Fehmi Koru*
Osman Kavala’nın 1879 gündür hapiste olduğunu bir internet haber sitesi günleri saydığı için biliyorum. Selahattin Demirtaş da hapiste ve herhalde onun içeride geçirdiği günler de Kavala’ya yakındır.
Cezaevlerinde bir gün bile kalmaması gerektiği halde orada ikamete mecbur edilen tanıdığım başkaları da var.
NATO üye sayısını artırmak istiyor, bu ancak mevcut üyelerin bütünü onay verirse gerçekleşebiliyor ve Türkiye bir aday ülkenin üyeliğine bir gazetenin yayın yönetmeniyken o ülkeye sığınmış bir Türk’ün iadesini sağlamadığı için karşı çıkıyor. Gönderilirse cezaevine tıkılacak diye kendisine sığınmış gazeteciyi göndermeye yanaşmıyor İsveç.
Herbiri 90’lı yaşlara yaklaşmış bazı asker kişiler var cezaevlerinde, çoğu ileri yaşlarda ve çeşitli hastalıklarla malul; buna rağmen içeride tutulmaya devam ediliyorlar.
İçlerinden biri, 85 yaşındaki Vural Avar, önceki gün cezaevinde hayatını kaybetti. Başka sağlık sorunlarıyla birlikte üstelik demans hastasıymış da; en yakınlarını bile tanıyamaz haldeymiş. Birkaç kez bozulan sağlığı ileri sürülerek infazın durdurulması için başvuruda bulunulmuş; sağlık raporu için önüne götürüldüğü hastanenin herbirinin isimleri önünde koskoca unvanlar da bulunan hekim üyeleri, cezaevinde kalmaya devamının hayati tehlike arz etmeyeceğini raporlaştırmışlar.
En son rapor bir ay öncenin tarihini taşıyor: 22 Kasım 2022 tarihinin…
Vural Avar cezaevinde öldü.
Hukuk sistemleri suçun niteliğine göre cezalar verir. Ülkeler uygarlık ölçülerine göre cezaları uygulamaktalar. Pek çok ülke -bu arada Türkiye de- anlaşılabilir sebeplerle idam cezasını hukuk sistemlerinden çıkartmış bulunuyor. Yine pek çok ülke -Türkiye bunlar arasında bulunmuyor- fikir suçu kapsamına girecek suçlar için hapis cezasını öngörmüyor. Kavala, Demirtaş gibilere atfedilen suçların ‘fikir suçu’ kapsamı dışında görülmesini ittifak içerisinde bulunduğumuz başka ülkeler anlamakta zorlanıyorlar.
İsveç de PKK’lıyı teslimde zorlanmadığı halde ‘gazeteci’ kimlikli Türk ilticacının iadesine bu sebeple yanaşmıyor.
Hasta ve yaşı ileri olanların da, başkalarına zarar verebilecek bir durumları yoksa, cezaevlerinde ikamet yerine ev hapsinde tutulmaları günümüzde yaygın bir uygulama.
Cezaevinde hayatını kaybeden Vural Avar 28 Şubat davasında yargılanmış ve mahkumiyet almış. Korgeneral rütbesi sökülüp er haline getirilmiş. Cezası devlete veya demokrasiye karşı işlenmiş bir suçla ilgili. Onunla benzer durumda olan birkaç eski asker sağlık sorunları bulunduğu gerekçesiyle cezaevinden çıkarılmıştı. Onun içeride tutulmasının yanlışlığı ölümüyle ortaya çıkmış oldu.
Konunun bugünlerde hatırlanması için özel bir durum da var.
İstanbul’un seçimle işbaşına gelmiş büyükşehir belediye başkanı Ekrem İmamoğlu da, bir mahkeme tarafından, 2 yıl, 7 ay, 15 gün hapis cezasına çarptırıldı. Suçu bir konuşmasında muhatabı için ‘ahmak’ sözcüğünü kullanmak. İçişleri bakanlığının kendisi hakkında yeni bir yargı süreci başlatmak ve sonunda bir ek hapis cezası kotarmak için kapsamlı bir raporu yargıya intikal ettirdiği de şu günlerde duyuruldu.
Geçmişte, 28 Şubat günlerinde, İstanbul’un o zamanki büyükşehir belediye başkanı Tayyip Erdoğan da, bir konuşması sırasında okuduğu şiir sakıncalı bulunduğu için yargılanmış ve hapis cezasına çarptırılmıştı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan geçmişte cezaevinde konuk edilmiş bir kişi…
Onun devletin başında bulunduğu günümüzde Kavala, Demirtaş ve benzerlerinin cezaevlerine tıkılmaları, İmamoğlu’nun da onların yanına gönderilmek istenmesi, yaşı ileride ve sağlık sorunu bulunan insanların evlerine çıkarılmak yerine hastane raporlarıyla cezaevlerinde tutulmaları bana tuhaf -hatta akıl almaz- bir durum geliyor.
