T24 - Faili meçhul cinayetlerin araştırılması için CHP tarafından verilen önerge, TBMM’de AKP’nin oylarıyla üçüncü kez reddedildi. Hürriyet gazetesi yazarı Mehmet Yılmaz, AKP'nin önergeyi reddetmesi hakkında, "Konuşmaya gelince atış serbest, iş uygulamaya gelince ortada yoklar" dedi.CHP'nin referandum öncesi gündeme getirdiği "türban" konusunda AKP'nin geçtiğimiz günlerde CHP, MHP, BDP ile yaptığı görüşmeler sonunda net bir sonuca ulaşılamadı. Yılmaz, AKP'nin tüban sorununu çözemeyeceğini ileri sürerek "Belli oluyor ki AKP bu sorunu aslında tamamen çözmek gibi bir politikaya sahip değil" dedi.Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Kayseri’de yaptığı konuşmada “Basın özgürlüğü bir ülkenin aynı zamanda itibarı ile ilgili bir konudur. Bir ülkenin şeffaflığı, bir ülkede yanlışların ifade edilebilmesi, bir ülkede aynı zamanda kontrol mekanizması açık toplumlarda basın vasıtayla olur” dese de; Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) örgütünün yayımladığı son listeye göre, Türkiye 178 ülke arasında 138’inci oldu. Geçen yıl 122. sıradaydı. Türkiye ile Romanya, şu anda kendi tarihlerinin en kötü sıralamasındalar.
Mehmet Y. Yılmaz'ın Hürriyet gazetesinde yayımlanan (22 Ekim 2010) yazısı şöyle:Faili meçhul cinayetlerin araştırılması için CHP tarafından verilen önerge, TBMM’de AKP’nin oylarıyla üçüncü kez reddedildi.
Referandum kampanyası sırasında Diyarbakır’da konuşan Başbakan’ın “Faili meçhullerin acısını çok iyi biliriz” dediğini, hafızası zayıf “liberal” arkadaşlara hatırlatalım.
Bundan şu sonucu mu çıkarmalıyız: Faili meçhul cinayetlerin acısını duyalım, ama cinayetlerin kimler tarafından işlendiğiyle ilgilenmeyelim!
AKP, ciddi bir tutarlılık sorunu yaşıyor.
Konuşmaya gelince atış serbest, iş uygulamaya gelince ortada yoklar.
Faili meçhul cinayetlerin önemli bölümünün, kısaca “derin devlet” adını verdiğimiz yapılanmaların ya da o mekanizmanın kullandığı değişik isimlere ve siyasi eğilimlere sahip gizli örgütlerin işlediği bir sır değil.
AKP sözcüleri her fırsatta bu tür yasadışı yapılanmalar ile mücadele ettiklerini, edeceklerini söylüyorlar ama sıra bunları araştırmaya gelince ortada yoklar!
Konuşmaya gelince, “millet iradesinin temsil edildiği en yüce organ” TBMM, ama sıra TBMM’nin temel görevlerinden birini yapmaya gelince, yan çiziyorlar.
AKP, her zaman “doğru anlaşılamamaktan” yakınıyor.
Bu “yanlış algılamayı” düzeltmek için toplantılar yapıyorlar, çareler arıyorlar.
Çok fazla toplantı yapmalarına gerek yok, ben nedenini söyleyeyim: Sorun söyledikleri ile yaptıkları arasında bir tutarlılık ilişkisinin olmamasında.Bunu yapmaya çabalarlarsa var olduğunu iddia ettikleri “yanlış algı” düzelir.
Ya da ortada “yanlış algılama” yoktur, olsa olsa “takiye” vardır!
AKP bu sorunu çözmek istemiyor
Partiler arasındaki türban görüşmelerinden bir sonuç çıkmamasının nedeni, CHP’lilerin “türbanın kamuya, ilk ve orta öğretime girmeyeceğine ilişkin güvence” istemesi, buna karşılık AKP’li yöneticilerin “10 yıl sonrasının garantisini kim verebilir ki” yanıtı vermesi imiş.
Hiç kuşku yok ki 10 yıl sonrasında nasıl bir toplumsal ve siyasal durumda olacağımızın garantisini kimse bugünden veremez.
Ama iş, bir sorunu çözmek midir, belirsiz bir gelecek için bugünkü sorunun çözümünü zorlaştırmak mıdır?
Başbakan her fırsatta üniversitelerdeki türban sorununun çözümünün “geniş uzlaşma” ile olacağını söylüyordu.
Şimdi böyle bir uzlaşma ortamı var. Bütün mesele, türban sorunu ile ilgili endişeleri olanları huzursuz etmemek, endişelerini yatıştıracak bir formülün peşine düşmek.
O formül de apaçık önümüzde duruyor: Kamu görevini yerine getirenler dini ve siyasi sembolleri üzerlerinde bulundurmayacaklar, ilköğretimde ve orta öğretimde türban serbest olmayacak.
Sorunu gerçekten çözmek isteyen bu uzlaşma fırsatını değerlendirirdi.
Evet, on yıl sonra nasıl bir toplumsal bir iklim olacağını bilemeyiz ama artık o da o günkü TBMM’nin işidir.
Belli oluyor ki AKP bu sorunu aslında tamamen çözmek gibi bir politikaya sahip değil.
Bu sorunun ortada sürüncemede kalmasını istiyor, bundan fayda umuyor.
Şimdi bir kez daha uzlaşılamamış olmasının suçunu çok iyi bildikleri yöntemlerle CHP’nin üzerine yıkacaklar ve önümüzdeki seçimlere kadar da bunu bir propaganda malzemesi olarak kullanacaklar.
Cumhurbaşkanı iyi söylüyor ama
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Kayseri’de yaptığı konuşmada “Basın özgürlüğü bir ülkenin aynı zamanda itibarı ile ilgili bir konudur. Bir ülkenin şeffaflığı, bir ülkede yanlışların ifade edilebilmesi, bir ülkede aynı zamanda kontrol mekanizması açık toplumlarda basın vasıtayla olur” dedi.
Bu sözlere katılmamak mümkün değil. Ve bugün bulunduğumuz noktada Türkiye, basın özgürlüğü açısından “yerlerde sürünüyor”!
Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) örgütünün yayımladığı son listeye göre, Türkiye 178 ülke arasında 138’inci oldu. Geçen yıl 122. sıradaydık. Türkiye ile Romanya, şu anda kendi tarihlerinin en kötü sıralamasındalar.
Bu sıralama gazetecilere yönelik olarak açılan davalar ve verilen cezalar dikkate alınarak yapılıyor.
Ama Türkiye’de sorun sadece bu değil. Basın üzerinde ciddi bir siyasi baskı var, muhalif basın devlet gücü kullanılarak sindirilmeye çalışılıyor. Siyasi baskı, gazetecilerin işten attırılmasına kadar varıyor.
Bunları da işin içine katan bir sıralama olsa, kaçıncı sıraya düşeceğiz, hesaplamak çok da zor değil!
Onun için Cumhurbaşkanı, bu görüşünü bir uygun zamanında Başbakan’a da açıklasa ve onu da ikna etse ne kadar iyi olurdu.