Geçtiğimiz on sene boyunca bu mirası korumak ve geliştirmek adına belediyemiz büyük çaba gösterdi. Camiler ve kiliseler dahil birçok tarihi binanın restorasyonuna öncülük ettik. Yüzyıl yıkıntı halinde kaldıktan sonra yeniden açılan ve bugün Ortadoğu'nun en büyük Ermeni kilisesi olan Surp Giragos Kilisesi sayesinde 1915 soykırımından kurtulan Türkiye'deki “gizli” Ermeniler, unutturulan kimliklerini yeniden keşfedip açıkça benimseyebildi. Yine Musevi cemaati adına eski sinagogun restorasyonu için çalışmalar yürüttük.
2012 yılında Sur'un önde gelen inanç, kültür ve sivil toplum temsilcileri bir araya gelip dinler ve kültürler arası bir diyalog grubu oluşturdu. “Kırklar Meclisi” adını verdiğimiz bu oluşum, şehrimizde mezhep temelli ayrımcılığa karşı set çekti. Bu sayede bütün bölge hoşgörüsüzlükten mustaripken, Sur bir arada ve barış içinde yaşama vizyonunun sembolü haline geldi. Bugün Sur'un binaları ile birlikte bu çoğulculuk vizyonunun parçalandığını görmekten büyük keder duyuyorum. Mezhep savaşları Suriye'yi gözlerimizin önünde yok ediyor. Aynı kaderi paylaşmamak için Kırklar Meclisi acil bir bildiri yayınladı. Ablukaların kaldırılması, hendeklerin kapatılması çağrısı yaptı. Ayrıca tarafları onurlu bir U dönüşü ile çatışmalara son verip parlamenter demokrasi çerçevesinde barış görüşmelerine geri dönmeye çağırdı ve randevu istedi.
Abluka altındaki şehirlerde yaşayanların birçoğu 1990'larda köylerinden göç etmek zorunda bırakılmış yoksul aileler. Sur ve diğer ilçelerde hendek kazıp “öz yönetim” ilan edenlerin büyük bir çoğunluğu da o dönemin şiddet, yoksulluk ve göç ortamında doğup, şehirlerin fakir mahallelerinde radikal bir ortamda büyüyen Kürt gençleri… Şimdi yeni bir kuşak, ölümün, yıkımın ve zoraki göçün travmasıyla büyüyecek. Bu insanlar nereye gidecek? Bu gençler büyüyünce ne olacak? Ve gittikçe kızgınlaşan yeni nesil Kürtler ve Türkler nasıl ortak bir noktada buluşacak?
2007 yılında Sur'u Türkiye'nin ilk çok dilli belediyesi yaptık ve resmi dil Türkçenin yanı sıra Kürtçe, Ermenice ve Süryanice de hizmet sunmaya başladık. Bu Ankara'daki yetkilileri memnun etmedi ve belediye başkanlığımın elimden alınmasına sebep oldu. 2009 yılında, oyların üçte ikisiyle yeniden seçilmemden aylar sonra, bu sefer “bölücülük” suçlamasıyla gözaltına alındım. Sağlık durumum sebebiyle 5 ay sonra tahliye edildim. Yüzlerce Kürt aktivist ve seçilmiş siyasetçiyle birlikte tutuklandığım sırada, o zamanlar 16'sında olan oğlum PKK'ya katılmak için evimizi terk etti. Giderken bana “Siyaset ve diyalogla boşuna zaman harcıyorsun.” dedi. Hayatımı bunun yanlış olduğunu kanıtlamaya ve oğlumun barış içinde evine dönebileceği ortamın yaratılmasına adadım. Birçok defa hayal kırıklığına uğradım ama ümidimi hiç yitirmedim. Bugün, o ümide tutunmak için çabalıyorum.
“Gerçek şu ki, benim kuşağım diyalogla barışı sağlayabilecek son kuşak. Diyalog, güç sahibi olanların istemesiyle mümkündür. Daha geçtiğimiz bahar aylarında, taraflar tarihi bir anlaşmanın eşiğine gelmişti. Gerçek ve adil bir seçim sunulduğunda Kürtler, şiddet yerine siyaseti, ayrılık yerine hak ve kimliklerinin tanındığı demokratik bir Türkiye'de bir arada yaşamayı tercih ettiğini defalarca gösterdi. Ancak yıkım sürdükçe, insanların siyasi çözüme olan inançları da azalıp yok oluyor.”
“Hükümet yetkilileri operasyonların “teröristler tek tek temizlenene kadar” devam edeceğini açıkladı. “Saklandığınız evlerde, o binalarda, hendeklerde yok olacaksınız.” dedi. Peki barışı yıkımla mı tesis edeceksiniz? On yıllar boyunca uygulanan politikalar şiddetin sadece şiddet yarattığını öğretmedi mi bize?”