Fehim Taştekin: Rusya İdlib'de operasyondan vazgeçmedi, vites küçülttü

Fehim Taştekin: Rusya İdlib'de operasyondan vazgeçmedi, vites küçülttü

Gazeteci Fehim Taştekin, olası bir İdlib harekâtına ilişkin olarak, "Rusya operasyondan vazgeçmedi, Türkiye’nin seçeneklerini tüketmek ve en nihayetinde ortaklığı bozmadan meseleyi halletmek için vites küçültme yoluna gitti. Ankara ya sızlana sızlana Rus stratejisine ortak olacak ya da çekilecek. Diğer seçenek bir felaket olur” dedi. 

Ervensel'den Meltem Akyol'a konuşan Taştekin, "Erdoğan, Putin tarafından aldatıldığını düşünüyor. ‘Gerilimi düşürme bölgeleri’ ve devamında müzakareyle gelen ‘çatışmasızlık rejimi’ Suriye ordusunun kontrolü tamamen ele aldığı bir sonuç üretti. Erdoğan ise bu grupların bulundukları yerlerde kalıp siyasi çözüm sürecinde ‘ağırlık unsurları’ olarak iş görmesini bekliyordu" yorumunda bulundu. 

Taştekin'in söyleşisi şöyle: 

Önce operasyon tartışması ile başlayalım. Tahran Zirvesi sonrası netleşeceği konuşuluyordu, zirvede bir anlaşmaya imza atıldı ancak tartışmalar sürüyor. Son olarak Rusya’nın Suriye Özel Temsilcisi Aleksandr Lavrentyev operasyon ertelenebilir açıklaması yaptı. Ve gördüğüm kadarıyla o açıklamayı yalanlayan bir açıklama da olmadı. Ne oluyor, ne anlama geliyor bu gelişmeler? Operasyon olmayacak mı, ertelendi mi?

‘Operasyon’ ve ‘diplomasi’, birbirinin önünü açmaya dönük paralel mekanizmalar olarak işliyor. Rusya askeri baskı olmadan siyasi çözüm ya da müzakere yolunun açılamayacağını, müzakere kanalı olmadan da askeri çözümün çok pahalıya geleceğini görüyor. O yüzden başından beri askeri operasyonlara siyasi tampon eşlik ediyor. Bunun sahaya yansıması Rus stratejisinin nasıl çalıştığını anlamak için önemli. Astana Mutabakatı ile ilan edilen ‘gerilimi düşürme bölgeleri’ Rus stratejisinin master planıydı. Bu çerçevede özellikle üç cephede elde edilen sonuç önemli. Halep, Doğu Guta ve Dera’da karadan ve havadan saldırılar artırıldı. Buna paralel olarak Hmeymim Üssü’nde oluşturulan Rus Uzlaştırma Heyeti silahlı gruplarla müzakere masasına oturdu. Halep ve Doğu Guta’da Türkiye’ye düşen görev ise silahlı grupların İdlib’e tahliye olmasını kolaylaştırmaktı. Türkiye’nin bu rolünü ‘devrimi satmak’ olarak niteleyenler de çıktı. Dera’da pazarlıkların bir tarafında Ürdün, ABD ve İsrail de vardı. Silahlı gruplar mutlak bir çöküş senaryosundan kaçınmak için ya ağır silahlarını bırakıp otobüslerle İdlib cephesine gitmeyi kabul ettiler ya da bulundukları bölgede çatışmasızlık rejimine geçtiler. Çatışmasızlığı kabul edenler de sonradan ya Suriye ordusuna katıldı ya da güvenlik güçleriyle koordineli bir şekilde sahada kaldı veya tamamen dağıldı.

