İnsan psikolojisiyle ilgili evrensel bir şey varsa o da etrafımızı bize benzer insanlarla doldurmayı sevdiğimizdir. Antik Yunanlar buna "kendine benzeyeni sevme" anlamına gelen homofili diyordu. Plato bu durumu "İt ulur, birbirini bulur" diye anlatıyordu.
İngiltere futbol takımı için de 30 yıldır bu durum geçerliydi. Takımı futbol dünyasında yetişmiş adamlardan tavsiye alan gerçek bir futbol adamı yönetiyordu.
Ana fikir, ne kadar çok futbol uzmanını bir araya getirirseniz futbola dair o kadar fazla bilgiyi bir araya getirebileceğiniz ve böylece rakibinizi yenmenin yollarını bulabileceğiniz fikriydi.
Dünyaca ünlü ragbi koçu Sir Clive Woodward'ın birkaç yıl önce İngiliz ekibi Southampton'a yardımcı teknik direktör olarak atanması tam da bu yüzden eleştirilmişti. Futbol yorumcuları "Ama o bir ragbici, futbol dünyasında danışacak antrenör mü kalmadı?" diyordu.
Bu argümanlar yüzeysel bakıldığında ikna edici. Bir futbol antrenörü bir ragbi koçuna kıyasla futbol alanında fazla bilgi sahibidir.
Fakat burada şöyle bir sorun var: Bir futbol adamı, diğer futbol adamlarının bildiği şeyleri zaten biliyor.
Aynı ortamda sosyalleşiyorlar, benzer taktiklerden etkileniyorlar, bilinen beslenme ve dinlenme rejimlerini uyguluyorlar.
Aslında birbirlerinin entelektüel klonu gibiler.
Üç başarılı futbol adamını bir odaya koyduğunuzda bireysel açıdan çok bilgili üç kişiyi yan yana getirmiş olursunuz fakat diğer yandan da kolektif bir monotonluğa sahip olursunuz.
Bir yankı fanusu yaratmış olursunuz.
Birbirlerinin varsayımlarını benzer şekillerde değerlendirirler.
Konforlu ve benzer fikirlerin çıktığı bir ortam oluşur ama bu aynı zamanda tekdüze ve yaratıcılıktan uzak bir ortam anlamına gelir.
Bu eğilim İngiliz futbolunun çok daha ötesinde de problemlere yol açmıştı.
ABD Merkezi İstihbarat Teşkilatı (CIA) 1947'de kurulduğunda müthiş analistleri işe aldı. Fakat hepsi birbirine benzeyen insanlardı: Beyaz, orta sınıf, Anglo Sakson, Protestan erkekler.
İşe alım görevlileri bilinçaltında homofilinin etkisindeydi.
Akademisyenler Milo Jones ve Philippe Silberzahn'ın ifadeleriyle "1947'den 2001'e kadar CIA'in kimliğinin ilk tutarlı özelliği ırk, cinsiyet ve sınıf açısından homojen bir kurum olmasıydı".
Aynısı büyük teknoloji şirketlerinin çoğu için de geçerli. Örneğin Google yaklaşık 10 yıl önce en parlak yazılım mühendisleriyle çalışmalarına rağmen inovasyonun neden azaldığını sorgulamaya başladı.
Sonrasında fark ettiler ki benzer üniversitelerde benzer profesörlerden eğitim almış, benzer konseptler, sezgiler ve modellere sahip kişileri işe alıyorlardı.
Bu mühendisler birbirlerinin "klonuydu".
Bu gidişat ancak alıştıkları kitlenin dışına çıkıp başka üniversitelerden ve sosyal ağlardan insanlar almaya başladıklarında değişti.
İngiltere Teknik Direktörü Gareth Southgate de kendisini farklı alanlardan fikirlere açarak yeni bir yol çizdi.
Bu fikirlerden biri, Teknik Danışmanlık Kurulu adlı yapıydı.
2016'da kurulan bu eklektik yapının üyeleri, performansı nasıl artırılabileceği konusunda tavsiyeler veriyor.