Anlamakta zorlanmamın bir başka sebebi daha var.
Erdoğan’ın kendisi ve lideri bulunduğu AK Parti içeride ve dışarıda Osmanlı dönemine hayranlıklarıyla biliniyor. Öyle biliniyor, çünkü hem Erdoğan hem de iktidarın başka sözcüleri, her fırsatta Osmanlı dönemine ve saltanatı 33 yıl sürmüş Sultan 2. Abdülhamid’e övücü sözlerle yaklaşıyorlar.
Siyasi kimlikli kişilerin, dönemin yazar ve gazetecilerinin başlarına Osmanlı döneminde kötü şeylerin gelebildiği biliniyor. O dönemin vakaları arasında siyasi suikastlar, cinayetler sayılabiliyor. Ancak, sıra, yargı yoluyla cezalandırmaya geldiğinde, bugün ile o dönem arasında önemli bir farklılık bulunuyor.
Osmanlı, son dönemlerinde, eli kalem tutan, siyasi kimlikli kişileri cezaevlerine tıkmak yerine menfaya -sürgüne- göndermeyi yeğlemekteydi.
İktidarın hep hayırla yad ettiği Sultan 2. Abdülhamid, muhaliflerini başkentten uzaklaştırmayı yeterli bulmaktaydı. Yurtdışına çıkan bazı muhaliflerinin cebine yol harçlığı koyduğu, orada zora düştüklerinde nakdi yardımda bulunduğu da kayıtlarda yer alıyor.
Muhalif siyasilere örnek, valilikler yapmış ve birkaç kez de sadaret makamında -başbakanlıkta- bulunmuş Mithat Paşa.
İslam Ansiklopedisi’nin kendisiyle ilgili maddesinden kısa bir bölümü aktarayım:
“30 Ocak 1877 tarihinde, konumuna uygun olmayan tarzda sert ve ağır bir dille kaleme alınmış ve muhtevası basına sızdırılmış olan tezkiresini saraya sunduktan sonra konağına çekilen ve padişahın davetlerini cevapsız bırakan Midhat Paşa, sadâretinin kırk dokuzuncu günü olan 5 Şubat 1877’de azledilerek yurt dışına sürgüne gönderildi. Ağustos 1878’e kadar devam eden sürgün dönemini İtalya, İspanya, Fransa, Avusturya ve İngiltere’de geçirdi.”
Neymiş?
Mithat Paşa siyasi kişiliğe örnek. Yazar ve fikir erbabı olarak Namık Kemal örneği de var.
Vatan Yahut Silistre adlı tiyatro eserinin halktan ve dönemin basınından gördüğü büyük ilgiden rahatsız olan Sultan Abdülaziz’in eserin yazarı Namık Kemal ve arkadaşlarına muamelesiyle ilgili bölümü yine İslam Ansiklopedisi’nden aktarayım:
“Ertesi gün Nâmık Kemal ve gazetenin yazar kadrosunun ileri gelenlerinden Ebüzziyâ Tevfik, Nûri, Bereketzâde İsmâil Hakkı ile Ahmed Midhat tiyatroda bulundukları sırada bir bir tevkif edilip hapishaneye gönderildi (6 Nisan 1873) ve mahkemeye dahi çıkarılmaksızın, Sultan Abdülaziz’in hepsini muzır neşriyat ve harekette bulunmakla suçlayan 9 Nisan 1873 tarihli fermanıyla aynı gün gemiyle kalebent olarak gönderildikleri sürgün yerlerine gitmek üzere yola çıkarıldı.”
Bu iki örnekten ne anlıyoruz? Abdülaziz (1830-1876) ve Abdülhamid (1842-1918) zamanlarında muhalif siyasiler ve yazarların yurtiçi sürgüne gönderildiklerini veya yurtdışına çıkmalarına izin verildiğini değil mi?
Muhalif yazarların iç sürgüne gönderilmesi uygulaması Cumhuriyet’in ilk dönemlerinde de bir süre daha devam etti.
Artık o dönemler geride kaldı, siyasi kimlikli şahsiyetler ve fikir sahipleri kendilerini baskı altında hissetmez, hapse düşme tehlikesine maruz bırakılmaz, keyfilik asla söz konusu olmaz diye düşünürken…
En iyisi yazıyı burada keseyim.
ΩΩΩΩ
(*): Bizde de ‘Alacakaranlık Kuşağı’ adıyla gösterilmiş, 1959 yılında yayını başlayıp beş dönem sürmüş olan Amerikan televizyon dizisi ‘Twilight Zone’ olağanüstü olaylar üzerinden sistem eleştirisi de yapmaktaydı. Gösterildiği dönemden bugüne zihinlerde izler bırakmıştır.
*Bu yazı fehmikoru.com adresinden aynen alınmıştır.