*Ali Murat Hamarat
EURO 2016'nın şüphesiz en büyük renklerinden biri Galler. Chris Coleman'ın öğrencileri şimdiden Avrupa Futbol Şampiyonası tarihinin en büyük sürprizlerinden birine imza atmış durumda.
Peki 3 milyon nüfuslu ülkenin futboluna dair neler biliyoruz? Gelin, geçmişten bugüne Ada'nın biricik ejderhasının peşine düşelim...
Aslında her şey 140 yıl önce başlamıştı. 1876'da İskoçya ile yapılacak hazırlık maçının organizasyonu için başlayan süreç Galler Futbol Federasyonu'nun doğumuyla noktalanıyordu. Tevatüre göre bu hiç kolay olmamış, uzun süren hararetli tartışmalara bir keresinde polis müdahil olmuştu.
Tarihin üçüncü federasyonu, oyunun kurallarını koyan Uluslararası Futbol Birliği Kurulu'nun da kurucularından biriydi.
Adalılar'ın FIFA ile ilişkisi çalkantılıydı. Bir giriyorlar, bir çıkıyorlardı. Üyelikleri askıda olduğundan üç Dünya Kupası'na katılamayan Birleşik Krallık'ın parçaları, futbolun patronuyla nihai olarak 1946'da anlaşıyordu.
1950'lerdeki altın jenerasyon, yaklaşık bir ömür konuşulan başarıya imza atmıştı. Elemelerde Çekoslovakya'nın ardından ikinci olan Galler'in başına talih kuşu konuyordu.
Asya/Afrika Grubu'nda yer alan İsrail ile kimse oynamak istemiyordu. Başta Türkiye, sonra Mısır, Endonezya ve Sudan çekilince, FIFA devreye giriyor; hiç maç oynamadan bir takımın Dünya Kupası'na gitmesi uygun bulunmuyordu.
Avrupa'da gruplarını ikinci bitirenler arasında ihale onlara kalmış, her iki maçı da 2-0 kazanan Galler, İsveç vizesi alan dördüncü Birleşik Krallık temsilcisi olmuştu. Zaten bir daha böyle bir olay yaşanmayacaktı...
O zamanlar milli maçlarla Avrupa Kupası müsabakaları aynı tarihte oynanabiliyordu. Galler'in teknik direktörü Jimmy Murphy aynı zamanda Manchester United'ın yardımcı antrenörüydü.
Tesadüf bu ya “Ejderhalar”ın Dünya Kupası vizesi aldığı gün, “Kırmızı Şeytanlar” da Kızılyıldız'ı eleyerek Şampiyon Kulüpler'de yarı finale çıkmıştı. Fakat kitaplar onu değil, ertesini yazıyor; gözler hâlâ doluyor.
6 Şubat 1958'de Münih'de meydana gelen uçak kazasında Manchester United'ın 7 futbolcusu ölmüş, teknik direktör Matt Busby ağır yaralanmıştı. Kısa bir süre sonra Duncan Edwards da hayatını kaybedince kayıp sayısı sekize çıkmıştı. İşte o kapkaranlık günlerde Galli hoca bugünün devini ayakta tutmuş; Busby döndükten sonra yine ikinci adam olmuştu.
Murphy olmasa belki de bugün Manchester United'dan bahsetmeyecektik, tıpkı Galler'in Dünya Kupası macerasından bahsedemeyeceğimiz gibi...
Juventus'ta oynayan John Charles'ın önderliğinde grupta üç beraberlik alan takım, o zamanki statü gereği Macaristan ile oynanan play-off müsabasının neticesinde tur atlamıştı.
Murphy'nin öğrencileri çeyrek finalde o zamana kadar kimsenin tanımadığı Pele adındaki 17 yaşındaki bir delikanlıya teslim olmuşlardı. Tek golle boyun eğdikleri Brezilya, 10 gün sonra Dünya Kupası'nı kaldırmıştı.
Sadece dört ülkenin katıldığı EURO 1976'nın ucundan dönmüşlerdi. Son sekize kalan Mike Smith'in öğrencileri Yugoslavya'yı aşamamıştı.
1982 Dünya Kupası elemelerinde bizim de olduğumuz grupta Sovyetler Birliği ve Çekoslovakya'nın gerisinde kalan Galler, o günlerin "çantada kekliği" İzlanda'yı evinde yenebilse, kuvvetle muhtemel turnuva vizesi alacaktı ya, neyse...
10 Eylül 1985'te İskoçya'yı devirebilseler, play-off'ta Avustralya ile oynayacaklardı. O dramatik mücadelenin sonunda rakip teknik direktör Jock Stein fenalaşıp ölmüştü. Yardımcısı Alex Ferguson ülkesine Dünya Kupası heyecanı yaşattıktan sonra Manchester United'a imza atmıştı.
1993'te gruptaki son maçta Romanya'yı yenseler, ertesi yıl Dünya Kupası'na katılacaklardı. Tabeleda eşitlik varken Paul Bodin penaltı kaçırmış; karşılaşmanın sonunda Gheorghe Hagi ve arkadaşları gülmüştü. Bir türlü olmuyor, son virajı dönemiyorlardı.
EURO 2004'e katılma hakkını play-off'ta kaçıran Galler, 27 Kasım 2011'de o zamanki teknik direktörleri Gary Speed'in intiharıyla sarsılmıştı.
