Hergün gazete, dergi ve ekranlarda gördüğümüz ünlülere özenerek bakıyoruz, hayaller kuruyoruz. Yıllar geçse de hala daha nasıl zayıf ve güzel olduklarına anlam veremiyoruz. Teknolojinin ilerlemesi ile görüntülerde öyle hileler uygulanıyor ki ünlüleri belki de yataktan kalktıkları halleri ile görseniz 'Bunca zaman ben nasıl kandırılmışım' dememeniz elde değil. Güzel ve estetik görünüm her zaman merak uyandırır ve ilgi çeker. Ama artık öyle değil. Radikal'den Ayşegül Aydın'ın haberine göre son zamanlarda yaşanan birkaç gelişmeyse özellikle fotoğraf üzerinde yapılan abartılı teknik uygulamalardan rahatsızlık duyulmaya başlandığının sinyallerini veriyor.
49 yaşındaki oyuncu Demi Moore’un geçen ay Helena Rubenstein adlı kozmetik firması için verdiği pozlarda adeta 20 yaşındaki haliyle görünmesi hayli eleştirilmişti. Bu eleştirilerin hemen ardından yaşanan bir diğer sıcak gelişme ise İngiliz kültür-sanat dergisi Intelligent Life’ın nisan sayısının kapağını Cate Blanchett’in Photoshop’suz bir fotoğrafıyla süslemesi oldu. Blanchett’in gözaltı çukurlarının ve kırışıklıklarının göründüğü fotoğraf için derginin editörü Tim de Lisle “Tam olduğu gibi görünüyor. Gündüzlerini ofiste, gecelerini sahnede ve geri kalan zamanını üç genç çocuğunu büyütmekle uğraşan 42 yaşındaki bir kadın gibi” demişti. Lisle, The Telegraph gazetesine Blanchett’in Photoshop’suz fotoğrafının kapağı süslemesine, ünlü oyuncunun güzel olduğunu düşündüğü için izin verdiğini söyleyerek yaptıklarının büyük bir şey olmadığını vurguladı. Ancak “Fotoğrafçılar modellerin balmumu heykellerini çekseler aynı olur!” diye eleştirdiği ultra uygulamalı fotoğraflardan bir seferliğine olsa da vazgeçmesi bile, mükemmeliyetçilikten doğallığa doğru atılan bir adım olarak yorumlanabilir. Öte yandan geçtiğimiz günlerde İsrail’de reklamlarda ‘sıfır beden’ tabir edilen zayıf mankenlerin kullanılması yasaklanmış ve fotoğrafın altında mankenleri zayıf göstermek için yapılan teknik değişikliklerin de belirtilmesi gündeme gelmişti.
Sektördeki kıpırdanmalar üzerine “Photoshop’ta sınır nedir?” sorusunu, işin Türkiye’deki taraflarına yönelttik. Reklam fotoğrafçısı Emre Doğru özellikle yurtdışında böyle bir akımın başladığını ve çoğu alanda Photoshop’la oynanmış fotoğraflar yerine doğal olanın tercih edildiğini onaylıyor. Kendisi de Lisle gibi abartılı uygulamadan geçen fotoğraflardan yakınanlardan: “Bir noktadan sonra herkes aynı dudak yapısına, aynı tene sahip oluyor.” Ancak Doğru’ya göre bu işi Türkiye’de yapmak çok da kolay değil. Doğru, iyi fotoğrafçının kolaya kaçmayarak uygulamasız da güzel fotoğraf çekebilmesi gerektiğini savunup, doğallık akımına hevesli görünmekle birlikte “Keşke herkes Cate Blanchett olsa!” diye de ah çekiyor. Bizimle konuşurken Şener Şen ve Binnur Kaya ile yaptığı çekime ara veren fotoğrafçı “Halk kahramanı oldukları için onların yüzlerini pürüzsüz yapmıyoruz” diyor ama fotoğrafını çektiği birçok müşterisinin teknik uygulama talep ettiğini de anlatıyor. Radikal’in fotoğrafçısı Muhsin Akgün de “Karanlık odamın yerini aldı” diye anlattığı Photoshop’u rötuş ihtiyacı hissettiği her fotoğrafta kullandığını söylüyor. Photoshop konusunda karşısındakinin de memnuniyetini önemsediğini söyleyen Akgün, uygulamanın dozajı için “Fotoğrafın istediği kadar (yapılmalı), ne fazla ne eksik. Bu orana fotoğrafçı karar verecek tabii” diye de ekliyor.
