Fehmi Koru: Brunson'ı bizden biri yapmak elimizdeydi

Fehmi Koru: Brunson'ı bizden biri yapmak elimizdeydi

Fehmi Koru*

Galiba ‘Cemal Kaşıkçı olayı’ ile ilgili yazılarıma bir günlüğüne ara vermem gerekiyor.

Andrew Craig Brunson, kısa adıyla ‘papaz’, dünkü duruşması sonucunda serbest kaldı ve ülkemizi terk etti.

Bugün için bu Kaşıkçı‘dan daha önemli bir olay.

Olayın önemi, önemsiz bir olayı ülkemiz için gereksiz yere önemli hale getirmemizden kaynaklanıyor. Devlet, aramızda böyle birinin yaşadığından ve amacının kilisesine yeni inançlılar kazanmak olduğundan, Brunson‘un altı ayda bir yenilemek zorunda olduğu ikamet belgesini yenilemek için başvurmasıyla öğrenmişti.

Brunson 20 küsur senelik misyonerlik hayatında Türkiye’den kilisesine yalnızca 20 kadar kişi kazandırabilmiş… Onların yarıya yakını konu mahkemeye intikal edince ‘gizli-açık’ tanıklar haline dönüştü.

Türkiye’nin misyonerlik tarihi

Türkiye Hıristiyan misyonerler için verimli olabilecek bir ülke değil. Bu ülkenin insanları, doğru dürüst eğitim almamış olanları da dahil, Hıristiyanlığın ‘üçlü tanrı’ inancını benimsemiyor.

Amerikalı papaz Brunson bunu yaşayarak öğrendi.

Kendisinden yaklaşık 350 sene önce, yine aynı amaçla İzmir’e gelmiş olan Christoph Wilhelm Lüdeke‘nin Danimarka Kralı VII. Christian‘a sunduğu ayrıntılı raporu okusaydı, eminim, buralara kadar gelmeye hiç zahmet etmezdi.

[10 seneyi bulan İzmir’deki misyonerlik döneminde Lüdeke’nin yaşadıklarını anlatan rapor tarzında yazılmış kitap ‘Türklerde Din ve Devlet Yönetimi: İzmir, İstanbul 1759-1768’ adıyla (Kitap Yayınları) Türkçe’ye de çevrildi.]

 Türkler üzerindeki misyonerlik çalışmasının sonuç aldırmayacağını erken fark eden Lüdeke, “Türkçe öğrenmekten kısa süre sonra vazgeçtim, çünkü bana bir yararı olmayacaktı”itirafında bulunuyor (s. 36).

‘Evanjelik’ eğiliminde bir papazmış Brunson, onun inancının ise Türkiye’de hiçbir şansı olamazdı zaten. Biz o tür inançlara müsait olmayan bir milletiz.

Rhonda Sluis, misyonerliği terk eden Amerikalı..

Rhonda Vänder Sluis de, tıpkı Andrew Craig Brunson gibi, ülkemiz insanlarını Hıristiyan etme amacıyla 1990’lı yıllarda ABD’den gönderilmiş bir misyonerdi. Daha önce aynı amaca hizmet ettiği Haiti ve Pakistan’dan sonra Türkiye’ye gelince, burada zaten var olan bir misyoner teşkilatının hizmetine girmişti.

Türkleri tanısın, Türkçe öğrensin diye İstanbul’da bir ailenin yanına aynı teşkilat kendisini yerleştirdi.

O da ‘Evanjelik’ bir misyonerdi.

Ülkemizde geçirdiği 4 yılın sonunda, Rhonda Hanım, tek bir kişiyi Hıristiyan yapamadığı gibi, evlerinde kaldığı Türk aileden ve onların müslümanca yaşayışlarından öylesine etkilendi ki, misyonerliği terk etti.

“Seni öldürmeye gelen…”

Sezai Karakoç‘un “Müslüman, İslam’ı öyle canlı ve diri yaşa ki, seni öldürmeye gelen sende dirilsin” diye bir sözü var; onu akla düşürüyor Rhonda Sluis‘in yaşadıklarına dair yazdıkları…

Hıristiyanlık adına övünebileceği ne varsa, onların çok daha fazlasının evlerinde kaldığı müslüman ailenin bireyleri tarafından yaşandığını görmek çok şaşırtmış onu. İstanbul/Taksim civarında yaşayan Antalyalı Mustafa Amca, eşi Gülsüm Teyze ve çocuklarının hal ve tavırlarından olağanüstü etkilenmiş Rhonda Sluis. ‘Tales From Expat Harem’ adlı kitap içerisinde yer verilen yazısında “Hiç öyle kaybolmuş biri gibi görünmüyorlardı” diyor o ailenin bireyleri için…

Şunları yazan da o:

“Çok iyi niyetlerle Türkiye’ye gelmiştim, zaten idealist bir iyi insandım. İnsanları dini inançlarını terk etmeye zorlamak benim stratejim değildi; kişi olarak iyi örnek olmakla ve Tanrı’nın insanları değiştirme gücüyle bunun gerçekleşebileceğine inanıyordum. Yaşadığım ülkenin insanları olan Müslüman dostlarımın kişi olarak daha iyi örnekler olmasını hiç beklemiyordum. Daha iyi olma yolunda değişecek insanın ben olacağımı hiç tahmin etmemiştim. Misyoner olarak başarısız oldum.”

Misyonerler Türkiye’de başarısız olmaya mahkumlar.

Bu ülkede 2000 yıldır kiliseler var. Hıristiyanlık ‘misyoner’ bir din olduğu ve farklı inançtan insanları kendi safına çekmeyi amaçladığı için misyonerlerin varlığı da ülkemizde hiç eksilmemiştir.

Lüdeke 1750’lerde, Brunson 2000’lerde “Belki burada olabilir” diye İzmir’e gönderilmişler ve ikisi de hayal kırıklığı yaşamış durumdalar. [Bu iki örnekle ilgili önceki yazım için.]

‘Misyoner’ dediğin yeni birini dinine kazandırmak için herkesle görüşecek, onları ikna edebilmek için her yolu deneyecek, nabızlarına göre şerbet vermekten çekinmeyecektir.

Gönderilen özel uçakla Beyaz Saray’a doğru yola çıkan Brunson da herhalde öyle davranmıştır.

‘Casusluk’? Şu sırada ülkemizde o kadar çok sayıda ‘profesyonel casus’ fink atıyor ki, dikkatleri onların üzerinde yoğunlaştırmak çok daha verimli sonuçlar doğurabilir…

Öyle yapacak yerde, Lüdeke ve Sluis gibi sonunda kendiliğinden pes edebilecek birini, Brunson‘u, ‘Evanjelik Kilisesi’ adına kahramanlaştırdık.

Dünyaya hala Haçlı zihniyetiyle ‘bizden olanlar ve düşmanlar’ gözüyle bakan, en kalabalık gruba ABD’de sahip ‘Evanjelik Kilisesi’ni, hiç gereği yokken topluca Türkiye düşmanı haline dönüştürmeyi de başardık.

Ne kadar yazık.

*Bu yazı fehmikoru.com'dan alınmıştır.