"Faizi düşürsen kur 'sakalı', yükseltsen durgunluk 'bıyığı', çözüm OHAL'in bitmesinde"

"Faizi düşürsen kur 'sakalı',  yükseltsen durgunluk 'bıyığı',  çözüm OHAL'in bitmesinde"

Hürriyet yazarı Uğur Gürses, Merkez Bankası'nın (MB) faiz artırma kararıyla ilgili olarak  "Faizi düşürsen kur ‘sakalı’, yükseltsen durgunluk ‘bıyığı’. Türkçesi; bu açmazı Merkez Bankası’nın çözmesi zor. Çözüm siyasetin OHAL’den çıkması, normalleşmesinde" dedi.

Uğur Gürses'in "Faizde sakal bıyık farkı!" başlığıyla yayımlanan (30 Kasım 2016) yazısı şöyle:

İçinde bulunduğumuz son çeyrek büyümesinde de durgun bir seyir var. Kur da zirveyi zorluyor. Faizi düşürsen kur 'sakalı', yükseltsen durgunluk 'bıyığı'. Türkçesi, bu açmazı Merkez Bankası'nın çözmesi zor. Çözüm siyasetin OHAL'den çıkması, normalleşmesinde.

Ekonomide ciddi bir durgunluğa ve küçülmeye aynı zamanda döviz kuru yükselişinin eşlik etiği bu son dönem fotoğrafı bize şunu söylüyor; ekonomide karşılaştığımız tablo bu defa eskilerinden farklı ve geriye sarıyor. Bakın nasıl?

Dalgalı kur rejiminin geride kalan 15 yılında, ‘döviz kurunda atak’ denilebilecek 6 dönem var, şunlar; 2006, 2008, 2011, 2013, 2015 ve 2016.

2008 hariç tüm kur ataklarında Merkez Bankası faiz artışı yaptı. Merkez Bankası kur artışını durdurmak için gecelik faizleri; 2006 Haziran ayında 6 puan, 2011 Ekim ayında 3.5 puan, 2014 Ocak ayında 4.25 puan artırdı.

2008’in farkı, ekonominin küresel rüzgarlarla sert bir durgunluğa savrulmasıydı. 2008 Ekim ayını izleyen 5 ayda, kurdaki zirveye karşın faizler 7.25 puan düşürüldü. Kura da bir şey olmadı, devamında geriledi.

2015’de kurların artışına karşın faiz koridoru değiştirilmeden sadece miktar sıkılaştırmasıyla bankaların fonlama maliyetini küçük bir oranda pahalılaştırıldı. Seçim yılı olduğundan, Merkez Bankası yönetimi faize karşı rezerv kaybını göze aldı. Böylece dalgalı kur rejimi boyunca bankanın en yüksek net rezerv kaybı 2015’de oldu; 12 milyar dolar.

2016’ya geldiğimizde, Türkiye çok daha borçlu ve dövize daha fazla ihtiyacı var. Sermaye girişleri ise azalıyor, kur yükseliyor.

Türkiye büyük bir olasılıkla üçüncü çeyrekle beraber ekonomik durgunluğun içine girdi. 2008 küresel krizi dışarıda tutulursa hem durgunluğun olduğu, hem de döviz kuru üzerinde baskının olduğu başka bir dönem olmadı. Ne kuru durdurmak için yüksek faiz artışı yapılabiliyor, ne de durgunluğu aşabilmek için parasal gevşetme. İşte daha önce tanık olmadığımız ‘eşsiz açmaz’ burada.

Diğer tüm kur ataklarında kuru durdurmak için faizleri sert biçimde yukarı çekilse de; o dönemlerde ekonomik durgunluk yoktu. Ekonomik büyüme, küçük bir dalgalanma ile yüzde 2-3’lük patikada devam ediyordu. Şimdi üçüncü çeyrekteki olasılıkla negatif büyüme sonrasında, içinde bulunduğumuz son çeyrek büyümesinde de durgun bir seyir var. Kur da zirveyi zorluyor. Faizi düşürsen kur ‘sakalı’, yükseltsen durgunluk ‘bıyığı’. Türkçesi; bu açmazı Merkez Bankası’nın çözmesi zor. Çözüm siyasetin OHAL’den çıkması, normalleşmesinde.

2011 sonrası, ama özellikle 2013 sonrası giderek belirginleşen şu; Türkiye uluslararası ekonomik konjonktürdeki değişime ekonomik olarak daha ‘kalkansız’olarak girerken, siyasi alanda da tüm çapalarını kaybediyor. Bu da ‘hikâyeyi’solduruyor. İşte döviz kurunun son 4 yılda daha hızlı bir basamağa girmesinin önemli etkenlerinden biri de bu.

Tersine dönen ‘hikayelerin’ başlangıcını anımsamak, durumu anlamak için yararlı olabilir.

2005 AB hikayesi

Bu içinde bulunduğumuz durumu, siyasi görünüm daha iyi anlatır.

Türkiye’nin 2004 Aralık ayında AB’den müzakere tarihi aldığının ertesinde olan şudur; 2005 yılı içinde Merkez Bankası o günler için devasa sayılan bir döviz rezervi girişi sağladı. Banka bir yılda, bugün için bile rekor düzeyde sayılabilecek bir döviz alışı yaptı; 2004 sonunda sadece net 2.6 milyar dolarlık bir net döviz varlığı olan banka, 2005 yılında 12.8 milyar dolar ilave yaparak net 15.5 milyar dolara çıktı. Bu artışın da neredeyse tamamını döviz alım müdahaleleri ile sağladı. Bunun anlamı şuydu; o kadar yüklü bir döviz girişi olmuştu ki; banka, döviz kuru çok fazla düşmesin diye yüklü döviz alışı yaptı. 2005’te AB ‘hikayesi’ ile gelen bu döviz alış müdahaleleri bankanın tarihinde, örneği olmayan bir rekordur.

Peki bu döviz alışları ile ne oldu? Banka, o güne dek piyasaya sürmüş olduğu TL’nin yüzde 55’i kadar bir ilave parayı ekonomiye enjekte etmiş oldu. 2015, ekonominin yüzde 8.5 büyüdüğü bir yıl oldu.

Tüm bu döviz akışının nedeni, Türkiye’nin AB değerleri ve standartları ile ‘yakınsama’(convergence) hikayesinin satın alınması idi.

Şimdi ise bu, hiç olmadığı kadar geriye sarıyor; sergilenen restleşme ile Türkiye için ortaya çıkan hikaye ise ‘ıraksama’ (divergence).