Fehmi Koru*
Önce birkaç işadamı tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılınca “Parası olan kurtuluyor” diyenler çıktı; şimdi de önemli isimlerin yakını olanlardan iki kişi yine tutuksuz yargılanacak, bu defa “Damatlar kayırılıyor” deniliyor…
“Şuyuu vukuundan beter” demiş eskiler, gerçekten öyle; böyle bir söylentinin yaygınlaşması olayın kendisinden daha kötü.
Adalet ve siyaset kurumlarının saygınlık ve itibarına bundan daha büyük bir darbe tasavvur edilemez.
Diğerlerinden önce bu iki kurumun –adalet ile siyasetin– üzerinde devletin yükseldiğini unutmayalım.
Bu söylentiyi yayanlar bile, tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılanlara gönül koyarken, geride kalanlar namına bunu yaptıklarını ifade ediyorlar.
Dedikleri “Onlara bu kolaylığı sağlayanlar, bunu neden benzer durumda olan başkalarından esirgiyorlar?” cümlesiyle açıklığa kavuşturulabilir.
Türkiye, bakanlığın sürekli yenilediği rakamlara bakılırsa, son zamanlarda cezaevi nüfusunun rekor sayıda arttığı bir ülke. Bunun sebebi belli: 15 Temmuz 2016 gecesi girişilen hain darbe sonrasında devlet kendini korumaya aldı ve o yanlışlıkla ilgisi ve ilintisi olan kişilerle hesaplaşıyor.
FETÖ ya da PDY kısaltmalarıyla anılan örgütlenme yapısı içerisinde yer alanlar için konulmuş ölçüler var ve bu ölçülere uyan kişiler aleyhine davalar açılıyor. Bu arada, yine aynı yapıyla yolları kesiştiğine inanılan her kesimden devlet görevlisinin memuriyetine de son veriliyor.
Bazı işadamları ve gazeteciler de bu mücadelede ters köşeye düşmüş görünüyor.
Hain darbenin psikozu toplumsal hafızada o kadar güçlü ki, OHAL kapsamı içerisinde bilinen hukuk normları işlemediği için, sert ve keskin biçimde sürdürülen uygulamalara fazla itiraz eden çıkamıyor.
“Parası olan kurtuluyor” veya “Damatlar kayırılıyor” tarzı itirazların temelinde bu gerçek yatıyor.
Adalet kurumuna gerçekten ‘para’ ve ‘iltimas’ girmiş midir?
Bu soruyu kendi kendime sorarken bile tüylerimin diken diken olduğunu hissediyorum.
Elbette ben de, gazetelere haber konusu olan, “Listede sizin de isminiz var, yakında kapınıza gelinecek, bizi görün, kötü âkıbetten sizi kurtaralım” tarzında bir çabanın sektöre dönüştüğünün farkındayım.
Telefonla yapılan ve profesörleri bile kapana kıstıran dolandırıcılığın yeni biçimi…
İyi de bu bir dolandırıcılık, bunu yapanların adalet kurumuyla, ya da güvenlik görevlileriyle bir ilgisi yok.
Ancak, ‘para’ ve ‘iltimas’ iddiası doğrudan devletin temel kurumlarına yönelik ithamlar. Böyle bir uygulamanın varlığının düşünülebilmesi dahi ülkenin temeline dinamit koymakla eşdeğerdedir.
Hukuk ve adalet üzerine oturur devlet; “Adalet mülkün (devletin) temelidir” sözü işte bunu anlatmak için söylenmiştir.
Yakında bir yılını geride bırakacağız 15 Temmuz uğursuz darbe girişiminin; o geceyi ülkemize yaşatanların yargılanması başladı, adalet mekanizması onlar için çalışıyor.
Çalışmalı da.
O gece 250 kişi hayatını kaybetti, binlerce kişi yaralandı; şehitlerle gazilerin hesabı sorulmalı.
Adalet ve hukuk ne diyorsa.. onun gereği yerine getirilmeli.
Daha doğrusu adalet ve hukuktan sapılmamalı.
Hukukun en temel ilkelerinden biri, tutukluluk halinin cezaya dönüşmemesidir. Bunun için, her hukuk sisteminde, gözaltı süreleri ve tutukluluk haliyle ilgili kurallar sanık/şüpheli lehine hazırlanmıştır.
‘Suçlu’ olduğuna dair hakkında kesin bir kuşku bulunsa bile, mahkeme karar verene kadar, herkese ‘suçsuz’ gözüyle bakılması bu kuralların başında geliyor. Gözaltı süreleri mümkün olduğu kadar kısa tutuluyor ve şüphelilerin fazla bekletilmeden hakim önüne çıkartılması esası kabul ediliyor. Kaçacağından kuşku duyulmayan, sabit bir işi ve adresi bulunan, delilleri karartma ihtimali olmayan şüphelilerin de tutuksuz yargılanması isteniyor.
Temel hukuk kuralları bunlar.
Para ile veya iltimas edilerek serbest bırakıldıkları söylenen kişilere yapılan muamele, aslında, bu genel kuralların gereği…
Esas sorun, geride kalanlardan aynı ölçülere uyan başkalarına o kuralların neden uygulanmadığı…
Bir yıla yakın süredir cezaevlerinde olan, yargılanması başlamamış, hatta iddianamesi bile hazırlanmamış kişiler var.
Sayılarının 160 olduğu söylenen gazetecilerin çoğunun durumu bu. İşadamları.. akademisyenler.. sivil toplum temsilcileri..
Adresleri belli, kaçacak olsa diğer kaçaklar gibi izini kaybettirebilecekken tutuklanmayı göze almış, delilleri karartmaları söz konusu olmayacak kişiler…
Onların da hukukun cezai takibata uğrayanlara sağladığı kolaylıklardan yararlandırılmaları gerekmez mi?
Yargılansınlar, ama adalet duygusu zedelenmeden yargılansınlar… OHAL’in o duyguyu zedelemesine de fırsat verilmemeli.
İçeri alınırlarken, ne oldukları, kime yakın bulundukları düşünülmemiş, eşit muameleye tabi tutulmuşlardı; salınırken de aynı eşitliğin gösterilmesi beklenir.
Hukuk ve adalet kuralları içerisinde.
Kimseye “Bu ülkede parası olana veya ahbap-çavuş ilişkisi içerisinde bulunanlara farklı muamele yapılıyor” dedirtmeyecek biçimde.
Türkiye’yi rahatlatacak her şey içte ve dışta siyasetin önünü açar.