İş hayatında birçoğumuzun artık kanıksadığı bir duruma evrilen; gerekli zamanda verilmeyen molayla birlikte saatlerce süren çalışma koşulları ciddi bir yorgunluk ve dikkat dağınıklığını beraberinde getiriyor. Araştırmalar fazla mesailerin yalnızca çalışan için zararlı olmadığını, aynı zamanda şirketlere veya patronlara da bir fayda sağlamadığını ortaya koydu.
Yapılan yeni bir araştırmaya göre; haftada 80 saatlik düzenli bir çalışma zamanı; her gün saat 17.00’da evine giden çalışanlara kıyasla daha az bir verim ortaya çıkarıyor.
Bilimfili.com'da yer alan habere göre, Harvard Business Review ‘den gazeteci Sarah Green Carmichael; birçok gelişmiş ülkede insanların neden daha önce hiç olmadığından fazla çalıştıklarını anlamak için yayımlanan çalışmaları analiz etti. Araştırmaların değerlendirilmesi sonucunda Carmichael, uzun çalışma saatlerinin verimliliği artırdığına dair hiçbir delil bulamadı, hatta çok sayıdaki araştırma bunun tam tersine işaret ediyor.
Geçtiğimiz Nisan ayında, Boston University‘den Erin Reid öncülüğünde yürütülen bir çalışma; yöneticilerin, 80 saat çalışan ve çalışmış gibi yapan insanlar arasındaki farkı açıklayamadıkları bulgusuna ulaştı. Araştırmaya göre; yöneticiler daha az çalışmış gözüken çalışanları cezalandırırken, ekip; bu çalışanların daha az başarılı olduklarına dair ya da aşırı çalışanların daha fazla başarılı olduğuna dair herhangi bir kanıt bulamadı.
Yalnızca bununla da sınırlı değil, araştırmalar aynı zamanda da bu çalışma saatlerinin çalışanların stres seviyesinive tükenmişliğini (moral bozukluğunu) artırdığını, uyku eksikliğinden, depresyona, diyabete, alkol bağımlılığına ve kalp hastalıklarına kadar bir dizi sağlık problemine de yol açtığını gösteriyor. Yaklaşık 2 hafta önce, biz de uzun çalışma saatlerinin inme riskiyle önemli düzeyde bir bağlantısı olduğunu paylaşmıştık.
Bütün bu stres ve hastalıklar şirketlerdeki işe gitmeme oranında ve işten ayrılmalarda da büyük oranda artışlara sebep oluyor.
Öte yandan 2010 yılında Sleep ‘de yayımlanan bir çalışma; uyku eksikliği bulunan katılımcıların diğer insanların duygularını ve sosyal ilişkilerini tanımlayabilme konusunda daha kötü oldukları bulgusuna ulaştı. Sitemizde yayımlanan bir başka yazı da bu bulgulara destek sunuyor. Yorgun insanlar, gündelik yaşamın hemen hemen en önemli parçasını oluşturan iyi kararlar alma noktasında güçlük yaşıyorlar.
Aslında bilim insanları 100 yıldan fazla bir süredir, aşırı çalışmanın verimlilik ile eşdeğer olmadığınısöylüyorlardı ancak sistemin kendi doğası bu durumu gözardı etmek için zaten hazır haldeydi.
2004 yılında iş yeri araştırmacısı Tom Walker şöyle diyordu:
“1890larda, çalışanlar günlük 8 saatlik çalışma dilimiyle denenmiş ve işçi-başına düşen toplam çıktının arttığı görülmüştü. 20. Yüzyılın ilk 10 yıllık diliminde, “bilimsel yönetimin” yaratıcısı Frederick W. Taylor azalan iş saatlerinin işçi başına düşen verimi önemli oranda artırdığını belirtmişti.”
Harvard Business School yaklaşık bir yüzyıl sonra bu deneyi; –Karl Marx’ın tanımıyla– kol emekçileri yerine kafa emekçileriyle tekrarladı ve hala geçerli olduğu bulgusuna ulaştı. Öte yandan örnek teşkil etmesi açısından, Sosyalist Rusya’nın –sosyalist kaldığı süreçte– 3×8 şeklinde formülüze ettiği zaman dilimi gerçekten de verimi üst düzeye taşımıştı.
Tahmin edildiği gibi; gerekli molalar (geceleri ve hafta sonları gibi) çalışanları daha verimli yapıyor. Özetle, aşırı iş yükü hikayesi eksilen dönütlere sebep oluyor: “aşırı çalışmaya devam et çünkü yapacağımız çok daha anlamsız işler var.”
Tam bu noktada, bu hafta başı Amerikalı araştırmacıların yaptığı ve okula gidiş günlerinin 4 güne indirilmesinin akademik performansın bazı alanlarını artırdığını gösteren çalışmasını paylaşmak da manidar olacaktır. Geçmiş araştırmalar aynı durumun iş günleri için de geçerli olabileceğini göstermişti.
Sonuç olarak yapılan araştırmalar tek bir noktaya işaret ediyor. Ve asıl soru şu: Daha fazla çalışmanın bizi daha verimli kıldığına dair herhangi bir bilimsel delil ortada yokken, neden hala 14 saate varan –ve bazen aşan– çalışma saatleriyle kendimizi öldürmeye devam ediyoruz?
Belki de artık bütün varlığımızı işlerimize bağlamaya bir son vermenin zamanı geldi. Hayatımızın en güzel yıllarını bir ofis içerisine sıkıştırarak sürdürmekten ziyade, çalışma rutinimizi bilimsel temelli veriler etrafında yeniden planlamaya başlayabiliriz.