Hürriyet Ekler’in fotoğrafçısı Sebati Karakurt da konuya müdahil tek tarafın fotoğrafçı olmadığını vurguluyor: Fotoğrafını çektiği kişilerin daha güzel ya da genç görünmek için fotoğrafa müdahale edilmesini bizzat talep ettiklerini anlatan Karakurt “Bazen öyle insanlarla çalışıyoruz ki 84 yaşında ‘Beni yaşlı çekmişsin’, 150 kiloyla ‘Ben kilolu çıkmışım’ diyenler oluyor” şeklinde meslekte yaşadıklarını anlatıyor. Teknik uygulamalardan geçen bir fotoğrafın artık fotoğraf olmaktan çıktığını söyleyen Karakurt “Özellikle gazetelerde insanlara gerçeği sunduğunuzu söylüyorsunuz” diyor ve İsrail’in yaptığını onaylıyor: “Etik olarak bu tarz uygulamalardan geçmiş fotoğrafların altında ‘fotoğraf ve uygulama’ diye belirtilmesi gerekir.”
GQ Türkiye dergisinin kreatif direktörü Eray Makal da fotoğraftaki model üzerinde abartılı teknik uygulama yapılmasını sevmiyor ama “Eskiden de fotoğraflara rötuş yapılıyordu” diyerek bunun yeni bir durum olmadığını ekliyor. Abartılı uygulamalarla insanların orijinal hallerinden apayrı gözükmesini ‘ahlaksızlık’ olarak niteleyen Makal “Belirli bir gerçeklik duygusunu kaybetmemek önemli” diye de uyarıyor. Çok tasvip etmese de “Sürekli kullandığımız bir şeyi kullanmıyormuşuz gibi de konuşamam” diyor ve uygulamaların ileride de aynı rağbeti göreceğini düşünüyor ve ekliyor: “Gösteri dünyası parlaklığı sever.” Vogue Türkiye Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Seda Domaniç ise plastik hissi veren ve gerçeklik duygusunun yitirilmesine neden olan hiçbir çalışmayı tasvip etmediklerini söyleyerek, bu tarz teknik uygulamaları sadece deforme olmuş çekim kıyafetleri üzerinde ya da ışık tutarsızlığı olan karelerde kullandıklarını söylüyor: “(Modellerin) Taşıdığı kıyafetle ilgili kusurların giderilmesi önemli, ancak modelin görünümünü değiştirecek herhangi bir uygulama kullanılmamalı. Biz dergilerimizde doğal ve sağlıklı kadınları görmek istiyoruz.”
Meseleye bir de reklam dünyasının gözüyle bakmak üzere reklam ajansı TBWA’nın kreatif direktörü İlkay Gürpınar’a danışıyoruz. Gürpınar, fikre göre teknik uygulama yaptıklarını ve gerektiğinde - sürreal bir fikir üzerinde çalışıyorlarsa - yaşayan bir insan üzerinde, kişi zombi gibi gözükene kadar müdahale yapılabileceğini söylüyor. Söz konusu normal bir fikirde model kullanımı olduğundaysa “Fazla teknik müdahale hakikaten biraz eskide kaldı” diyerek doğallığa kayma olduğuna katılıyor. Bazı durumlarda bu uygulamalara başvurduklarını söyleyen Gürpınar, bu işteki zanaatı “O müdahaleyi hissettirmeden fotoğrafın en cazip hale gelmesini sağlamak” diye açıklıyor. İyi cast ve iyi ışıkla olası teknik müdahalenin en aza indirgenebileceği görüşündeki Gürpınar “Kötü bir fotoğraf çekip, üzerinde başka bir insana benzeyene kadar oynama yapmak yerine, iyi cast ile iyi fotoğraf çekip, daha çekerken yaptığınız işten heyecan duymak beni daha çok mutlu ediyor” diyor.
