Fehmi Koru*
Ölüm herkes için mukadder, ama genç insanların (kızların), üstelik yanarak ölmesi…
Yürekler işte bunu kaldırmıyor.
Sadece ana-baba yürekleri değil, uzaktan bakanların yüreği bile…
Adana/Aladağ’da bir kız öğrenci yurdunda çıkan yangının aldığı canlara herhalde ağlamayan yürek yoktur.
Bu yazıyı yazmadan önce bugünkü gazetelere göz attım; hepsi ‘ihmal’ sözcüğünü ön plana çıkarmıştı: Binanın yapımından kullanılan malzemeye, yangın alarmı eksikliğinden yangın kapısında kulp olmadığına kadar bir dizi ihmal…
Akıl alır gibi değil…
Kendisini eğitime vakfetmiş bir grup insanın, himayelerine verilmiş kız çocuklarının korunması için, en beklenmedik gelişmeleri de düşünerek, güvenlik tedbirleri alması gerekirdi.
Ya büyük bir deprem olursa.. diye düşünüp her derecedeki sarsıntıda bile ayakta kalacak binalar inşa etmeleri…
Hani olur a.. İnşallah olmaz ama.. diye yangını düşünüp.. en az zararla atlatılacak ne kadar tedbir varsa onu zamanında almaları…
Devletin öyle binalardan ve yurtlardan talep ettiğinden fazlasını…
Eğer o bir grup insan dini hassasiyetleri sebebiyle bu işe soyunmuşlarsa.. katlandıkları fedakârlıklar için etraflarından kuru bir “Aferin” almayı değil de çok daha büyük bir ertenmiş bonusa kavuşmayı düşünüyor ve bekliyor idiyseler..
Onlara düşen, kendi hane halkları için göstermedikleri dikkati, bu el çocukları için sürekli ayakta tutmak olmalıydı.
İktidarda AK Parti olmasaydı medyanın daha büyük bir gürültüyle üzerine gidebileceği ve olayın ‘dini’ boyutunu bir biçimde daha fazla öne çıkartacağı düşünülürse, sırf bunun için bile ekstra bir dikkate ihtiyaç duyulması gerekmez miydi?
Hayır, “Gürültü kopar ve üzerimize gelirler ve bizler ve içinde yer aldığımız Cemaat zor durumda kalır” dikkatinden söz etmiyorum; “Bizim yüzümüzden, mensup olduğumuz grubun özelliği sebebiyle, dinimiz yara alır” hassasiyetinden söz ediyorum.
Bu ülkede, dindar insanlar, başka ülkelerdeki benzerlerinden çok daha ileri derecede sorumluluk duygusuna sahip olmak zorunda.
Yalnızca himayelerindeki insanlara, kendi kişiliklerine leke getirmemekle mükellef değil bu ülkenin dindarları.. mensup oldukları inanç sisteminin haysiyetini korumakla da mükellefler…
Gerçek durum ise bunun tam tersi…
2008 yılında yine böyle bir öğrenci yurdunda yangın çıkmıştı… Ondan öncesinde de can alan âfet olayları var.
Dindar insanlar kendilerinden beklendiği gibi davranmıyorlar.
Kimileri bu tür olayların sorumluluğunu, dini terminolojinin arkasına saklanarak, üzerinden atma kolaycılığına bile sürükleniyor.
“Tevekkül” diyen, ‘kader’ kavramını öne çıkararak kendini savunanlara rastlanabiliyor.
Cehalet, hem de koyu bir cehalet ortalığa dökülüyor öyle bir durumda.
İslâmiyet’in her bir bireye yüklediği sorumluluğu Yaratıcı’nın üzerine atma kolaycılığı bu…
Din kişisel sorumluluğu ortadan kaldıran hiçbir mazerete izin vermez. Hele kendi yaptığımız yanlışlıkların, ihmallerin, suçların dini kavramlar kullanılarak Allah’a fatura edilmesini ise en büyük günah sayar…
‘Tevekkül’, bütün tedbirleri aldıktan sonra bürünülen ruh halidir.
‘Kader’ ise kâinatı yaratan gücün yaratıklarına tanıdığı en geniş ve en serbest alanda, kişilerin kendi şahsi tasarruflarıyla seçtikleri ve doğal olarak O’nun bilgisi dışında olmayan davranışlardır.
