Karar yazarı Etyen Mahçupyan, "Bugün birçok kişi Türkiye’nin büyük bir jeopolitik ‘oyunla’ karşı karşıya olduğuna, ülkenin Batı tarafından bölünmek istendiğine, Gülen darbesinin gerçekte bir ‘işgal’ girişimi olduğuna, çarenin ise ‘oyunu bozacak hamleden’ yani Batı’dan kopmaktan geçtiğine inanıyor" dedi. "Farklı düşünenler dışlanıp mahkum edildikçe de ortaya toplumsal bir patoloji çıkıyor" diyen Mahçupyan, "Bunun bedeli psikolojik açıdan çok ağır olacak… Ama fazlası da olabilir: Türkiye dağılma ve bölünme korkusuyla öyle bir ruh haline sürüklenmekte ve çareyi öylesine patolojik bir tezde aramakta ki, eğer bu tez siyasete egemen olursa ülke gerçekten manen dağılma ve kopuşun eşiğine gelebilir" görüşünü dile getirdi.
Mahçupyan'ın Karar'da "Türkiye manen bölünüyor" başlığıyla yayımlanan (11 Aralık 2016) yazısı şöyle:
Toplumların yaşananları psikolojik açıdan taşımaları güçleştiğinde beka kaygısı yükselebiliyor ve sıradan olayların bile tehdit içerdiğine ilişkin kanaat hızla yayılabiliyor. Toplum geçmişindeki benzer durumlardan hasarlı çıkılmışsa, söz konusu kaygılar daha derin olabiliyor. Hele ideolojik ve/veya kültürel olarak bölünmüş bir toplumsanız, bu kaygı patolojik düzeylere gelebiliyor.
Bizim durumumuz da maalesef bu… Yüz yıl öncesinin deneyimi bir hortlak misali tepemizde geziniyor. Özgüvenimiz bir türlü oluşamadığı için riskleri abartıyor, ancak böylesine büyütülen risklerle başa çıkmak gerçekçi olmadığı için hamasete yaslanıyoruz. Kendimizden kuşkulanıyor, esas düşmanın içimizde olduğunu düşünüyor, bunu itiraf etmenin yükü nedeniyle de düşmanlarla çevrili olduğumuz tezine sarılıyoruz.
Cumhuriyet dönemi boyunca arka plandaki bu ruh haliyle yüzleşilmedi. Aksine devlet eliyle hastalanma süreci beslenmeye devam etti. İki kutuplu dünyanın nispeten durağan dengesi kendimizi oyalamamıza meydan tanıdı… Ne var ki ardından gelen post modern küreselleşme siyasi dengeleri değiştirirken bizim de kimyamızı bozdu ve içimizde bastırdığımız hayaletlerin dışarı sızmasına neden oldu. Böylece on yıllarca bastırılmış olan anti-Batı öfke ve eziklik kendisini ifade edecek mecra aramaya başladı. Aynı süreçte Kemalizm ve onun tahayyülleri üzerine oturtulmuş olan kimlik, vatandaşlık ve millet tasavvuru çöktü. Yerini İslami duyarlılıktan beslenen modern kültürel muhafazakarlık aldı. Ama bu yeni ideolojik konumun dünyaya adapte ve entegre olabilecek ideolojik ve zihni derinliği yoktu. Hala da yok… İslami yeni intelijensiya faydacı bir dünyevileşme ile ideolojik bir katılaşma arasında sıkışıp kaldı. Bu cenderenin dışına çıkabilenler ise bireyselleştiler ve cemaatçi yapılanmaların çeperlerine savruldular. Dolayısıyla etkileri ancak zaman içinde ve tedrici olabilirdi. Oysa hayatın akışı daha hızlıydı...
***
Ortadoğu’daki içsel parçalanma, büyük güçlerin oradaki çıkarları, bunun Kürt ve İslam meselelerine ilişkin uzantıları ve nihayet Gülenci darbe girişimi, zaten bozulmuş olan kimyanın patolojik bir yola girmesini teşvik etti. O noktada bile ortada bu toplumun altından kalkamayacağı bir durum yoktu. Ancak iktidar destekli kamuoyu yapıcılarının bilinçli yönlendirmesi patoloji güzergahını genişleterek davetkar hale getirdi. Çünkü bu sayede her türlü ‘düşmanın’ zihinlerde birleştirilmesi ve ona karşı iktidar etrafında ideolojik/kimliksel bir cepheleşmenin yaratılması mümkündü…
Bugün birçok kişi Türkiye’nin büyük bir jeopolitik ‘oyunla’ karşı karşıya olduğuna, ülkenin Batı tarafından bölünmek istendiğine, Gülen darbesinin gerçekte bir ‘işgal’ girişimi olduğuna, çarenin ise ‘oyunu bozacak hamleden’ yani Batı’dan kopmaktan geçtiğine inanıyor. Her olaya Türkiye merkezli bakılıyor, ya birilerinin bize diz çöktürmeye çalıştığı, ya da bizim önümüzde diz çöktükleri şeklinde yorumlanıyor.
Bu bir görüş veya düşünce değil inanç… Ortada ileri sürülenleri kanıtlayan herhangi bir bilgi olmadığı ve bunun için uğraşılmadığı gibi, çelişkili bulgular da göz ardı ediliyor. Çünkü bilgiye değil, sadece bir anlamlandırmaya ihtiyaç var ve onu da ideoloji üretiyor. Herkes bu ideolojinin içinde açıklama bulmaya ve söylemeye davet edilirken farklı düşünenler dışlanıp mahkum edildikçe de ortaya toplumsal bir patoloji çıkıyor.
Bunun bedeli psikolojik açıdan çok ağır olacak… Ama fazlası da olabilir: Türkiye dağılma ve bölünme korkusuyla öyle bir ruh haline sürüklenmekte ve çareyi öylesine patolojik bir tezde aramakta ki, eğer bu tez siyasete egemen olursa ülke gerçekten manen dağılma ve kopuşun eşiğine gelebilir…