"Eskiler orta yolu bulamamışlar; bu görev de Nâzım Hikmet'e düşmüş"

"Eskiler orta yolu bulamamışlar; bu görev de Nâzım Hikmet'e düşmüş"

Ahmet Tan*

“İkinci Cins” üzerine yazmak için bayramın ikinici gününü beklemek gerekmedi elbet. 

Babalar Günü bugün. Öyle denk geldi, diyelim.  Simone de Beauvoir, kadınların ne tür süreçlerden geçerek ikincil statüye düştüğünü bu isimdeki kitabında anlatır.  Ona göre, insan kadın doğmaz, sonradan kadın olur! Tıpkı erkeklerin de sonradan erkek olduğu gibi...  Çünkü insanın dişisinin ya da erkeğinin toplum içindeki görünüşünü ya da konumunu belirleyen herhangi bir biyolojik, ruhsal ya da kalıtımsal bir temel yoktur.  Nitekim çocuklar dünyayı cinsel organlarıyla ya da cinsiyetleriyle değil, elleri ve gözleriyle algılarlar. Doğum travması ya da sütten kesilme travması her iki cinsiyette de aynı şiddetle yaşanır.

***

“Kadıncıl olmak” elbette zarif bir erkek özelliğidir.  Keşke en başta “devletlümuz” olmak üzere yüce Tanrı her erkeğe nasip etse bu sıfatı ve evsafı!  Kadını baş tacı etmek de, tüm dertlerin ilacı olarak görmek de çok güzeldir..  Ama kadın “fetiş” olarak görülmeye, sunulmaya başlanınca işin rengi değişiyor.  Kadına övgüler dizilip, besteler yakılıyor. Sular tutuşturulup bulutlardan konfeti yapılıyor. En kalp çarptıran ayrıntıyı en iyi ortaya döken “en sanatçı” sayılıyor.  “En erkek” için değil de “en kadın” uğruna oynatılan kalemler olmasa belki ne bir tek güzel şiir yazılabilirdi, ne senfoniler, ne bir tablo, ne bir tek roman, ne baharlar, ne akşamlar olurdu...  Ama Osmanlı’nın son döneminin sanatçıları kadın konusuna fazlaca realist takılmış gibiler.  Bunda feministlerin henüz işbaşı yapmamış olmasının payı büyük.  Ünlü romancımız şu Refik Halit Karay’a bakar mısınız?  - “Kadın lüks lambası gibidir. Hele bazı güzel kadınlar gazı konmamış veya vidası sıkıştırılmamış olanlarına benzerler. Siz istediğiniz kadar orasını burasını sağını solunu kurcalayın asla ışık vermezler!”  Lüks lambası neyin nesidir.  Ya oranın buranın kurcalanması?  Her neyse...  Ama yine de İstiklal Marşı’mızın ölümsüz şairi Mehmet Akif’in “failatün failetün” vezniyle düştüğü şu satırlara ne buyurulur?  - “Senin kadın dediğin pabuç gibidir azizim, bir zaman giyilir sonra değiştirilir.”

***

Kadını pabuç gibi giymelik olabildiği gibi, midye dolması gibi yemelik olarak görenler de var.  Hem de güzel olanının değil de çirkininin daha besleyici ve iştah açıcı olduğunu belirterek..  “Tarif” yine Refik Halit’ten:  “Çirkin kadın yoktur. Bir yemeğin harici manzarasına bakarak tadına hükmedebilir misin?  Mesela ömründe midye dolması tatmamış olsan o kara kabukların tabaktaduruşu sana lezzeti hakkında bir fikir verebilir mi? Çirkin kadınlar ateşe tutulunca kabuklarını atan kestaneler gibidir. İçinden hararetlenir ve lezzet kesilirler. Artık yer misin yutar mısın o senin bileceğin bir iştir.” (Tarih Boyunca Kadın- Erkek: A.Sait Basımevi 1949 İst. Sayfa: 149)

***

Öyle anlaşılıyor ki eskiler orta yolu bulamamışlar. Bu görev de Nâzım Hikmet’e düşmüş:  “Kadın  - Kimi der ki kadın uzun kış gecelerinde/  serüp bir döşek gibi yatmak içindir/  Kimi der ki kadın yeşil bir harman yerinde/  dokuz zilli bir köçek gibi oynatmak içindir/  Kimi der ki ayalimdir/ boynumda taşıyorum vebalimdir/  Kimi der ki hamur yoğurur/  kimi der ki çocuk doğurur/  Ne şu ne bu, ne döşek, ne köçek ne ayal, ne vebal/  O benim kollarım, bacaklarım başımdır/  Yavrum, annem, karım, öz kardeşim, hayat arkadaşımdır./”

***

Bugün babalar günü. Babaları da doğuran annelere ve onlara bu en baba statüyü sağlayan kadınlara kutlu olsun.

* Bu makale ilk olarak Cumhuriyet'te yayımlanmıştır