Fehmi Koru*
Kendimi tutamayıp ”Yok devenin başı” demişim…
Gecenin bir vakti. Etrafımıza tam bir sükûnet hâkim. Kimin nereden aklına geldiyse televizyon açıldı. Önce bir yerde ‘demokrasi nöbeti’ tutan genç-yaşlı insanlar takıldı gözümüze; herkes gecenin o saatinde aile konforunu bozup nöbete koşanlara övgüler yağdırdı. İşte tam o sırada platforma Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın çıktığını gördük.
”Daha önce mi çekilmiş?” dememize kalmadan gecenin o vaktinde Kısıklı’ya, evinin önüne kadar gelerek demokrasiye bağlılıklarını dünya âleme göstermiş kalabalığa teşekkür etti Cumhurbaşkanı. Etraftan,”Şimdiymiş, canlı” sesleri duyuldu.
Cumhurbaşkanı, konuşmasında, ”Toptan inlerine girilecek. Çarşamba günü Milli Güvenlik Kurulu’nu toplayacağız, ardından Bakanlar Kurulu’nu… Anayasaya uygun ‘çok güzel’ bir düzenlemeye gidilecek” der demez, bizim kalabalıktan derhal tahminler yükselmeye başladı.
Sıkıyönetim… Olağanüstü hal… Anayasa Nizamını Koruma Kanunu…
Biri ileriden ”Takrir-i Sükûn Kanunu” diyene kadar sabırla dinlemişim de, o tahmini duyunca en başa yazdığım tepki ağzımdan çıkıvermiş ve ”Yok devenin başı” demişim…
Her ülke için kötüdür darbeler.
Darbe yapılır… Veya darbe girişiminde bulunulur ve girişim akim kalırsa…
Ülkenin dengeleri her iki durumda da bozulur.
Bu işin uzmanları, ”En zor dönem, darbeye maruz kalmış ülkeler için, hemen sonrasıdır” tespitinde bulunuyorlar.
Darbeciler ve darbeseverler, giriştikleri menfur eylemle, birkaç onyıl geri bıraktıracak bir maceraya sürüklediler ülkemizi; buna hiç kuşku yok. 1960’dan başlayarak 2007 yılındaki e-muhtıraya kadar geçen sürede, siyasi hayata yapılan her askeri müdahale, Türkiye’ye çok değerli vakit kaybettirdi; ‘e-muhtıra’ya direniş ise güzel ve yeni bir döneme kapıları araladı.
Hep ileriyi kollar ve demokrasiyi pekiştirme umutları taşırken şu halimize bakın; döndük dolaştık yine Takrir-i Sükûnu tartışıyoruz…
Takrir-i Sükûn Kanunu, 1920’lerin şartlarında, isyanlar sonrasında, Türkiye Cumhuriyeti’ni o dönemin ‘iç tehditleri’ne karşı korumak için, 4 Mart 1925 tarihinde çıkartılmıştı ve ardından İstiklâl Mahkemeleri uygulaması gelmişti. Daha sonra ise, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kapısına kilit vurulmasını getirdi o kanun.
”Yahu” dedim, ”Cumhurbaşkanı ‘anayasaya uygun ve güzel’ sıfatlarını kullanmadı mı MGK ve Bakanlar Kurulu gündemine sunulacak düzenleme için? 1925’e dönmenin neresi güzel?”
Çok bilenlerden olduğunu ispatlamak için olmalı, biri, ”O zaman Anayasa Nizamını Koruma Kanunu benzeri bir düzenleme olmasın?” demesin mi?
Yakın geçmişte, ne zaman bir ‘irtica’ gürültüsü kopsa, o sırada iktidarda bulunan partinin akl-ı evvellerinin gündemine hemen bir ‘âcil tedbirler paketi’ gelir… ”Onu yapalım, bunu yapalım” teklifleri basında tartışılmaya başlayınca, ben de, hemen ”Ne yani, yoksa Takrir-i Sükûn’u mu, Anayasa Nizamını Koruma’yı hortlatacaksınız”ithamını tekrarlarım.
Hiç şaşmadı bugüne kadar bu rutin.
Benim çıkışlarımın en büyük destekçileri de şimdilerde AK Parti saflarında bulunan siyasiler olurdu.