Türkiye’nin rahatsızlığı da burada başlıyor: Erdoğan, Putin tarafından aldatıldığını düşünüyor. ‘Gerilimi düşürme bölgeleri’ ve devamında müzakareyle gelen ‘çatışmasızlık rejimi’ Suriye ordusunun kontrolü tamamen ele aldığı bir sonuç üretti. Erdoğan ise bu grupların bulundukları yerlerde kalıp siyasi çözüm sürecinde ‘ağırlık unsurları’ olarak iş görmesini bekliyordu. Şimdi sıra İdlib’de ve bu grupların tahliye edileceği başka bir yer yok. Elbette Erdoğan’ın kafasında bir yer var: Fırat’ın Doğusu. Cihadi örgütler Rojava’ya gönderilirse bu şekilde tetiklenecek bir savaşla YPG’nin hakimiyeti bitirilebilir, yaptığı hesap bu. Bu olduğunda YPG’yi destekleyen ABD’nin de işi zora girecek. Bir taşla birkaç kuş vurma hesabı. Bu tür bir tahliye seçeneğini Rusya ve Suriye’nin kabul etmesi için tamamen çaresiz olmaları gerekir. Kimse o noktada değil. Amerikan yönetimi de Türkiye ile yepyeni bir sayfa açamadığı ve Kürtleri gözden çıkarma noktasına gelmediği sürece bu seçeneği sessizce izlemez.Tahliye konusunda Suriye yönetiminin bakış açısı da şu: “Teröristler geldikleri yerden gitsinler.” Yani Türkiye’nin 7 yıldır desteklediği grupları Türkiye’nin kucağına itmek; onların kafasındaki plan da bu. Elbette arada Rusya var ve mevcut strateji Rusya’nın patronajlığında ilerliyor. O yüzden gidişat Rusya’nın Türkiye ile yapacağı pazarlıklar ve nihayetinde Ankara’yı hangi seçeneğe ikna edeceğine bağlı.Buradan Tahran zirvesinden çıkan sonuca gelirsek; Rusya Türkiye’nin ateşkes önerisini reddederken Astana’daki üçlü mekanizmayı da çöpe atacak bir tek taraflılıktan kaçındı. Bunun anlamı şu: Operasyondan vazgeçilmedi ama Türkiye’nin seçeneklerini tüketmek ve en nihayetinde ortaklığı bozmadan meseleyi halletmek için vites küçültme yoluna gidildi.

Türkiye’nin istediği mi oldu bu durumda? En başından itibaren Türkiye’nin amacının operasyonu engellemek en azından ötelemek, deniyordu...

Operasyondan vazgeçilmiş değil. Halihazırda İdlib’in güneybatı ve güney çeperlerinde operasyonlar sürüyor. Bu bölgelerden Suriye ordusu ve Rus üssüne saldırılar olduğunda yanıt veriliyor. Fakat Türkiye’nin 12 kontrol noktası ile çembere aldığı alana yönelik büyük operasyon bir süreliğine rötar yemiş gözüküyor. Ama eninde sonunda Suriye ordusu bu bölgeye girecek ve kontrolü ele alacak. Bunun pazarlığını yapacaklarını zannetmiyorum. Pazarlık operasyonun şekli, planlaması, kapsamı ve zamanlamasıyla ilgili. Çünkü İdlib’i elinde tutan gruplar müzakere mekanizmalarını reddediyor. Bir kısmı zaten siyasi çözümü ve uzlaşıyı kabul etmedikleri için buraya geldiler. İdlib’in en az yüzde 60-65’ini elinde tutan El Kaide bağlantılı Heyet Tahrir el Şam ve müttefikleri zaten gerilimi düşürme planı, ateşkes ya da çözüm sürecinin parçası hiç olmadı. Tahran’daki ortak bildiride de IŞİD ve El Kaide bağlantılı grupları elimine etmeye yönelik ortak çabanın süreceği vurgulandı. Yani Ankara bir taraftan “Türkiye’nin 12 kontrol noktası var. Türk askeri varlığı İdlib’de olduğu sürece rejim ve Rus ordusu operasyon yapamaz” diyor, diğer taraftan Astana’da belli örgütlerle mücadeleye destek sözü veriyor. Ruslar da başından beri terör örgütlerini vuracağını söyledi ve de vuruyor. Ayrıca Ruslar, Türkiye’nin masaya getirdiği çözüm önerisinin de bir şeyi çözmeyeceğine inanıyor.

