Fehmi Koru*
Beklentim fazla gecikmeden doğrulandı diye sevinmeli miyim, yoksa gelişmelerden hayır umanlar hayal kırıklığı yaşayacağı için üzülmeli miyim, bilemiyorum.
Son zamanlarda şimdikine benzer karmakarışık ruh hallerini sıkça yaşıyorum.
ABD Başkanı Donald Trump iki ülke arasında varlığını fazlasıyla belli eden görüş farklılıklarını ortadan kaldırmayı amaçlayan bir telefon görüşmesi yaptı Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğanile; o görüşme taraflarca ‘olumlu’ olarak yansıtıldı.
Türkiye görüşme sonrasında ‘‘ABD artık PYD/YPG güçleriyle işbirliğine son verecek’’ bilgisini paylaştı, Beyaz Saray da açıklamasında Türkiye’nin paylaştığı bilgiyi tekzip etmedi.
Vize kısıtlaması da yaşandığı için gelişme özellikle ülkemizde olumlu beklentilere yol açtı.
Dün ise o havayı bozan yeni bir durum ortaya çıktı: Pentagon, ABD’nin Suriye politikasında herhangi bir değişikliğin söz konusu olmadığını, Suriye’de kurulmuş ittifak ilişkilerinin sürdürüleceğini cümle âleme ilân ediverdi.
Beyaz Saray bu açıklamayı da tekzip etmedi.
Şaşırdım mı?
Nasıl şaşırırım, ben de, henüz başkanlıkta bir yılını bile doldurmamışken, Trump’ın tek başına politika belirleme gücünü yitirdiği görüşünü okurlarla yine dün paylaşmıştım.
Yazdığımı bu yeni bilgi eşliğinde okumanızı isterim:
‘‘Trump’ın şu anki durumu Watergate sonrası Richard Nixon’ın durumundan fazla farklı değil çünkü. Beyaz Saray’da henüz birinci yılını doldurmadan, Donald Trump, altındaki koltuk sallanan bir politik figür görüntüsünde. Kendisiyle birlikte Beyaz Saray’a getirdiği çekirdek kadrodan yanında tek kişi kalmadı; kimi kendiliğinden onu terk etti, çoğunun kellesini kamuoyu baskısıyla bizzat Trump aldı. Hükümetinde yer alan bakanların başına buyruk davranışları, Başkan ile ters düşmekten çekinmeyen tavırları dikkat çekiyor. Amerikan medyası Trump’a ‘Gidici’ muamelesi çekiyor. Durum şu: Türkiye ile ABD temel politik hassasiyetler konusunda görüşürken, bir taraf (Türkiye) güçlü ve bu sebeple verdiği söz değer taşıyan bir yetkiliyle temsil ediliyor, diğer taraf (ABD) ise bugünden yarına yönetimde kalacağı kuşkulu zayıf biriyle…’’
Sorun yalnızca Trump ile Pentagon arasında baş gösteren görüş farklılığından ibaret olsa fazla sorun etmeye değmezdi; ancak eş-zamanlı olarak Rıza Sarraf olayında da Ankara’yı zora düşürecek bir gelişme yaşanıyor.
New York’ta jüri seçimi tamamlanmış görünen ve her an başlaması beklenen dava birdenbire ‘Sarraf davası’ olmaktan çıktı, doğrudan Halk Bankası’nı ve Türkiye’den siyasileri hedefe yerleştiren farklı bir zemine oturtuluverdi.
Görünen o ki, Amerikan yargısı, Sarraf’ın anlaşma sonucu sağladığı bilgiler eşliğinde, 12 kişiden oluşan jüriye, sayılarının 200’e yaklaştığı anlaşılan Türkiye’den isimleri gıyaplarında mahkum ettirmeye çalışacak…
Dört koldan sıkıştırılıyor ülkemiz.
Hem de kısa süre önce yine Trump tarafından, BM toplantısı vesilesiyle New York’a gelmiş Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile görüşmesi sonrasında ilân edilen ‘‘İki ülke arasındaki ilişkiler hiç bu kadar yakın olmamıştı’’ tespitine rağmen…
Trump’ın ülkeye başkan olmasını hazmedememiş Amerikan yerleşik düzeni, hoşnutsuzluğunu, onunla iyi geçinmeyi politika haline getirmiş Türkiye üzerinden hesaplaşmaya döndürerek gösterme derdinde.
Kendi başkanlarına ‘çıkış’ yolunu göstermekte acele etmiyor, ancak onun iyi geçinmeye çalıştığı eski müttefiki köşeye sıkıştırarak Trump’ı zora düşürüyor ‘establishment’…
Garip, ama gerçek: Aynı yerleşik düzen unsurları ilk seçildiğinde Barack Obama’yı da fazla benimsememiş, onun İslam Dünyası’na açılma projesini beğenmemiş, Türkiye ile yakınlaşma istemesine de gizliden karşı çıkmıştı.
Obama’yı değiştirene kadar…
Türkiye, şimdi olduğu gibi o zaman da, —malesef— gelişmeleri doğru okuyamamış ve Obama’nın açılımlarından kendisine yararlı politikalar üretebilmeyi becerememişti.
İlk yurtdışı gezisini Türkiye’ye yapan ve onu geniş bir coğrafyanın demokrasi yoksunu ülkelerine ‘örnek’ olarak göstermeyi benimseyen Obama ile kavga gürültü yaşamamız akıl almaz bir tezattı ülkemiz için…
‘‘Gelin, elimizi yumruk halinde olmaktan çıkarıp tokalaşalım’’ diyen Obama ‘‘Bunlar uzlaşılacak insanlar değil’’ noktasına getirileceği ‘İslami’ kılıflı terörle tanıştırılmış, görevinin sonlarına doğru da Türkiye’ye eli sopalı mesajlar verir hale gelmiş, Türkiye ise en yetkili ağızlardan Obama’yı suçlayıcı açıklamalar yapmaya başlamıştı.
Ne olacağı belli: Yine hislerimizle davranacağız.
ABD ile ilişkilerde hiç düşmememiz gereken tuzağa bir kez daha düşeceğiz.
Hislerin değil aklın öne geçmesi gereken bir süreç var karşımızda oysa.
Çok acilen kendimizi anlamsız savunmalara mahkum olmaktan uzaklaştıracak bir zemine taşımamız, demokrasi, insan hakları, hukuk devleti konusundaki eleştirileri boşa çıkartacak tarzda davranmamız şart.
Dünya kamuoyunu arkamıza alacak bir ülke haline dönüşebilirsek, bizi yargılamaya soyunanları o çıplak halleriyle ortada bırakabiliriz.
Aksi halde bizi halı silker gibi dövecekler.
Görelim bunu artık.
*Bu yazı ilk kez fehmikoru.com'da yayımlanmıştır