Maaş almadan gönüllü bir şekilde çalışan kurulda bisiklet antrenörü Sir Dave Brailsford, Sandhurst Askeri Akademisi Komutanı Albay Lucy Giles, Olimpik kürekçi Kath Grainger, teknoloji girişimcisi Manoj Badale, ragbi antrenörü Stuart Lancaster ve St. George's Park'taki ulusal futbol merkezinin arkasındaki isim olan David Sheepshanks de yer alıyor.
Bu kurul ilk kurulduğunda futbol yorumcuları dehşete düşmüş, Ada basınında "Bunlar futbol adamları değil" gibi eleştiriler yer almıştı.
Oysa bu grup tam da bunun için kurulmuştu: Hazırlık, beslenme, veri, zihinsel dayanıklılık gibi pek çok alanda yeni fikirleri futbol takımına katmaları için.
Yankı fanuslarındaki birbirine yakınsayan düşüncelerin aksine bu tür yapılar farklı ve ıraksak düşünceler üretebiliyor.
Southgate bir keresinde bana "Bilmediğim şeyleri bilen insanları dinlemeyi severim. İnsan böyle öğrenir" demişti.
Southgate teknik ekibini de farklı tarzlara ve tecrübelere sahip Graeme Jones, Chris Powell ve Martyn Margetson gibi isimlerden oluşturdu.
Ve bir o kadar önemlisi de onları gerçekten dinliyor: İngiltere'nin yedek kulübesindeki sevinç gösterileri Southgate'in, yardımcısı Steve Holland'ın yorumlarını almasıyla sonlanıyor.
Farklı tarzlara sahip bu antrenörler takımın uyumunu bozacak şekilde davranan kişiler de değil. Aksine, herkesin performansını artırmak için yeni fikirler ortaya atacak türden kişiler.
Yankı fanusundaki insanların trajedisi, bir tuzağa düştüklerinin farkına bile varamamaları.
Yazar David Foster Wallece'ın bir akvaryumdaki balıkları anlattığı hikaye gibi:
"İki genç balık yüzerken yaşlı bir balığın yanından geçmiş. Yaşlı balık onlara dönüp 'Günaydın gençler, su nasıl bugün?' demiş. Gençler bir süre yüzmeye devam ettikten sonra biri diğerine dönüp 'Su da neyin nesi?' diye sormuş."
Wallace'ın anlatmaya çalıştığı şey, etrafımızda kendimiz gibi insanlar olduğunda bazen bariz olanı fark edemeyebileceğimizdir.
Bunun ünlü örnekleri arasında film kiralama sektörünün en büyük şirketi olan Blockbuster'ın dijital film izleme trendini yakalayamayıp silinmesi ve Kodak'ın baskı fotoğrafları bir saplantı haline getirip dijital fotoğrafçılığın sunduğu fırsatları kaçırması da var.
CIA de birbirinin aynısı çalışanları nedeniyle çok sayıda tehdidi fark edemedi. Farklı çalışanlar her şeyi değiştirebilirdi. CIA'in işe aldığı insanların profilini değiştirmeye başlaması ancak 11 Eylül 2001'deki saldırılardan sonra oldu.
Bu hem bilgi derinliğini hem de bilgi yelpazesini geliştirir. Bunun sonucunda "kolektif zeka" ortaya çıkar.
İngiltere milli takımı henüz kupayı kazanmış değil ve önünde hâlâ zorlu bir maç var. Fakat farklılıkların gücü artık tartışılamaz bir gerçek ve alanında öncü pek çok kurumun stratejilerinde merkez bir öneme sahip.
Yankı fanusu konforlu olabilir fakat aynı zamanda doğası gereği insanların kendilerini kısıtlamasına yol açar. Pandemi sonrası çağda dünya hiç olmadığı kadar hızlı değişirken başarı kilidinin anahtarı çeşitlilikten gelir.
Rebel Ideas: the Power of Diverse Thinking (İsyankar Fikirler: Farklı Şekllerde Düşünmenin Gücü) kitabının yazarı olan Matthew Syed, Büyük Britanya masa tenisi takımını iki defa Olimpiyat oyunlarında temsil etmişti.