Nedir bu çözüm önerisi?

Türkiye, temmuzdan beri sahadaki grupları tek çatı altında toplayıp bunları çözüm ortağı olarak masaya oturtmak istiyor. Bu çerçevede iki çatı yapılanması ortaya çıktı. Biri Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı harekatlarıyla kontrol edilen bölgelerde TSK’ye eşlik eden grupların oluşturduğu Suriye Ulusal Ordusu. Diğeri de Türkiye’nin desteklediği ve Heyet Tahrir el Şam’a rakip olan örgütlerin oluşturduğu Ulusal Kurtuluş Cephesi. Şimdi Türkiye bu iki çatı altındaki örgütleri birleşmeye zorluyor. Birleştiklerinde ‘işte ılımlı muhalifler’ diyerek operasyonun önlenmesi için daha fazla bastıracak. Ama bu örgütler ılımlı falan değil. Türkiye ile çalışan örgütlerden önde gelenler selefi cihatçı. Bazıları eski El Kaide militanları ve Müslüman Kardeşler tarafından kuruldu.  Beri tarafta Türkiye, Heyet Tahrir el Şam’a kendisini feshetmesini ya da ismini değiştirip çatı örgütüne katılmasını öneriyor. Yani etiket değişince El Kaide ‘makbul’ bir örgüt olacak! Şark kurnazlığının daniskası. Bu örgütün Nusra ismini terk etmesi de Katar ve Türkiye’nin baskı ve verdiği akıl nedeniyleydi. Bu işe yaramayınca Türkiye de geçenlerde Heyet Tahrir el Şam’ı terör örgütleri listesine aldı. Hiçbir şekilde Türkiye’nin yol haritasını kabul etmeyecek onbinlerce savaşçı var. Dediğim gibi bunlar El Kaide ile bağlantılı ya da El Kaide’den neşet etmiş ve ideolojik olarak birbirinden farklı olmayan örgütler. Sonuna kadar savaşmaktan bahseden örgütler. O yüzden bunları Türkiye’nin yoğurup şekillendirmesi mümkün değil. Erdoğan ‘imkânsız bir görev’ üslenmekle kalmayıp El Kaide ile çalışan dünya lideri durumuna düştü.Rusya açısından bakılınca durum şu: Erdoğan şansını deneyecek ve top tekrar Putin’in ayağına gelecek. Tabi bu arada İdlib vesilesiyle Suriye’yi cezalandırmak ve bir şekilde denkleme dönmek isteyen Batı-Körfez blokuna da bahane verilmemiş olacak. Üçüncü bir şey; Putin’in Erdoğan’a güvendiğini söyleyemeyiz. Astana ortaklığının zemini kaygan. Erdoğan fırsatını bulduğu an ikili oynuyor. Eğer ABD ve Avrupa’yı kendi çizgisine çekebilirse 2015 öncesi ortaklık şemasına atlamak için fırsatları kaçırmaz. Elbette kolay değil. Artık koşullar çok değişti.

Tam bıraktığınız yerden... Türkiye Tahran’da Rusya ve İran’la msaya oturdu ve bir anlaşmaya imza att. Hemen akabinde peşpeşe Cumhurbaşkanı, Sözcüsü, Dışişleri Bakanı, ‘operasyon olmasın’ açıklamaları yaptı. NYT’ye üst üste makaleler yazılıyor, bir yandan ÖSO’cuları topluyor (Yeni Şafak böyle bir manşet hazırlamıştı.) Bir taraftan Batı ile aynı fikirdeyiz beyanları ve ABD ile temas çabası... Diğer taraftan Erdoğan ve Putin’in pazartesi (bugün) görüşeceği açıklandı. Türkiye bu stratejiyi ne kadar sürdürebilir?

