Fehmi Koru*
Dün, seçim tarihi -14 Mayıs- ile birlikte kendisinin cumhurbaşkanı adayı olduğunu da ilan eden AK Parti lideri Tayyip Erdoğan için Yüksek Seçim Kurulu’ndan (YSK) onay çıkar mı?
Bu soruya CHP sözcülerinden çelişkili cevaplar geliyor.
Genel yaklaşım, YSK üyelerine güvenmemek… 2017 halkoylamasında yasasına aykırı olarak mühürsüz oy pusulalarını sayıma dahil etmişti YSK; son yerel seçimde de aynı zarfa atılan dört oy pusulasından üçünü geçerli, birini ise geçersiz sayarak İstanbul büyükşehir başkanlığı için yapılan seçimi tekrarlatmıştı.
Dün bir CHP sözcüsünün ağzından YSK için ‘şaibeli’ sözcüğünün çıktığını fark ettim.
YSK’ya güvenmeyenler, geçmiş siciline bakıp “Yeniden bir yanlışlığa yol verebilir” görüşünü seslendiriyorlar.
Bir kısım CHP’li ise, son 20 yılda partilerinin seçimlerde sürekli yenilgi tatmasından duydukları garip hislerle, bu defa adaylarını Erdoğan karşısında güçlü gördükleri için olmalı, “Aday olsun ve yenelim” havasında.
Her iki yaklaşımı da siyaseten ve hukuk açısından sakıncalı buluyorum.
Geçmişte YSK’nın tuhaf kararları olmadı değil, oldu. 2017 halkoylamasında, YSK kararıyla sayıma alınan mühürsüz oyların iktidar cephesine yazılması sonucu ülkeye sistem değiştirildi ve o günden bu güne yaşanan tüm olumsuzluklara kapı aralandı. Son yerel seçimde, İstanbul büyükşehir belediye başkanlığı için yapılan seçimi tekrarlama kararı, sonucu değiştirmedi, ama o karar devlete ve millete kim bilir ne kadar maddi yük getirmiştir.
Ancak o yanlış kararları veren YSK’nın üye yapısı zaman içerisinde büyük çapta değişti. En son değişiklik beş üyelik için iki ay önce gerçekleşti.
Eski üyelerin yanlışlığı yeni üyelere mal edilemez. Kaldı ki, verilen yanlış kararlara iştirak etmeyen üyeler de olmuştu.
YSK üyeliği hukuk fakültesini yeni bitirmiş, birkaç yıllık savcı veya hakimlere açık değil; üyeler genellikle mesleklerinin zirvesinde, emeklilik eşiğinde bulunan kıdemli hukukçular.
Üstelik, Tayyip Erdoğan’ın “Ben adayım” demesi ve partinin adaylığını kendilerine bildirmesiyle birlikte YSK’nın önüne gelecek olan konu, yakın geçmişteki yanlış kararlara yol açan konulardan çok farklı.
Anayasa söz konusu bu defa.
İki dönem cumhurbaşkanlığı yapmış birinin üçüncü kez aday olamayacağını bildiriyor anayasa (m. 101).
Halkoylamasına sunulmadan önce anayasada yapılan değişikliklerde sistem baştan ayağa yenilenirken, 101. madde yerli yerinde bırakılmış. O sırada “Bu kısıtlama yeni sisteme göre seçilen cumhurbaşkanına uygulanmaz” anlamına gelen bir cümle maddeye eklenseydi, Erdoğan’ın adaylığına itiraza mahal kalmayacaktı.
Oysa bugünkü haliyle anayasanın o maddesini farklı yoruma tabi tutmak imkanı bulunmuyor.
YSK üyeleri konu bu kadar seçik-seçik olmasına rağmen Erdoğan’ın adaylığının önünü açacak bir karar veremez mi?
Verebilir. Verdikleri takdirde, kararlarını temyiz mercii bulunmadığından, o karar ışığında gidilecek seçime Tayyip Erdoğan Cumhur İttifakı’nın adayı olarak katılabilir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yeniden seçilmesi ve TBMM’deki iktidar yapısının korunması halinde YSK’nın vereceği karar herhalde sorgulanmayacaktır da…
Nitekim 2017 halkoylaması ve son yerel seçim sırasında verdikleri kararlar sorgulanmadı.
Peki ya seçimler farklı bir sonuç verirse? Cumhurbaşkanlığı seçimini muhalefetin adayı kazanır, TBMM’de çoğunluğu iktidar kaybederse?
O zaman ne olabilir?
Herhalde YSK üyelerinin her biri bu soruyu kendilerine soruyorlardır.
Sözün kısası, Tayyip Erdoğan’ın adaylığı konusu öyle “Aday olsun da bu defa onu biz yenelim” gibi bir gerekçeyle önemsizleştirilebilecek basitlikte değildir.
Konunun reel siyaset açısından da üzerinde durulmayı hak eden bir yönü var.
Cumhurbaşkanlığı seçimine giden yolda tanık olunacak yarışta, Cumhur İttifakı adayının Tayyip Erdoğan veya bir başkası olması, önemsiz bir ayrıntı değil, sonucu etkileyebilecek ciddiyette bir konudur.
Önemsiz olduğunu düşünenler yanlışta.
Tayyip Erdoğan 1994 yılından bu yana girdiği bütün seçimleri kazanmış bir politikacı. Arada beklediği sonucu alamadığı 7 Haziran 2015 genel seçimi ile İstanbul’un son büyükşehir belediye başkanlığı seçimleri de var ama, kurala uymayan o iki sonuç genel tabloyu değiştirmez.
Kazana kazana kazanmayı öğrendi Tayyip Erdoğan.
Aday olabilsin yine kazanabilmenin yollarını arayacak belki de bulabilecektir.
Seçimler de sonucu önceden kolayca kestirilemeyen birer muammadır.
İki ay sonra yapılması mukadder olan her iki seçim Türk siyaseti açısından tarihi önemde. Sonucun yalnız sportmence geçen bir yarışla değil, aynı zamanda anayasa ve yasalara uygun bir adil zeminde elde edilmesi gerekir.
Kimsenin itiraz edemeyeceği bir sonuca ancak öyle ulaşılabilir.
Muhalefet 1994’ten beri yapılagelen her seçimde Tayyip Erdoğan ile AK Parti’yi yenebileceği umuduyla yenile yenile bu günlere geldi.
Yeniden yenilebilir de…
Rahmetli Turgut Özal kendisine atfedilen “Anayasa bir defa delinse ne olur” sözünü gerçekten sarf etmiş miydi, bundan çok emin olmasam bile, şimdi yapılan konuya ilişkin tartışmalarda bazı CHP sözcülerinin tavrını, o sözün günümüzde hortlatılması olarak görüyorum.