Fatih Polat: Ayşegül Tözeren'in gözaltına alınması operasyonların bağlamının genişleyebileceğinin işareti

Fatih Polat: Ayşegül Tözeren'in gözaltına alınması operasyonların bağlamının genişleyebileceğinin işareti

Evrensel gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Fatih Polat köşesinde edebiyatçı, doktor aynı zamanda Evrensel yazarı Ayşegül Tözeren'in gözaltına alınmasını eleştirdi.

Polat, yazısında Diyarbakır, Van ve Mardin belediye başlanlarının görevden alınması ile başlayan operasyonların bağlamının daha da genişleyebileceğinin işareti olduğu değerlendirmesinde bulundu. 

Polat'ın yazısının tamamı şöyle:

"Bir gece ansızın gelebilirim/ beni bekliyorsan, uyumamışsan..."

Ümit Yaşar Oğuzcan’ın bu dizeleri, yıllarca dillere dolanan şarkı sözü olarak da bilinir. Ama, bu topraklarda, zaman zaman iktidar sözcülerinin de tehdit amaçlı olarak dillendirdiği başka bir anlamı daha var.

Son dönemlerde çağrılsa adliyeye gideceği açık olan pek çok kişi, özellikle evine yapılan baskınlarla gözaltına alındı. Bu baskınlar, o operasyona yüklenen siyasi amaçlara bağlı görsel şova dayalı bir güç gösterisiyle gerçekleşti. Kimi zaman yüzü maskeli özel timlerin kapı çalıp, sonra da silahı doğrultarak ‘yat yat’ muamelesine bile tanık olundu.

Gözaltına aldığı kişi üzerinden bir güç gösterisi sergileyerek, geniş bir sahaya mesaj vermeye, korku salmaya dayalı bu yöntemin tarihi eskilere dayanıyor. 1915’te İstanbul’da evlerinden alınıp götürülen Ermeni aydınlar, 1925 yılında kabul edilen Takrir-i Sükûn Kanunu’na bağlı olarak evleri basılarak gözaltına alınan aydınlar... 12 Mart dönemi, 12 Eylül dönemi ve bugün!

Okurlarımızın gazetemizde yayımlanan edebiyat eleştirileri ile de tanıdığı, geçen yıl Manos Yayınları’ndan ‘Edebiyatta Eleştirinin Özeleştirisi’ adlı bir kitabı yayımlanmış olan, Edebiyatçı, Doktor ve Hak Savunucusu  Ayşegül Tözeren, gecenin kör karanlığında evine yapılan polis baskını ile bu halkaya eklendi. Pazartesiyi salıya bağlayan gece Seray Şahiner’in tweetinden Ayşegül’ün evinde polislerin olduğunu öğrenince hemen Ayşegül’ü telefonundan aradım. Saat 01.20 civarıydı. Telefonu annesi açtı. Tedirgin bir ses tonuyla evin polislerle dolu olduğunu belirterek, ‘Ayşegül’ü gözaltına alıyorlar, beni götürmüyorlar’ dedi. Gerekçe de göstermediklerini, sadece ‘İhbar var’ dediklerini ifade etti. Ayşegül Tözeren, 01.45’te evinden gözaltına alınarak götürüldü. Önce sağlık muayenesi için Haseki’ye, oradan da Vatan Caddesi’ndeki İstanbul Emniyet Müdürlüğüne. Ayşegül yaklaşık bir saat sonra Vatan’daki Emniyet binasına getirildi. Avukat arkadaşlarımız, avukat görüşü konusunda getirilen 24 saatlik kısıtlılık kararı gerekçesiyle kendisiyle görüştürülmediler. Sadece suçlama konusunda kısa bir bilgi edinebildiler. Bu ilk bilgiye göre Ayşegül, 2018 yılına ait bir soruşturma dosyası kapsamında, ‘PKK/KCK örgütünde faaliyet gösterme şüphesi’ ile gözaltına alınmıştı.

Avukatları, savcı ile görüştüğünde, suçlamaya dair daha fazla detay öğrenmiş olacağız.

Ama sürecin bu teknik yanı dışında, onu belirleyen politik ve dönemsel bağlam üzerine kuşkusuz şimdi de konuşabiliriz.

İktidarın Fırat’ın doğusuna operasyon için ısrarcı olduğu ve içeride de, böyle dönemlerin bir politik asimetrisi olarak muhalefeti susturmak ve dizayn etmek üzere harekete geçtiği bir dönemdeyiz. Diyarbakır, Van ve Mardin belediyelerinin seçilmiş HDP’li başkanlarının görevden alınarak yerine kayyum atanması, yüzlerce kişinin gözaltına alınması ve eş zamanlı olarak ülkenin batısında da, ‘PKK-KCK’ parantezi ile sunulan bir sürecin düğmesine basılması.

Bu tür gözaltı süreçlerinde savcıların, yukarıdan belirlenen siyasi hedeflerle bağlantılı olarak harekete geçtiği bilindiğinden, bu noktada önemli olan o ‘Düğmeye basma’ tutumunu belirleyen politik hedefler oluyor.

Ayşegül Tözeren’in gözaltına alınma haberi duyulduğunda sosyal medyadaki ilk tepkiler arasında hayret ifade eden paylaşımlar da vardı. Çok anlaşılabilir nedenlerle. Edebiyat eleştirileriyle, hak mücadelesi konusundaki dik duruşuyla, barışçıl kişiliğiyle bilinen Ayşegül’ün, böyle bir suçlamanın kapsamı içine sokulması, siyasal operasyonların bağlamının daha da genişleyebileceğinin bir işareti kuşkusuz.

Ancak tüm bunlarla birlikte “Ayşegül’ün suçu ne?” sorusuna verilebilecek kanımca en doğru yanıt şu olabilir: Susmamak, eğilmemek ve dayanışmadan hiçbir surette geri durmamak.

Peki gecenin kör karanlığında bir aydına, onun annesine, tüm ailesine ve dostlarına bunların yaşatıldığı bir ülke olmaktan kurtuluş yok mu? Aslında bunun kolay bir yolu var. Ayşegül gibi, yaşadığı toplumun, dünyanın sorunları karşısında kıpır kıpır olan, tepki vermeden duramayanların sayısı ne kadar çoğalırsa, bu kör karanlık bezirganları da o kadar güçsüz ve çaresiz kalacaktır.