Erdoğan Suriye’de istediğini alıncaya kadar gerek Türk askeri varlığını, gerek silahlı grupları kullanmaktan vazgeçmeyecek. Türkiye, Rusya’nın çözüm ortağı olması ve Rusya’nın yaktığı yeşil ışık sayesinde Suriye’ye asker soktu. Ancak sahada elde ettiği pozisyon sayesinde Rusya’nın işini zorlaştırabileceğini de gördü ve bunu koza dönüştürmeye çalışıyor.

Böyle yaparak ne umuyor?

Evvela Temmuz 2012’den beri kuzeyde Kürtlerin fiilen tesis ettiği özerk yapının hukuki bir statüye kavuşmasını istemiyor. Özerk yapının bütün unsurları ile çökertilmesi için de sahada önüne çıkacak fırsatları kaçırmak niyetinde değil. İkincisi desteklediği grupları siyasi çözüm sürecine taşıyıp Suriye’nin geleceğinde yer edinmelerini istiyor. Bunun altında hala Şam’ın efendisi olma düşü yatıyor. Başından beri Müslüman Kardeşler’e atfedilen önem buradan geliyor. Kâbusa dönen bir rüya ama takıntılı bu hal hala sürüyor. Üçüncüsü Erdoğan, Halep’in yeniden inşa ihalesini almak için can atıyor. Ruslarla bunun pazarlığını yapıyor. Fakat bu ısrar Türkiye’nin üstlendiği riskleri katlıyor. Ganimet beklerken bataklıkta boğulmak da var. Kötümser senaryolara gerek kalmadan İdlib çözülse bile Türkiye halihazırda başına potansiyel bir sürü bela almış durumda. Destekledikleri örgütlerin İdlib cephesi kapandığında Türkiye’ye neye mal olacağına ve olası bumerang etkisinin boyutlarına kafa yorsalar iyi ederler.

Suriye’deki cihatcıların toplandığı merkez İdlib ve operasyon olması durumda Türkiye’ye bir cihatçı akışı olacağından söz ediliyor. Bu olur mu, olursa sonuçları ne olur?

Evet, cihatçılar için tek çıkış kapısı var, o da Türkiye. Bu kaçınılmaz son. Ben 2012’den beri ısrarla ‘Pakistan Sendromu’ ve sınır illerimizde ‘Peşaverleşme Senaryosu’na vurgu yapıyorum. Bu konuda kaygılanmak için elimizde ciddi veriler var. Bu örgütler AKP iktidarının da bakış açısı sayesinde kolayca Türkiye’nin kentlerinde kendilerine yaşam kanalları bulabilir. Dünyada bu rahatlığı bulabilecekleri başka bir yer yok zaten. Bu örgütler maalesef ya Türkiye’ye alınacak ya da kendileri sızacak. Sızmalar çoktan başladı bile. Türkiye’de tutunan tutunacak, tutunamayan başka ülkelere ve coğrafyalara kayacak. Çatışma bölgelerindeki ateş bunları hep kendine çekmiştir. Hep böyle oldu.

Yabancı savaşçılar için de ayrı bir başlık açmak gerekiyor. Onlar Türkiye’ye geldiğinde Ankara’nın onlarca cephede diplomatik baş ağrıları olacak. Uygurlar, Özbekler, Kırgızlar, Çeçenler, Avrupa, Afrikalı ve Ortadoğulu savaşçılar ne olacak? Ankara’nın bunlar için tahliye mekanizması önerdiği söyleniyor. Bu savaşçıların vatandaşı olduğu ülkelerle zorlu bir süreç başlayacak. AKP’nin ülkeyi nasıl bir belaya bulaştırdığı tek başına bu kalemde bile bizi ürkütmeli ama iktidar erkanı ve ahalisi dehşet şekilde rahat.

Sosyal medyada bir görüntü paylaşılmıştı, ‘Hatay’ı alırız’ gibi tehditler savruluyordu. Ne kadar ciddiye alınır bunlar?