O yüzden Cumhuriyet tarihimizin iki ‘hukuk şaheseri’ hakkında bayağı bilgiliyim. Gecenin bir yarısında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ağzından çıkan ve ‘köklü tedbirler’ beklentisine yol açan cümlelerden sonra yapılan yorumlara açıklama getirebilecek durumdayım.
Anayasa Nizamını Koruma Kanunu 27 Mayıs (1960) darbesi sonrasında gündeme gelmişti. Darbecilerden oluşan ‘Milli Birlik Komitesi’nin daha kolay kararlar almasını ve kurdurdukları hükümetin başı fazla ağrımadan icraat yapmasını sağlamak için çıkarılmış bir kanundu. İcraatları eleştirmeyi, askerlerin devirdiği DP’yi övmeyi yasaklıyor, bu yoldaki yayınlara ağır cezalar öngörüyordu.
İşin garip yönü, 1925’te Takrir-i Sükûn Kanunu’nu, 1962’de ise Anayasa Nizamını Koruma Kanunu’nu çıkaran hükümetlerin başında aynı kişi vardı: İsmet İnönü…
Ben bunları biraz daha ayrıntılı anlatınca, bir kısmını tanımadığım kalabalıktan kişiler sustular.
Galiba ”İsmet İnönü’nün bulduğu ve uygulamaya koyduğu tedbirlere Tayyip Erdoğan’ın iltifat etmeyeceğini düşündükleri için…”
Oysa, ‘demokrasi’ sözcüğünün ağızlardan düşmediği, insanların ‘demokrasi nöbeti’ tutmaya çağrıldığı bir ortamda…
Eline böylesine güzel bir fırsat geçmişken…
Tayyip Erdoğan çapında bir siyaset adamının…
Bunu, hep şikâyet edegeldikleri ‘eksikli demokrasimiz’in eksik ve gediklerini kapatmak için kullanacağını düşünüyorum.
Neyse.
Ertesi (dün) gece, ”Bakalım uzmanlar ne diyor, paket konusunda tahminleri ne?” diye önüne oturulan ekranda görüş açıklayanların ağzından da aynı türden tedbirler döküldü.
”Sıkıyönetim…”
Ardından, ”Yok, Olağanüstü hal…”
İtiraz geldi: ”Hayır canım, daha ağır bir şey olmalı; hem Cumhurbaşkanı ‘anayasa’ kelimesini kullandığına göre ‘Anayasa Nizamını Koruma’ türü bir yasa meselâ?”
En sonunda uzmanlardan biri ”Takrir-i Sükûn gibi” de dedi.
Dördü ‘hukukçu’ olan TV tartışmacılarının bunları mitralyoz gibi sıraladığı programda, yüzünü de asarak,”Bu teklif ettiğiniz tedbirler güzel bir şey mi?” sorusunu yöneltip Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ‘güzel bir düzenleme’ dediğini hatırlatan kişi, siyaset bilimci İbrahim Uslu oldu.
”Bunların hiçbiri AK Parti’nin bugüne kadar savunageldiği çizgiye uygun değil” de dedi ANAR’ın yöneticisi…
Geçmişte, 1925 ve 1962 de dahil, var olan soruna keskin çare arayan hükümetler önce sert kanunlar çıkardılar, ardından o kanunlardan yararlanarak kişiler ve kurumlarda geniş tasfiyelere gittiler.
Şimdi, darbe girişimi sonrasında, devletin bütün kademeleri ve hassas kurumlarında tarihin en geniş tasfiyesi daha yasa çıkmadan yaşanıyor.
Orduda… Yargıda… Diyanet’te… Üniversitelerde… Eğitimde… Emniyet’te ve MİT’te… Bürokrasinin her alanında…
Demek ki, yürürlükteki mevzuat o tür yasalara ihtiyaç duyulmayacak kadar yapılanlara müsait…
Bizim kampta kafalar çok karışık.
Kalkarken, o zamana kadar ağzını hiç açmayan biri, ”Allah bizi böylesine çaresizliğe sürükleyenleri halden hale soksun; yöneticilerimize zihin açıklığı versin, geçmişte şiddetle karşı çıktıkları türden yanlış tedbirlere başvurma yoluna gitmesinler” diye dua etti.
Duası tutacak mı bakalım…