Fazıl Say'dan Gezi bestesi

Fazıl Say'dan Gezi bestesi

Fazıl Say yeni albümünden sonra "şu sıralarda ayrıca Gezi Parkı üzerine çalıştığım bir eser de var." diyerek sevenlerine müjdeli haber verdi. Gezi’yi üç ayrı eserde anlattığını dile getiren Say, "İlk eserde 30 ve 31 Mayıs günleri yaşananları, ikincisinde 1 ve 2 Haziran günleri yaşananları. Üçüncü eserdeyse sonrasını, ardında kalanları." diyerek bestenin içeriği hakkında bilgi verdi.

Fazıl Say’ın iki önemli bestesi, 2 numaralı senfonisi Mezopotamya ve 3 numaralı senfonisi Universe’in CD’si geçen hafta çıktı. Kayıtlar Şef Gürer Aykal yönetiminde Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası’nın konserlerinden. Eşzamanlı olarak Fazıl Say’dan bir iyi haber de Avrupa’nın en büyük ödüllerinden biri olması. Say’ın üçüncü kez ama bu kez besteci olarak alacağı ödül, yarın duyurulacak.

Radikal.com.tr'de yer alan Cem Erciyes'e konuşan ünlü piyanist özetle şunları söyledi:

Albüm kitapçığında da ‘ölüm kültürü’ diye ifade edilen bölgenin bu kötü kaderi, sence nereden kaynaklanıyor?

Şuradan başlayalım anlatmaya. 1-cinayet, 2- töre cinayetleri, 3- terörist katliamlar, 4- mezhep savaşları, 5- din savaşları, 6- devlet savaşları, 7- dünya savaşları. Cem, biz bir ölümden, yüz milyonlarca ölüme kadar uzanan bir bela ile yüz yüzeyiz. Bunun adı ‘ölüm kültürü’dür. Bir ölümün ne kadar kötü, ne kadar haksız, ne kadar gereksiz olduğunu anlayabilseler, belki gerisi gelecek. Ortadoğu’daki derdin temel sebebi bin yıllardır budur. Ölümlerin önüne geçmenin yolu, yaşama ve yaşamın değerlerine inançtan geçer... Bu süre geldiği sürece, adı ‘ölüm kültürü’ olan, bunu lanetleyen, bundan tiksinen, artık bitmesini isteyen, daha nice besteler olacaktır, nice destanlar, şiirler olacaktır.

Ortadoğu için yine kötü bir zamandayız. Suriye’deki savaşı Batı’nın ve Türkiye’nin buradaki tavrını nasıl değerlendirirsin?Suriye iki açıdan dram bizim için. Birincisi, Suriyelilerin çözümü zor dramı. İkincisi, AKP ’nin Suriye’ye yaklaşımı eğer buysa, kendi ülkesi Türkiye’ye bakışı nedir? Sorusundan kaynaklanan dram.

Yani konu, Beşer Esad’ı ikna etmek olsaydı, bu siyasi yollarla halledilebilecek gibiydi. Ancak konu belli ki sadece bu değildir. Esad diyecektir ki, “Ülkemde iç savaş var, bana tam donanımlı bir ordu, dış güçlerce desteklenen muhaliflerin ordusu, savaş açmış durumda. Kendimi savunmak zorundayım ve askeri güce ancak askeri güç ile karşılık verebilirim.” Herkes biliyor ki bunu demekte haklı. Yani barış için ya da ‘ateşkes’ için, Suriye’de artık sadece Esad’la değil, Esad’a savaş açan muhaliflerle de barış anlaşması yapılması gerekiyor. Bu durum, mezhep savaşlarının 21. yüzyıl versiyonu. Elbette her şey daha komplike. Batılı güçlerin Suriye’yi bombalamasının ise hakikaten hiç bir anlamı yoktur. Bunu Batılılar da bilmekte. Amerikan askerleri “Biz el Kaide ile yan yana savaşmak için mi askere gittik?” diye seslerini yükseltiyor. Oynanan siyasi oyun ise çok tehlikeli. Obama tehlikede, Erdoğan tehlikede, kimse yanlış adım atmak istemiyor. Bir yandan da, Suriye’de bir dram yaşanıyor, milyonlarca insan ülkesinden göç etmeye zorlanmış durumda… Hazin durum. Tam Orta doğu karmaşası, hazin, dramatik ve ‘ölüm kültürü’ balyozu eline almış...