Bunun ne kadar ciddi olduğunu görmek için Pakistan’ın yaşadıklarına bakmak yeterli. Pakistan, 1980 ve 1990’larda Türkiye’nin üstlendiği rolün aynına razı olarak Afganistan’a müdahalenin taşeronu ve sıçrama tahtasına dönüştürülmüştü. Küresel mücahit otobanında dün Peşaver vardı, bugün Hatay, Kilis, Antep var. Afganistan’da El Kaide ve Taliban bu şekilde doğdu. Pakistan 11 Eylül’den sonra oyundan çekilmek zorunda kalınca beslenen mücahitler sahibini vurdu. Bugün Pakistan’ı terörize eden Tehrik-i Taliban, Pakistan’ın bu kirli müdahalelerde payına düşen belalardan sadece biridir.

Suriye’deki cihadi örgütler Türkiye Cumhuriyeti’ni ‘kafir ve tağuti düzen’ olarak görüyor. Bugün sessiz olmalarının tek nedeni Türk hükümetinin ‘mücahitlerin harekat alanlarını kolaylaştıran politikalar izlediğini’ düşünüyor olmaları. Türkiye’deki referandum ve seçim sonuçlarında AKP’nin elde ettiği zaferi tartışan küresel cihat ağlarının argümanlarını takip ettim. Kesinlikle Suriye’nin bakiyesi feci şeyler barındırıyor. Türkiye kesin bir politika değişikliğine gittiğinde bumerang bize dönecek. Bir şey daha: Hesapsız-kitapsız Suriye siyaseti Türkiye’de cihatçıların binlerce adam devşirmesine imkan verdi. Türkiye’de İslamcı ve muhafazakar kesimlerde tehlikeli bir dönüşümü de tetikledi. Artık sadece yabancı cihatçılar değil yerli cihatçılar ve onların yeşereceği elverişli halkaların arz ettiği tehlike de az değil.

Türkiye’nin kontrol noktaları var, sınıra sürekli askeri sevkiyat yapılıyor. Son tahililde sahada TSK ile Suriye ordusu karşı karşıya gelir mi?

Bu risk her zaman var. Eğer korkulan olmuyorsa arada Rusya’nın olmasındandır. Fakat Türkiye cihatçılara kalkan olan pozisyonunda ısrar ederse durum değişebilir. Planlanan İdlib operasyonu başlarsa Türkiye’den askerlerini çekmesini isteyeceklerdir. Türkiye çekilmezse sahada oldu bittiler yaşanabilir.

Ama temelde şunu söylemek mümkün: Bir örgüte müdahale etmek ile konvansiyonel bir güçle savaşmak aynı şey değil. Hele bu ekonomiyle bu tür bir savaş yürütülemez. Cephede sadece Suriye değil Şam’ın destekçisi Rusya ve İran unsurları da var. Rusya’nın izniyle El Bab ya da Afrin’e girmekle Suriye ordusuyla kafa kafaya gelmek farklı şeyler. Saray’ın Başdanışmanı İlnur Çevik’in “Rusya hava sahasını açmasaydı bırakın El Bab’a, Afrin’e girmeyi, insansız hava aracı bile kaldıramazdık” sözünü burada tekrar hatırlatalım.

Rusya, Suriye kördüğümünü çözme konusunda geri adım atmayacak. Türkiye için de Suriye’de oynanan riskin tehlikeleri her geçen gün artıyor. Ankara ya sızlana sızlana Rus stratejisine ortak olacak ya da çekilecek. Diğer seçenek bir felaket olur.

Rusya-Türkiye ilişkileri nereye gider peki bu denklemde? İki ülke karşı karşıya gelebilir mi?

