Habertürk yazarı Fatih Altaylı, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) içindeki cunta yapılanması tarafından düzenlenen darbe girişimi sırasında bir yazı kaleme aldığını, ancak o dönem "köşe sahibi" olmadığı için söz konusu yazının yayınlanmadığını aktardı.
Altaylı, "Yayınlanmamış bir yazı: O gece" başlığıyla bugün (17 Temmuz 2017) yayımlanan yazısına "O yüzden darbe girişimi gecesi yaşadıklarımı yazamamıştım. Aslında yazmadığım dönemde de hemen her gün köşe yazarmış gibi yazılarımı kaleme alıyor, bir kenara koyuyordum. Kitap yazmak gibi bir niyetim olmadığı halde belki bir gün “Yazıl(a)mamış yazılar” diye bir yerlerde yazarım diye" notunu düştü.
Fatih Altaylı'nın yazısı şöyle:
Geçen yıl bu köşe yoktu.
O yüzden darbe girişimi gecesi yaşadıklarımı yazamamıştım.
Aslında yazmadığım dönemde de hemen her gün köşe yazarmış gibi yazılarımı kaleme alıyor, bir kenara koyuyordum.
Kitap yazmak gibi bir niyetim olmadığı halde belki bir gün “Yazıl(a)mamış yazılar” diye bir yerlerde yazarım diye.
Bu yazı 16 Temmuz’dan kalma. 1 yıl öncesinden.
4 gündür Montreux’deydim.
Metin Şen’in davetiyle Montreux Caz Festivali’ne gitmiş, çok keyifli bir 4 gün geçirmiştik.
Dün öğleden sonra hep birlikte Cenevre’den bizi İstanbul’a getirecek uçağa bindik.
Uçak İstanbul’a teker koyduktan sonra hostesin anonsuyla birlikte telefonumu açtım.
Bir anda yağmur gibi mesaj yağmaya başladı.
Yüzlerce.
Hepsinde aynı soru: “Fatih, neler oluyor, bir bilgin var mı?”
Birkaç saat önce Santana ile aynı mekânda öğle yemeği yiyip Lac Leman’ın çevresinde huzur içinde yürüyüş yapmış birinin karşılaşabileceği en anlamsız soru.
Hemen sağı solu arayıp bilgi almaya çalıştım.
Önce sorunun nedenini, sonra da sorunun yanıtını bulmam gerekiyordu kendimce.
Sorunun nedenini kısa sürede öğrendim.
Boğaziçi Köprüsü tek yanlı olarak trafiğe kapatılmıştı, Ankara’da F16’ların uçtuğu rivayet ediliyordu.
Valizimi beklerken Carousel’in yanında daha fazla bilgi geldi.
Bir darbe girişimi vardı, ama ne kimin yaptığı belliydi, ne de başarılı olup olmadığı.
Terminalin kapısına çıktığımda yoğun bir kalabalığın araç beklediğini, ama ortalıkta tek bir araç olmadığını gördüm.
Bekleyen kalabalığa, “Darbe yapmaya çalışanlar var. Belli ki trafiği kesmişler. Beklemeyin boşuna” dedim.
O dakikada havalimanının kapatıldığını da öğrendim.
Bizim uçak ya son uçak olarak inmişti ya da sondan bir önceki.
Beni almaya gelen araç da gelememiş, Atatürk Havalimanı’na birkaç kilometre mesafede kalmıştı.
Valizimi sürükleyerek havalimanından çıkarken, paletlerini çevire çevire iki tankın havalimanı girişine doğru gelmekte olduğunu gördüm.
Tankların üzerindeki askerler, aşağıdaki polislerle sohbet ediyordu bir yandan.
Polisler şaşkın bir vaziyette ne olduğunu ve neler olabileceğini anlamaya çalışıyorlardı.
Tankların arasından geçtim, yürümeye başladım eski Hürriyet binasına doğru.
O sırada telefonum çaldı bir kez daha.
Arayan AK Partili bir arkadaşım. Daha doğrusu eski Başbakanlık Başdanışmanlarından biri.
“Abi ne oluyor Allah aşkına. Eşim ve kızım Ankara’da çok korkunç şeyler anlatıyorlar. Uçaklar sağa sola bomba atıyormuş, helikopterlerden ateş açılıyormuş. Ne olup bittiğine dair bir fikrin var mı?”
“Var, Fethullahçı askerler darbe yapmaya kalkışıyorlar” dedim.
“Yapma abi, Fethullahçılarda o güç kaldı mı, hiç zannetmiyorum.”
“Sen zannet zannetme, ben eminim. Feto’nun darbe girişimidir bu. Bana sorarsan başaramayacakları bir işe kalkıştılar. Sabaha kalmaz bu iş bastırılır. Kaygılanma. Böyle darbe olmaz. Beceremezler. Onlar da beceremeyeceklerinin farkındadır, ama iç çatışma ortamı yaratmak istiyor olabilirler. Ama bu millet yemez.”
“Abi inşallah dediğin gibidir, ama ben Feto’cularda bu işe kalkışacak güç ve yürek olduğunu zannetmiyorum.”
