Fehmi Koru*
New York Times varsa Washington Post da var… Time dergisi varsa Newsweek de… Coca Cola‘ya karşı Pepsi Cola…
ABD’den bütün dünyaya yayılan sistemin temel özelliği rekabetçi oluşudur ve her alanda tek bir markanın egemen olmasına kolay kolay izin verilmez.
Washington Post kurucu aile elinde zora düşüp kapılarını kapatma noktasına gelmek üzereyken Amazon‘un patronu tarafından 2013 yılında satın alındıysa sebebi budur.
Benzer bir durum Time-Newsweek rekabetinde de yaşandı; yılların dergileri dijital teknolojiye ayak uyduramadıkları için zorluğa düştüklerinde birileri şirketleri satın alarak varlıklarını sürdürmeyi sağladı. Newsweek‘in tamamen dijitale dönme kararı (2012 sonu) bile iki yıl sonra (2014 Mart) zarar göze alınarak yeni sahipleri tarafından geriye çevrildi.
Unutmayalım, ABD’de her kent ve kasabada bir -çoğu kez birden fazla- yerel gazete de vardır.
Rekabetsiz bir alan sistemin mantığına aykırıdır.
Soruyu ‘medya düzeni’ açısından soruyorum.
Önemli bir süre bizde de medyada rekabet geçerliydi. Kaşarlanmış gazetelerin karşısına Hürriyet (1948) çıktı, Hürriyet‘in karşısında Sabah, bunların hepsinin karşısında da muhafazakar gazeteler… Kanal-D yanında Show-TV ve Star ve en önemlisi Kanal-7 oluştu, CNN-Türk karşısında Habertürk ve Ülke-TV -TV 24 gibi kanallar…
Dağıtımda da Hürriyet‘in Yay-Sat‘ına karşılık Birleşik Dağıtım (sonradan Turkuaz) şirketi farklı görüşten gazetelerin okura ulaşmasında aracılık yapmaktaydı.
Bugün durum değişti. Ülke sorunlarına farklı açılardan bakan, birbiriyle rekabet halinde bir medya düzeni olduğu söylenemez. Gazetelerin ve televizyon kanallarının yüzde 80’i aynı çatı altında toplansa yeridir. [Böyle bir hazırlık yapıldığı da söyleniyor zaten.]
En son, iki dağıtım şirketi tek çatı altında toplanmaya karar verdi; gelecek haftanın başından itibaren gazeteleri dağıtan tek bir şirket olacak ülkemizde.
Rekabetin var olduğu ortam, özellikle medya alanında, hem çalışanlara hem de kuruluşlara az da olsa nefes alma imkanı sağlıyordu. Dayatmalara biraz olsun direnme imkanı… Dağıtım tek elden yürütüldüğünde bu imkandan söz etmek güçleşecek.
Bir gazete (Karar), geçen hafta, kendisine yönelik reklam ambargosu bulunduğundan, reklam vermek isteyenlere baskı uygulandığından şikayet etmekteydi. Dağıtımda rekabetin ortadan kalkması en fazla herhangi bir gruba mensup olmayan gazeteleri zorlayacaktır.
Medya düzenimizde durum bu iken, en büyük medya grubunun yöneticisi, bir süredir, grup gazetelerinin birindeki (Milliyet) köşesinde, bu alanda kendilerini zora koşan bir sorun yaşandığından ve o sorunu çözmek için bir araya gelme gereğinden söz ediyor.
Son yazısının girişi şuydu:
“Dijital veya sosyal medyanın sorumsuzluğu ya da bütçe yetersizlikleri yüzünden geleneksel medya en pahalı içerikleri üretse de zarar ediyor… (…) Bir gazetenin birinci sayfası gece yarısında web’lerde görülüyorsa… Ve yazarların yazıları okunabiliyorsa… Sabahları erkenden canlı yayınlarla tüm televizyonlarda gazetelerin tüm sayfaları gösteriliyorsa… Radyolarda anlatılıyorsa… Kim gidip bayiden gazete alıp okur?”
Ne demek istediğini anlamak için girişin son cümlesine bakmak gerekiyor; “Kim gidip bayiden gazete alıp okur?” sorusuna…
Gazeteler giderek daha az sayıda satılıyor, insanlar gazeteleri bayiden almak yerine haberleri farklı mecralardan izlemeyi yeğliyor. Dünyanın hiçbir ülkesinde olmadığı kadar çok sayıda haber televizyonumuz, radyomuz var ve bunlar 24 saat yayın yaparak gelişen olayları ânında haberleştiriyorlar. İnternet siteleri habere hızlı erişim konusunda çoğu zaman TV kanallarıyla rekabet edebiliyor.
Böyle olunca gazeteler haber vermede yaya kalıyor.
Medya düzeninde söz sahibi olanların konuya böyle yaklaştıkları anlaşılıyor.
Yazarlarının gazetelerin internet sitelerinde okunmaz oluşunu da haber sitelerinin onlara yer vermesine bağlıyorlar.
O zaman gelsin yasaklamalar…
Çare olarak düşündükleri şu: Bir araya gelecek, haberlerinin ve köşe yazılarının internet siteleri tarafından -TV kanalları ve radyolarda da- kullanılmasını yasaklayacaklar.
Gece yarısı kendi internet sitelerine koydukları köşe yazılarını geç sayılabilecek bir saate kaydırarak bu yolda ilk adımı attılar da.
Peki bunlar çare mi?
Farklı ülkelerde yaşanan dünya deneyimi Türkiye’nin en büyük medya grubunun başındaki kişinin düşüncesinin çare olmadığına işaret ediyor. Yasakçı yaklaşımla konuyu ele alanlar bu gerçeği yaşayarak öğrendiler.
Medya için günümüz şartlarında ayakta kalabilmek için tek çare var: Gazetecilik yapmak…
Herhangi bir gün yazdığı yazıyı sonraki günlerde başka ifadelerle tekrarlayıp duran yazar kitlesiyle okuru birbirine benzeyen gazetelerden birini satın almaya sevk edebilmek mümkün görünmüyor.
Köşe yazılarını geç vakit internet sitelerine koymak yazarlarını daha okunur kılmamış, tam tersine okunurluklarını azaltmıştır. İnternet siteleri o yazıları iktibas ederek yazarlara okur kazandırıyorlar çünkü.
Gazete yazarını gizli reklam aracı olarak kullanabilen bir medya anlayışının var olduğunun anlaşılması, o uygulamayı yapan gazetelerden kaçışı daha da hızlandıracaktır.
Çıkışı gerçek gazeteciliğe dönüşte aramayan her yaklaşım hüsranla sonuçlanmaya mahkum.
Tekleşen medya düzeninde söz sahibi olanların saflarını daha da sıklaştırma yolunda yeni adımlar atmaya hazırlandıkları yukarıda son yazısından bir bölümü alıntıladığım yöneticinin belli ettiği niyetten anlaşılıyor.
Atsınlar o adımı, ne olacağını hep birlikte görelim bakalım.
*Bu yazı fehmikoru.com'dan alınmıştır.