Hakan Tahmaz*
Sevgili Akın,
Mahpusun gözünün, kulağının gelen mektuplarda olduğunu 12 Eylül zindanlarında tecrübe edindim. Gelen her mektubun dışarıya açılan pencere olduğunu bilirim. Mazgal deliğinden mektubu gelenlerin isimleri okuduğunda gözlerde beliren sevinç, mektupların her satırının okunuşunda yaşanan yürek sızısı ve mutluluk karışımı duygular 30 yıl sonra hâlâ hafızamda canlılığını koruyor.
Bugün sizler bunlardan dahi mahrumsunuz. Hukuk fakültesini bitirenlerin, size yaşatılan bu hukuksuzluğu fazla sürdüremeyeceklerini ve bu saçmalığa kısa sürede son vereceklerini ummuştum ama yanıldım. İktidar yargıcına, savcısına dönüşenler bütün mesailerini korku rejimini kurumsallaştırmak için gazetelerin kapısına kilit vurmak, gazetecileri, aydınları cezaevine doldurmak, barış isteyenleri cezalandırmak için harcar oldular. Sizi orada tutanlar, Cumhuriyetçileri, Cumhuriyet gazetesini moda deyimle “FETO terör örgütüyle” ilişkilendirmekte ısrar ederek, inandırıcılıklarını tümüyle yitirdiklerinin farkında bile değiller. Korku rejimi yaratmakta büyük bir marifet sahibi olduklarını kabul etmek lazım.
Avrupa, 12 Eylül gibi insanlarımızın ikinci adresi olma yolunda hızla ilerliyor. Sen, hukuksuzluğu açığa çıkarmak için Almanya’dan Türkiye’ye döndüğünden beri ne çok gazeteci, yazar, akademisyen memleketimizi terki diyar etti bir bilsen şaşırıp kalırsın. Doğrusu ben, utanıyorum ve isyan ediyorum. Çünkü 12 Eylül’de askerlerin yaptığını şimdi, seçimle gelmiş hükümet “Yeni Türkiye” aldatmacasıyla yaşatıyor.
Hatta OHAL yetkisiyle çıkardıkları KHK’lerle daha beterlerini yaşatıyorlar. Cezaevleri muhaliflerle doldu. Kürt illerinde 100’e yakın seçilmiş belediye başkanı görevden alındı, yerlerine vali ve kaymakamlar kayyım olarak atandı. Meclis’in üçüncü büyük partisinin eşbaşkanları, grup başkanvekilleri cezaevinde, il ve ilçe yöneticilerinin büyük çoğunluğu tutuklu. Sevgili kardeşim, iktidar partisi 10 senedir toplumu sivil anayasa masalıyla oyalayarak Türkiye’yi bu noktaya getirdi. Meclis’te dört partinin iki yıldan fazla süren ortak mesaisinin ve sivil toplum örgütlerinin, anayasa uzmanlarının yıllardır sürdürdükleri çalışmaların ürünü olan hazırlıkları elinin tersiyle çöpe attı.
Şimdi yanına Devlet Bahçeli ve ekibini de alarak, 18 maddelik anayasa değişikliğini 16 Haziran’da oylatıyorlar. OHAL rejimi altında, “Hayır” çalışması yapanların her türlü engellendiği bir referandum bu. Daha da kötüsü Kürt illerinde sandık ve oy verme güvenliği bile yok. İçişleri Bakanlığı’nın 16 ilin valisine gönderdiği “Üç Hilal Operasyonu Genelgesi” referanduma hangi koşullarda gidildiğini gözler önüne seriyor. Ama bu kez hesapları tutmayacak. Toplumu kutuplaştırarak ve korku yayarak sandıktan istedikleri sonucu elde edemeyecekler.
Bunun için yedi düveli düşman ilan eden iktidarın memlekette Devlet Bahçeli’den başka “dostu” kalmadı. Filmin sonu artık görülüyor. Bu nedenle paniklediler, gözleri hiçbir şeyi görmüyor. İstanbul’da belediye ekiplerinin “Hayır” pankartlarını toplaması hukuksuzluk ve korkularının boyutunu gösteriyor. Sevgili kardeşim, günlerdir Silivri mahpushanesinde insanı onurlandıran duruş ve direnişin parçasısınız. İktidarın hukuksuzluklarına karşı evrensel insancıl hukuku ve değerler sistemini savunarak umudu büyüttünüz. Bu zifiri karanlık sona erdiğinde, kan gölüne dönen yıkık kentler ülkesine dönüştürülen bu güzel topraklarda barışın, bu direniş ve duruştan filizleneceğinden eminim. Başta sevgili Ahmet ve kıymetli insan Kadri olmak üzere tüm Cumhuriyetçilere ve cezaevlerindeki dostlara sevgiler, selamlar.
Evet Akın, kışın sonu “Hayır’la” çok kısa sürede bahar olacak.