Yaklaşık 2 ay sonra göreve gelen Chris Coleman ile birlikte takım yavaş yavaş yükselişe geçiyor, Temmuz ayında FIFA sıralamasında 10. sıraya tırmanıyordu.
Grupta Belçika'nın ardından ikinci sırada yer alan ülke böylece tarihinde ilk kez Avrupa Şampiyonası'na gidiyordu. Aldıkları başarılı sonuçlar ayrıca taçlanıyor, 2018 Dünya Kupası elemerinde seribaşı oluyorlardı.
Ne en çok milli takım forması giyen Neville Southall, ne en golcü futbolcuları Liverpool'un unutulmaz santforu Ian Rush, ne de Manchester United efsanesi Ryan Giggs büyük bir turnuvada ülkesini temsil edebildi. Gareth Bale ve şürekâsı bu açıdan da tarihe geçti.
Tabii "Ejderhalar"dan bahsederken, onların özel durumunu ele almalı...
Malum Birleşik Krallık'ın parçaları söz konusu futbol ise ayrılıyorlar; Olimpiyat'ta ise birleşiyorlar. Zira Adalılar futbolun patronları FIFA ve UEFA'ya tek tek, Uluslararası Olimpiyat Komitesi'ne (IOC) Büyük Britanya adıyla toplu olarak üye.
İşte onlar arasında İngiltere ile en iç içe olan şüphesiz Galler. Zira onların en büyük takımları İngiliz futbol şemasında boy gösteriyor. Hattâ Swansea City Premier Lig'de mücadelesine devam ediyor. Ülkenin en büyük ikinci şehrinin takımının müzesi belki boş ancak onların öyle bir ezeli rakipleri var ki...
2008'de Federasyon Kupası, 2012'de de Lig Kupası'nı finalde kaybeden Cardiff City, toprakların adeta medar-ı iftiharı durumunda. 1924'te Huddersfield Town'un ardından ikinci olan mavi-beyazlılar, ertesi yıl Federasyon Kupası'nda final oynamışlardı. Başkent ekibi asıl 23 Nisan 1927'de tarih yazmıştı. Zaferlerine Wembley'de toplanan 90 bini aşkın futbolsever tanıklık etmiş; yüz binler dinlemişti. Zira mücadele BBC tarafından radyoda canlı olarak anlatılmıştı.
Huddersfield'i şampiyon yaptıktan sonra Arsenal'in başına geçen Herbert Chapman kupayı istiyordu. Fakat dakikalar 73'ü gösterirken İskoç Hughie Ferguson'ın şutu bir anda çizgiyi geçince mavi-beyazlılar öne geçiyordu. Topçular'ın Galli file bekçisi Dan Lewis çok kötü bir gol yiyerek vatandaşlarını mest etmişti.
Muzaffer futbolcular, Cardiff’e döndükten sonra kahramanlar gibi karşılanıyor; Galler, tarihinin en büyük zaferini kutluyordu. Dünyanın en köklü futbol organizasyonu olan Federasyon Kupası, ilk ve son defa İngiltere dışına gitmişti.
EURO 2016'da mücadele eden 23 kişilik kadronun neredeyse yarısının yolu, ülkenin bu iki güzide kulübünden geçmiş. Genelde altyapılarda pişen futbolcular, sonradan İngiliz ekiplerinin yolunu tutmuş durumda.
Fransa'da Cardiff'ten kimse yok; Swansea'den ise iki oyuncu var. Onlardan Ashley Williams, hem kulübünün hem de takımının kaptanlığını yapıyor. Başarılı savunma oyuncusu İngiltere doğumlu tıpkı kadrodaki sekiz arkadaşı gibi.
Bir an şaşırmış olabilirsiniz ancak kadrodaki 9 futbolcu, ailelerinin kökleri sayesinde milli takımda oynayabiliyor. Tesadüf eseri çeyrek finalde Belçika ağlarını sarsan üç oyuncunun da İngiltere'de dünyaya geldiğini anımsatmalı.
Kaptan Williams'ı bir tarafa bırakırsak, harika bir gol atan Hal-Robson Kanu alt yaş gruplarında İngiltere'yi temsil ettikten sonra “Ejderhalar”ı tercih etmiş. Perdeyi kapatan Sam Vokes'un büyükbabasının Galler'de doğduğunu keşfeden milli takım yetkilileri, onu 17 yaşında genç; ertesi sene de A Takım'da oynatmış.
Bu arada meraklısına not, takımın yıldızları Aaron Ramsey ve Gareth Bale, Galler doğumlu. Yıllardır Arsenal'de izlediğimiz orta saha oyuncusu Cardiff City forması terlettikten sonra Londra'ya transfer olmuştu. Dünyanın en pahalı oyuncusu ise Southampton altyapısında yetiştikten sonra Tottenham'ın yolunu tutmuş; Real Madrid bonservisine 100 milyon euro ödemişti.
Bakalım Galler'in rüyası daha sürecek mi? Kısa bir zaman sonra Bale'in ülke tarihinin en büyük golcüsü olmasına kesin gözüyle bakılırken, Dünya Kupası'na katılıp katılmayacakları merak ediliyor. Görünen o ki Ada'nın yükselen değeri, daha bir süre futbol kamuoyunu meşgul etmeye devam edecek.