Rusya ve Türkiye ilişkileri sadece Suriye faktörüyle şekillenmiş olsaydı şimdiye kadar çok feci senaryolar devreye girerdi. İki ülke onca çelişkiye rağmen stratejik alanlarda ortaklığı genişletiyor. İki taraf için de çok değerli ekonomik çıkarlar sözkonusu. Bu da çatışma senaryoları karşısında fren vazifesi görüyor. Malum Türkiye, Rus uçağının düşürülmesi ve Ankara’da büyükelçinin öldürülmesi olayıyla yakasını fena halde Rusya’ya kaptırdı. Putin bu olayları altın bir fırsata çevirdi. Hem Türkiye’yi Suriye politikasında değişikliğe zorladı hem de NATO cephesinde yarık açtı. S-400 satışı az bir şey değil. Türkiye’nin müttefiklik düzeninde yerini oynatmak Putin’in en fazla keyif alacağı bir şey. Ankara’nın ABD ve AB ile yaşadığı gerilimler de Rus-Türk ortaklığına sıra dışı katkılar sunuyor. Putin, Erdoğan’ı kızdırsa da tamamen karşısına alarak bu avantajlı pozisyonu yitirmek istemez. Haliyle gerilimleri kontrol edilemez noktaya taşımadan Türkiye ile yol alabildiği kadar yol alacaktır.

ABD ve Batı’dan da sert açıklamalar geliyor, hatta operasyonun ötelenmesine de bu gerilimin neden olduğu konuşuluyor. ABD, Rusya oradayken Suriye’yi vurmayı göze alır mı?

ABD ve Rusya da bütün gerilimlere rağmen birbirini gözetmek durumunda. Çok kritik dönemeçlerden geçilirken iki güç Soğuk Savaş’tan da edindikleri deneyimle nerede duracaklarını bildiler. Rusya, Suriye’de az maliyet ve ateş gücüyle hızlı yol alabilmek için önce ülkenin fiilen nüfuz alanına bölünmesini sorun etmedi. 2014’ten itibaren IŞİD’e karşı Kürtlere ateş desteği veren ABD, Fırat hattını kendi nüfus bölgesine çevirirken Rusya da 2015’te savaşa müdahil olarak dengeleri değiştirdi. Rusya, ABD ile karşı karşıya gelmemek için Amerikan güçlerinin kimyasal saldırı bahanesiyle Suriye mevzilerini vurması karşısında kendini tuttu. Aynı tepkisizlik İsrail’in saldırılarında da görüldü. Rusya, saldırganlığına göz yumduğu İsrail’e İran ve Hizbullah konusunda belli ama esnek güvenceler vererek Dera ve Kuneytra cephelerinde ilerlemenin önünü açtı. Aksi halde bu iki cephe yüzünden İsrail’le kafa kafaya gelebilirlerdi. Dolayısıyla ABD ile...

Kimyasal silah iddiaları var bir de, Batı’dan ve ABD’den de ‘kimyasal silah kullanılırsa vururuz’ açıklamaları geliyor...

Kimyasal tezgâh tekrarlanabilir. Bu risk yüksek ve Rusya bu meseleyi BM’ye taşıdı. Fakat Doğu Guta’daki kimyasal olay üzerine Suriye’yi vuran ABD, Fransa ve Britanya’nın bunu İdlib’de de tekrarlaması Rusya’nın Suriye’deki kararlılığını değiştirmez. Artık kimyasal silah bahanesi çok ayyuka çıktı. Dünya kamuoyu kimyasal silah iddialarına eskisi gibi bakmıyor. Amerikan politikasındaki belirsizlikler yüzünden öngörüde bulunmak zorlaşıyor. Doğu Guta’da olduğu gibi kendi küresel liderliklerini ve itibarlarını kurtarmak için Suriye’yi cezalandırma taktiğini İdlib’de de tekrarlayabilirler. Bunu yapsalar da ABD’nin belli hedefleri vurmanın ötesine geçebileceğine dair işaret yok. Rejim değiştirme senaryosuna tekrar dönmek zor. ABD’nin yeni derdi İran ve İranlıların Ortadoğu’daki nüfuzu. Suriye üzerinden artık bunun pazarlığını yapıyorlar. Tabi Avrupa’nın derdi mülteci baskısı ve buradaki Batılı cihatçıların evlerine dönme riski. O yüzden hop oturup hop kalkıyorlar.

Bir yandan da Cenevre’de Suriye anayasası görüşmeleri devam ediyor, nasıl bir sonuç çıkması bekleniyor ya da sonuç çıkar mı?