‘Savaş üzerine’ başlıklı bir bölüm var, çok ilginç. CD’nin kitapçığında şöyle deniyor: “Orkestradaki nefesli çalgılar grubu yaylı çalgılar grubuna ya da vurmalı çalgılar grubu bakır nefesli çalgılar grubuna veya tüm gruplar birbirine savaş açabilir. Orkestra bütünüyle seyircilere savaş açabilir ve onları bezdirebilir. Beste bestecisine, besteci bestesine savaş açabilir.” Bu müzikal olarak ne demek, mesela ‘beste bestecisine’ nasıl savaş açar? Ya da bu müzikal metafor, gerçek hayatta neyi temsil ediyor, biraz açar mısın?

Savaşların en büyüğü ve en bitmeyecek olanı, insanın kendisine açtığı savaştır. Nietzsche´nin sevdiğim bir lafı vardır: “Savaşçı insan, savaşacak bir şey bulamadığında, kendisine saldırır.” Bu bizim bireysel mücadelemiz, bakın hayatta ne kadar çok şey ile savaşıyoruz bir yandan… Ancak emin olun ki, hiç birisi, kendimize açtığımız savaş kadar yorucu değildir, hatta hepsinin toplamı bile o kadar değildir. Elbet besteci bestesine, beste bestecisine savaş açar... Mesele konuyu yumuşatmak, ya da görünmez hale getirmek. Bakın, bütün dünya artık meditasyon, yoga, reiki filan yapıyor. İnsanlar bu savaşı kazanamasa bile görünmez hale getirmeye çalışıyor. Zor bir durum insanınki, dürüst olunca her gün “bugün de yenildim” dememiz gerek. Bunu demek istemediğimizde yollar arıyoruz. Çıkarlar... para… kariyer… hedefler... insanların o takıntılı hedefleri... Ama inan ki, Suriye`ye savaş açmak bir yol değil... Ölüm yerine, yaşamı sevdiğimizi bari gösterebilelim...

Besteciliği, konser temposunu da yavaşlatmadan sürdürüyorsun. Şu sıralar üzerinde çalıştığın mutlaka bir yeni beste vardır, söz eder misin?

5 yaşımdan beri beste yapıyorum, bu benim doğam artık... Seneye çok ilginç eserler var besteleyeceğim, Avrupa’da da var pek çok şey ama öncelikle Türkiye’deki çalışmalardan bahsetmek isterim. Bunlardan ilki, 45 dakikalık bir sahne eseri; ilk seslendirilişi Turgutreis Bodrum’da yapılacak: Yunusbalığı Sırtındaki Çocuk. Çok anlamlı bir efsane, denizde kaybolan bir çocuk ile yunusbalığının dostluğunu anlatan. Bu sefer bir oratoryo, biraz 12 yıl önce bestelediğim Nâzım oratoryosu formatında. Solistimiz bu sefer sevgili Genco Erkal değil, Selçuk Yöntem. Bir başka eser ise Sait Faik üzerine. Bu da İstanbul’da bir proje. Bir İKSV siparişi. Müthiş bir iş. Seneye Sait Faik yılı olduğu için, projenin ilk konseri Burgazada’da, ikincisi İstanbul’da olacak. Sait Faik’in de yaşadığı (artık benim de bir evim olan) Burgazada’ya gemilerle gidilecek. Konusunu Stelyanos Hrisapulos gemisi hikayesinden alan Sait Faik, Demet Evgar, Songül Öden, Birsen Tezer gibi pek çok solistin rol alacağı, Özen Yula’nın sahneye koyacağı bir sahne eseri projesi. Benim için ilginç olan şu: Bu bir ilk. Eserin tamamını hicaz makamında Türk sanat musikisi olarak bestelemeyi planlıyorum. Sait Faik benim için hicazdır. Diyeceksin ki, “Fazıl ne anlar makamsal müzikten?” Şöyle cevap vereyim, Jüpiter’i de fırtınayı besteleyen insan, hicaz besteleyemiyorsa, zaten Jüpiteri de unutsun. İKSV klasik müzik festivali yöneticisi Yeşim Gürer Oymak’a teşekkür ediyorum beni bu güzel işe sürüklediği için, haftalardır, elimde Sait Faik kitaplarıyla dolaşıyorum, güzel olacak, hem de çok güzel. Şu sıralarda ayrıca Gezi Parkı üzerine çalıştığım bir eser de var.

