*Fehmi Koru
Dünyada -hatta Türkiye’de de- ele alınmayı bekleyen konu mu yok? Çook. ABD’de, Avrupa’da, Ortadoğu’da, Orta Asya’da meydana gelen her gelişme ya doğrudan ya da dolaylı olarak ülkemizi ilgilendiriyor. Hatta Yeni Zelanda’da bile… Dünyanın değişik yerlerinde meydana gelen ve ilgi göstermemi bekleyen konu çok da Türkiye’de de “Hiç durma beni yaz” diye dikkatimi çekmeye çalışan konu sayısı da az değil…
Ancak seçime birkaç gün kalmışken başka bir konuyu gündeme taşımam herhalde beklenmemeli.
Pazar günü yapılacak seçimi yerel olmaktan çıkarıp ‘beka sorunu’ ile irtibatlayan ve böylece onu son dönemlerin ‘en kritik seçimi’ haline getiren ben değilim.
Bana sorsalardı, sonuçta insanların yaşadıkları çevreyi -muhtarlar dolayısıyla mahallelerini, belediye başkan ve üyelikleri sebebiyle ilçe veya illerini- kimin yöneteceğini belirleyecekleri bir seçimde kampanya düzenlemek için geçerli bir sebep görmediğimi parti yöneticilerine söylerdim.
Sonuçta partiler her seçim bölgesinde o bölgede yaşayan insanların yakından-uzaktan tanıdıkları adaylarla ortaya çıkar, seçmen de hangi aday/lar/ın talip oldukları görevi daha iyi yapacağına inanıyorlarsa oylarını o kişi/ler için kullanırlar.
Ülkelerin çoğunda yerel seçimler hemen hiç gürültüsüz olur biter.
Ancak bizde bu defa pek öyle olmadı.
Önce başta Ankara, İzmir ve İstanbul olmak üzere bazı kentlere iktidar cephesi (AK Parti ve MHP) tarafından dışarıdan aday ithal edildi. Biri başbakanlık yapmış ve TBMM başkanı olmuş, diğer ikisi bakanlık koltuklarını doldurmuş isimler…
Eh, onların aday gösterildikleri kentin insanlarını tanıyıp kendilerini tanıtmaları, onları aday gösterenlerin de böyle bir tercihte neden bulunduklarını anlatmaları gerekiyor…
Yerel seçimde kazanmak ve kaybetmenin ülkede iktidar değişikliğine yol açması herhalde düşünülemez. O, bir genel seçim sonucunun yol açabileceği bir gelişme. Hatta 7 Haziran 2015 seçimi sonrasında yaşandığı üzere, genel seçimi kaybetmek bile, bizim ülkemizde iktidardan düşmeyi gerektirmiyor. Ufak tefek siyasi atraksiyonlarla seçimi yenileme kararı alındı 7 Haziran sonrasında ve üzerinden altı ay bile geçmeden gidilen yeni seçimle iktidarın takviyesi sağlanabildi.
Durum genel seçimde bile bu iken, iktidar cephesi, 31 Mart günü gidilecek seçimi kendileri için “Ya herro, ya merro” kıvamına getirmeyi tercih etti. Hatta daha da ileriye giderek, kaybı durumunda ülkenin güvenliğinin tehlikeye düşebileceği eksenli bir ‘beka’ tartışması başlattı.
Kampanyanın fazlaca önemsenmediği fark edilince, istihbarat amacıyla toplandığı anlaşılan bilgi notları, medya aracılığıyla seçim piyasasına sürülerek, ‘beka’ tezine mama haline getirilebildi.
Güle oynaya gitmeyi umduğumuz sandığa korka korka gidebileceğiz. Attığımız oylar toplamda iktidar cephesinin arzuladığından daha aşağıda kalır ve hele önem verilen büyük kentlerin belediye başkanlıkları muhalif adaylar tarafından kazanılırsa, bu sonucu doğuranlar olarak ‘teröristlere yardımcı olmak’ suçlamasına muhatap hale gelmek de mümkün…
Biliyorsunuz, bir süredir, ‘terörist olmak’ için bir terör örgütüyle doğrudan ilişkili olmak gerekmiyor ülkemizde; herhangi bir kişi Batı’da bazı çevrelerce çok iyi bilinen ‘altı derecede ayrılık’ (‘six degree of separation’ deniyor bu kabule) kuramını andırırcasına kolayca ‘terörist’ yaftasını yiyebiliyor.
[Kurama göre, yeryüzündeki herhangi bir kimse yine yeryüzündeki bir başka kimseyle arada sayıları beşten fazla olmayan tanışlarla irtibatlı olabiliyor. Sadece altı adımda herkes herkesle irtibatlı. Kuramı ilk telaffuz eden 1929 yılında Macar Frigyes Karinthhy olmuş, ondan sonra MIT üniversitesinden ve IBM’den önemli isimler matematiksel olarak kuramın doğruluğunu kanıtlamaya çalışmış, işin içine deneyleriyle sosyologlar da girmiş, bu arada tez tiyatro eserleri ve filmlerde de konu edilmiş… Ben de zaten bu kuramı aynı adı taşıyan 1993 tarihli bir Amerikan filmi sayesinde öğrendim. Merak edenler konuyla ilgili açıklayıcı bir yazıya ve bayağı merak gıdıklayan filmle ilgili bilgiye göz atabilirler.]
Herkes herkesle irtibatlı olabiliyor dünyamızda.
Lafı uzatmayayım, meramım, bu seçimin herhangi bir yerel seçim olmadığı ve bu noktaya partilerin tavrı sebebiyle geldiğimiz; özellikle de iktidar cephesini oluşturan partilerin…
Konunun burasında sorulacak sorular var: Acaba seçmenler çevrelerinin yöneticilerini seçmekten çok öte bir görevin sahibi olduklarının farkındalar mı ve farkındaysalar bu onların umurunda mı? Farkına varıp bu yeni durumu önemseyenler iktidar cephesinin beklediği gibi mi yaklaşacaklar seçime yoksa tam tersine ellerine geçen ders verme amaçlı bir fırsat olarak mı bunu değerlendirecekler?
Hangisi?
Soruların cevabı hayati önemde.
Görüyorsunuz, yazımın sonunda ben de aslında çok daha basit bir sonuca yol açabilecek 31 Mart seçiminin ‘hayati önemde’ olduğu kanaatine varmış oldum.
Bunun için altı adım bile gerekmedi.
*bu yazı fehmikoru.com'dan alınmıştır