Şu anda siyasi çözüm için tek mekanizma burası. Doğrusu taraflar birbirine çok uzak pozisyondalar. Her seferinde Cenevre buluşmaları arpa boyu yol almadan sona eriyor. Astana sürecinde elde edilen ilerleme Cenevre’ye takviye edildi. Bu da anayasa yazım komisyonudur. Tek kayda değer gelişme bu.

Bu komisyonda eksik ayak Kürtler. BM Özel Temsilcisi Kuzey-Doğu Suriye temsilcilerinin davetini gündeme getirdi. Türkiye’nin vetosunu nasıl aşacaklarını bilmiyoruz. Ankara, Kürtler nedeniyle bu süreci torpilleyebilir.Fakat şunu görmek gerekiyor. Batı-Körfez bloku bu savaşı kaybetti. Şimdi çekilirken Suriye ve müttefikleri İran ve Rusya’ya zaferi olabildiğince pahalı hale getirmeye çalışıyorlar. Çatışma süreci eninde sonunda bitecek. Suriye, Cenevre olsun ya da olmasın kendi anayasasını değiştirmek ve yeni bir başlangıç yapmak zorunda. Aksi halde bu kadar yara almış bir toplum barışı göremez. Kısa sürede başka çatışmalar patlak verebilir. Mevcut elbiseyle Suriye yarına yürüyemez.

Aslında Kuzey Suriye Demokratik Federasyonu bir model olarak önemli fikirler içeriyor. Eğer bu yapıyla yürütülen pazarlıklarda orta yol bulunursa Suriye’nin en büyük kazancı bu olabilir. Modelin adı ‘federasyon’ ya da ‘özerk yönetim’ olmasa bile demokratik kurumlarıyla yerinden yönetim modelinin benimsenmesi ve bunun bütün Suriye’ye teşmil edilmesi barışın inşasında önemli bir temel olabilir. Tabi hiç kolay değil. Her şeyden önce bir tarafta ABD’nin dayatmaları diğer tarafta Türkiye’nin müdahaleleri var.

Peki, ne olur? Suriye’de seçim tartışmaları dönem dönem yapılıyor. İdlib bittiğinde kaçınılmaz olarak Kürtlerin durumu daha çok konuşulacak... Bir de Kürtlerin İdlib operasyonuna katılacağı iddiası var...

Suriye yönetimi Kürtleri kazanmak zorunda. Türkiye’yi Afrin’e soksa da Rusya’nın eğilimi de bu yönde. Aksi takdirde Kürtlerle açılacak bir cephe çok yıkıcı olabilir. Bu iki tarafın da çıkarına değil. Kürtlerle çatışma ve özerk yapıyı çökertme seçeneği ABD’nin bölgeden çıkışını da geciktirir. Bu da istenen bir sonuç değil. Kuzey Suriye Demokratik Federasyonu olarak Şam’la masaya oturan tarafa bir şey vermeden uzlaşma yolu bulunamaz. Ancak Suriye yönetimi yerel yönetim yasasını genişleterek çözüm bulma eğiliminde. Şam’da özerklik ya da federasyon fikrine direnç çok yüksek. Bu pazarlıklar birkaç yıl sürebilir. Ne çıkar kestirmek zor. Bu iki tarafın ellerindeki kozlar kadar büyük güçlerin oyun planlarına da bağlı. Türkiye, Şam’la yeni bir başlangıç için Kürtlere karşı ortak cephe kurulmasını bir şarta dönüştürebilir. Kürtler de İdlib operasyonundan önce yol almak istiyor. Çünkü İdlib’i halletmiş bir Suriye’nin eli daha da güçlenecektir ve pazarlık zorlaşacaktır. O yüzden Kürt yetkililer İdlib operasyonuna katılma önerisini gündeme getirdi. Ortada Şam’la bir anlaşma yok. Bu, Türkiye’yi daha fazla kışkırtan bir seçenek. Rusya üzerinden bu senaryoyu önlemek için elinden geleni yapacaktır. Ki Ruslar da Türkiye’yi teskin etmek için Kürtlerin katılımını istemeyebilir.