Yoksa “Yangın çıktı, ne yapalım, kader” veya “200 km hızla mı gidiyormuşum, karşı arabada 5 kişi varmış ve hepsi ölmüş mü? Ne yapalım kaza bu, kaza!” gibi mazeretlere yer bırakmaz hiçbir dini kavram.
Bizde bırakıyor ama…
Doğrudur. Bizde maalesef, “Dinin hatırı mı, yoksa paçamızı kurtarmak mı?” ikilemi arasında kalındığında, kendilerini din ile irtibatlayan kişiler ve gruplar bile, paçalarını kurtarma yoluna başvuruyorlar.
Yapıyorlar ve sorumluluğunu üstlenmekten kaçıyorlar.
Dine ve din ile münasebetimize bakışımızı sorgulamamız şart.
Hesabı, ilk önce, 12 kişinin ölümüyle sonuçlanan feci olayın doğrudan sorumlularına çıkardıktan sonra, böyle bir olayla karşılaşınca derhal sahneye çıkıp “Tarikatler, Cemaatler…” diye bağıranlar için de bir şeyler söylememiz gerekiyor.
Hiç kimsenin, hiçbir grubun, tarikat veya cemaat olsalar bile, dokunulmazlığı yoktur. Yanlış bir iş yaptıkları veya başkalarının hayatını tehlikeye attıkları, ölüme sebebiyet verdikleri durumda, hiçbir ayrımcılık yapmadan, herkesin yakasına yapışılır.
Adana/Aladağ’daki yangının sorumluları da ihmallerinin cezasını çekerler…
Meydana gelen fecaati vesile bilip ortalığı velveleye verenlerin de üzerinde düşünmeleri gereken bir yanlışlıkları var: Bugünlerde değil, çok uzun yıllardan beri, dini gruplar, çocuklar ve gençlerin eğitim faaliyetleriyle ilgileniyorlar. İyi de yapıyorlar…
İyi yapıyorlar, çünkü o çocukların, gençlerin neredeyse hepsi, o gruplara mensup insanlar kendilerini himaye altına almasa, sığınacakları bir çatı, sıcak bir aş sağlamasa, kayıp birer kıymet olmaya devam edecekler…
O himaye ve ilgi ülkemize pek çok değer kazandırıyor.
“Tarikatlar, cemaatlar çocuklardan elini çeksin” demek, “O çocuklar okumasın, eğitim almasın, cahil kalsın” demekle eş-değerdedir.
Sizler de o gruplardaki insanların yaptığını yapın…
Zaten yapanlarınız var, onlar da eğitim hizmetlerini Adana/Aladağ gibi yerlere kadar uzatsın…
Bunu yaparken de, yuva olarak açılmış, okul olarak hizmete sokulmuş yerlerin, bütün olağandışılıklara, her türlü âfete karşı korunabileceği tedbirleri almayı ihmal etmeden…
Teklifim şu: Birbirlerini denetlesinler..
Hatta dini gruplar ile dini olmayan grupların birbirlerini denetleyebilecekleri bir zemin bile oluşturulabilir.
Devletin kollarının uzanamadığı veya uzansa bile yeterince etkili olamadığı yerler ve alanlarda, iki taraftan yine devletin görevlendireceği kişiler veya kurumlar, birbirlerinin hizmetlerini standartlara uygun yerine getirip getirmediğinin denetimini üstlenebilirler…
Yanlış okumadınız: Dini grupların eğitimle ilgili hizmet yerlerini dini olmayan, dini olmayan örgütlerin eğitim alanlarını da dini gruplar pekâlâ denetleyebilir.
Esas olmaması gereken, Adana/Aladağ’da yaşanan türden felâketlerdir.
Felâketlerin meydana gelmesini engelleyecek her türlü tedbiri almak yönetimde bulunanların birincil görevleridir.
Geçmişte dindarların eğitim faaliyetlerinin üzerine giden iktidarlar görmüştük; yanlıştaydılar…
Eğer “Dindarlar bizim oy tabanımız, onların üzerine gidilmesin” deniliyorsa bu dönemde… bu da yanlıştır.
Üzülüyoruz, yüreğimiz yanıyor, içimiz kan ağlıyor…