“İkisi de yok ama can havliyle yapıyorlar. Eceli gelen köpek gibi” dedim, kapattık.
Ben konuşurken eşim aramış birkaç kez.
O da Bodrum’da izliyor olan biteni. Sözde ben de ertesi gün yanına gideceğim.
Aynı şeyleri ona tekrarladım. Sakin olmasını rica ettim.
O arada kızım aramış.
O da Londra’da.
Okul arkadaşlarıyla İngiliz televizyonlarından olan biteni izliyorlarmış.
Panikte.
“Anlatılanlar doğru mu?” diye sordu.
“Ne anlatılıyor ki?” dedim.
İngiliz televizyonları, “Cumhurbaşkanı Erdoğan uçağıyla ülkeyi terk etti. Bilinmeyen bir ülkeye gidiyor” diyormuş.
Gülen’in yurtdışındaki propaganda makinesinin devreye girdiğini anladım.
“Bilmiyorum Zeynep, ama zannetmiyorum” dedim.
Kızım tedirgin. “Size yönelik bir tehlike var mı?” diye sordu.
“Bize yönelik bir şey yok, ama ülkeye yönelik var. Merak etme, bastırılır bu iş” yanıtını verdim. “Beni sık sık bilgilendir lütfen” dedi.
Kapattık.
Birkaç kilometrelik bavullu yürüyüşten sonra otomobilime ulaştım.
Gazeteyi aradım. Medya Grup Başkanı Kenan Tekdağ gazeteye ulaşmıştı.
“Ben de gelmeye çalışacağım” dedim.
Bütün kapıları kapattırıp stüdyoları kilitletmişti. Ne olursa olsun direnmeye kararlıydı.
Birkaç saat boyunca gazeteye ulaşmam mümkün olmadı.
Ara yollardan, Karadeniz üzerinden eve geçtim.
Birkaç televizyondan birden olan biteni izlemeye başladım.
TRT’deki bildiriyi dinleyince gülmeye başladım.
Belli ki, bir grup “beyinsiz” tarafından kaleme alınmıştı.
Fakat aynı bildiri bir süre sonra CNN Türk’te de ekrana gelince şaşırdım.
Ve çok geçmeden Cumhurbaşkanı Erdoğan, CNN Türk’e bağlandı.
Hande Fırat’ın cep telefonu üzerinden.
Çok büyük ve çok akıllıca bir hamleydi.
Hem darbecilere yakalanmadığını ve kaçmadığını gösteriyordu, hem de bunu kendisine en yakın televizyonlardan biri üzerinden değil, en fazla cephe aldığı grubun televizyonu üzerinden yaparak “Yanınızda kimse yok. Herkes benimle beraber” mesajı veriyordu.
Çok akıllıcaydı.
Telefon bir ara kesildiğinde ise Hande Fırat’ın telefonunun ekranında Nuh Yılmaz’ın adı vardı.
Yani MİT Basın Müşaviri’nin.
Cumhurbaşkanı halkı sokağa, darbeye karşı koymaya çağırdığında işin gidişatı belli olmuştu zaten.
“İnşallah can kaybı fazla olmaz” diye geçirdim içimden.
Belli ki, darbe durdurulacak ama kanlı olacaktı.
Umudum çok kanlı olmamasıydı. Önce Metin Şen’i aradım. “Köprüde çatışmalar varmış. Eve gitmen tehlikeli olabilir. İstersen bana gel” dedim.
“Sağol ama galiba gidebiliyoruz” dedi.
Ardından ben de kendimi sokağa attım. Bankamatiklerin önünde kuyruklar, açılmamış fırınların, marketlerin önünde bekleyenler vardı.
Bankamatikten çekeceği en fazla üç-beş bin lirayı ne yapmayı planladıklarını düşündüm.
Üzüldüm o kuyruklarda bekleyenler için.
Ya da acıdım...
O sırada CNN Türk’ün darbeciler tarafından basıldığı haberi geldi.
Gazeteyi aradım tekrar.
Bizim gazete ve televizyonda öyle bir durum yoktu.
Hemen otomobile atladım.
Gazeteye vardığımda saat 04.00’ü bulmuş, darbenin başarısızlığı artık kesinleşmeye başlamıştı. Gelebilen herkes gazetedeydi. Murat Bardakçı odasında oturmuş izliyordu olan biteni.
Ben de oturdum ve bu satırları yazdım.
Biz yıllardır Cemaat’e karşı toplumu uyarmaya çalışırken bizi dinlemeyip Cemaat’i dinlemeyi tercih edenler bu girişimden bir ders almışlar mıdır bilmiyorum!
Aklıma Ziya Paşa’nın “Nush ile uslanmayanın” diye başlayan sözleri geliyor.
“Her şerde bir hayır vardır” diyorum.
Bu yazı gazeteye basılmayacak, biliyorum. Ama yazıyorum.
Bizim işimiz tarihe kendi açımızdan tanıklık etmek.
Çok önemli bir dönemece tanık olduk.
Hep birlikte.
Belki erken ama “Geçmiş olsun” diyorum.
Teşhis ve tedavi yanlış olursa gelecekte “başsağlığı” dilemekten korkarak.