Gezi Parkı üzerine bir eser, heyecan verici bir haber. Nasıl bir eser olacak bu, belli mi?

Evet, Gezi’yi üç ayrı eserde anlatıyorum. İlk eserde 30 ve 31 Mayıs günleri yaşananları, ikincisinde 1 ve 2 Haziran günleri yaşananları. Üçüncü eserdeyse sonrasını, ardında kalanları. İlk eser, Gezi Parkı 1, iki piyano ve orkestra için. Ferhan ve Ferzan Önder kardeşler ekimde Hannover’de ilk kez seslendirecek. 30 ve 31 Mayıs ‘Parktaki bekleyiş’, ormanların sesi, çınarların rüzgârının topluma güç verişi, bin yılların dirilişi gibi. Ve sabah beşteki polis baskını, gaz bombaları, patlamalar, duman ve kaçışan insanlar… Ara sokaklara kaçıp son sözünü söyleyen iki insan. İki piyano bu iki insanı anlatacak, iki kardeşi ya da sevgilileri temsil edecek. İkinci Gezi Parkı eseri ise solo piyano için. Yani Fazıl Say kendisi çalacak konserlerde… Konumuz, 1 ve 2 Haziran direniş günlerinde sokaklardaki mücadele. Toma’lar, gaz bombaları, devinim, ritim, ses bombaları, bağırış çağırış, dramatik anlar, kırmızılı kadın gibi ögeler yer alacak içinde. Son eser ise bir şarkı olacak: The Ballade of Gezi Park

Pek çok muhalif kişi için, Gezi olayları umut verici oldu, coşkuyla karşılandı. Her ne kadar iktidar çevreleri bunun bir komplo olduğu fikrini savunsa, hatta Gezi’ye destek verenlerden intikam almaya koyulsa bile. Sen nasıl değerlendiriyorsun, nasıl karşıladın Gezi olaylarını; o sırada Türkiye’de miydin?

Evet Gezi’ye tam destek verdim. İktidardan korkmuyorum. Çağdaş ve hür bir hayat yaşamak için neyin doğru neyin yanlış olduğunu hepimiz biliyoruz, artık korkmamızın bir anlamı yok. İktidar Gezi olaylarında her şeyi yanlış yapmıştır kanımca. Dünyada itibarları bitmiştir... Ben AKP’yi adil bir seçim sisteminde sandıkta yenmek gerektiğine inanıyorum. Seçim sisteminin adil olması için mücadele etmeliyiz, barajı kaldırmalıyız. Bir de yaşanan ölümler, ağır yaralılar dolayısıyla birilerinin hesap vermesi gerektiğini düşünüyorum. Bir insanın ölümünden sorumlu birileri varsa, -ki var- adaletin önüne çıkmalıdır.

Röportajın tamamını okumak için tıklayın