Modelin gerçekliğinin de samimiyet verdiğini vurgulayan Gürpınar reklam dünyası için müdahalenin dozajının ekstra önemli olduğunu dile getiriyor: “Kurmaca tiplemelere bakıp geçiyoruz. Doğal olana ise inanıyoruz. Çalıştığımız markalar da buna önem veriyor. Türkiye’de yapılan müdahaleler bazen komik olabilecek kadar aşırıya kaçabiliyor. Televizyon programlarında su bardaklarının rakı bardağı gibi gözüktüğü, ince görünmek isteyen starlarımızın yer yer bir nebze dozu aştığı bir ülkedeyiz. Buna ilanlarda da rastlıyoruz.”
Model Didem Soydan, abartılı müdahaleyi tasvip etmeyenlerden. Fotoğraflarından memnun: “Dudağım benim dudağım, burun benim burnum.” Işık tutarsızlığı konusunda Photoshop’un yardımcı olduğunu düşünüyor, abartılı uygulamalar içinse “Çok plastik ve 3D duruyor” diyor. Uzun bir burna ve kemikli bir yüze sahip olduğunu söylüyor ve ekliyor: “Karakteri yansıtan öğelere dokunulmamalı. Yemeğin tuzu gibi Photoshop’un fazlası da zarar.”
Bugüne dek çalıştığım fotoğrafçılarla hiç bu konuyu konuşmadım, tabii ki her zaman “Harika görüneyim” türü şakalar yaparız ama onun dışında benim hiç photoshop talebim olmadı. Bu, hep fotoğrafçının inisiyatifine kaldı. Hepimiz genç, güzel, bakımlı görünmek isteriz tabii ki. Ancak ben daha yeni Facebook’taki fan sayfamdaki fotoğrafımı, bugünkü halime uymadığı için değiştirdim. Diğer eski fotoğraf durabilir ama profil fotoğrafım bugünkü halime uygun olmalı diye düşünüyorum. Photoshop herkesi kandırabilir ama beni kendim konusunda kandıramaz. Görüyorum aynada zamanın geçtiğini, evet yaşlanmak belki zor ama yaşlanamasaydım çoktan ölmüş olacaktım... Kaldı ki ben oyuncuyum ve canlandırdığım karakteri inandırıcı kılmak yükümlülüğüm, güzel olmak değil çünkü model değilim. Günümüzde bunların fazlasıyla karıştırıldığını ve her güzel kızın, yakışıklı delikanlının oyuncu olabileceği gibi bir yanılsama olduğunu görüyorum. Ciddi bir ırkçılık da yine gençlik ve güzellik konusunda hâkim bu konuda. Tam bir çılgınlık yaşanıyor... Oysa yüzlerini, karınlarını gerdiren bu ‘yaşlılar’ da neticede kırışıksız cesetler olarak gömülecek.
Oynadığım karakterlerden de konuyla ilgili kaygılarımın olmadığını, fiziğimin izin verdiği rollere gocunmadan aday olduğumu da zaten gözleyebilirsiniz. Hem benim o kırışıkların her birine ihtiyacım var. Vücudumu seviyor muyum? Hayır. Ama arzumu seviyorum. Vücudumda en çok neremi mi seviyorum? Evet, biliyorum gözlerim güzel ama ben galiba en çok beynimi ve kalbimi seviyorum... Eee onları fotoshoplamak da zaten mümkün değil!