Fehmi Koru*
İktidar cephesi seçimin zamanında -yani Haziran 2023’te- olacağını her fırsatta tekrarlıyor. O tarihi tekrarlamaktan AK Parti genel başkanı da olan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın ağzında tüy bitti. MHP lideri Devlet Bahçeli ondan da kesin kararlı; partisinin her grup toplantısında “Seçim Haziran 2023’te, cumhurbaşkanı adayımız da Tayyip Erdoğan” ezberini tekrarlıyor. AK Parti ileri gelenleri de ayni minvalde açıklamalar yapıyorlar.
Duyduk ve doğru olduğunu kabul ettik.
Böyle düşünmek için bir kanıt da var: Hükümet vaatlerini takvime bağlarken hemen her şeyi seçimin ya öncesine ya da hemen sonrasına gelecek bir tarihle irtibatlıyor.
Yerli ve milli otomobilin üretim, Karadeniz’de keşfedilen doğalgazın çıkarım tarihleri gibi…
Seriyi tek bozan ‘yeni ekonomi modeli’ oldu.
Yeni model meyvelerini altı ayda verecekmiş…
Cumhurbaşkanı Erdoğan ‘refahı yaygınlaştırma’ amaçlı olduğunu duyurduğu yeni modelin, “Yatırım, istihdam ve ihracat merkezli büyüme” yaratacağını ilan ederken, yararının altı ay sonunda görüleceğini söylemeyi de hiç ihmal etmiyor.
Altı ayın sonunda sıfırlanmış veya sıfıra yaklaşmış faiz sayesinde enflasyon da düşecek ve her kesimi rahatlatmak için arada hükümet tarafından pompalanacak ek gelirlere kavuşan vatandaşlara rahatlama gelecek…
İddia bu.
Devlet memurlarının maaşları artacak, emekliler de bundan yararlanacak, birkaç seçim öncesinde sözü verilmiş olduğu halde gerçekleştirilmesi sürekli ertelenen, pek çok meslek grubuna ek gelir sağlayacak ‘3600 ek gösterge’ bu kez hayata geçirilecek ve hatta emeklilikte yaşa takılanlar (EYT) kitlesi de arzularına erişecekler…
TL’nin yabancı paralar karşısında üç ay içerisinde yüzde 40 kadar değer kaybetmesini, bakkallar ve marketlerde el yakan fiyatlarla hayatın pahalanmasını unutabilirsek erkenden bayram bile yapabiliriz.
Bunlara kim sevinmez, öyle değil mi?
Zaten iddiaya göre Çin de böyle kalkınmış…
Çin bu yolla kalkınmışsa biz de aynı yolu tutar ve hayda hayda kalkınırız.
Tek sorun kronoloji…
Türkiye’nin 20 yıldır iktidarda bulunan kadrolar eliyle ve üç yıldır uygulanmakta olan yeni hükümet sistemi sayesinde girmeyi düşündüğü yeni yol, Çin’de, Mao Zedong’un İkinci Dünya Savaşı sonrasında -1949’da- halk devrimiyle ülke yönetimini ele geçirmesiyle başlayan sürecin sonucudur.
Bugün Çin’in ulaştığı noktanın gerisinde, son 30 yılda hayli değişikliğe uğratılmış olsa da, 70 yılı bulan bir süreç var.
O uzun yıllar boyunca Çinlilere geçmiş unutturulup yeni bir yol tutturuldu ve bunu sağlamak için de eskiyi bütünüyle kötülemeleri sonucunu doğuran bir ‘kültür devrimi’ geçirmeleri gerekti. Yeni yol aç kalmayı gerektirdiğinde Çinliler o durumu sineye çektiler.
Unutulan bir ayrıntı da şu: 1,5 milyara yakın nüfusu olan bir ülkedir Çin…
O nüfusun büyük bölümü ‘boğaz tokluğuna’ denilebilecek şartlarda çalışmaktan başka bir tercih yapabilecek durumda değillerdi.
Karınları guruldasa bile seslerini yükseltmeleri imkansızdı.
Bir-iki deneyen oldu ses çıkarmayı, ibret-i âlem için başlarına gelmeyen kalmadı.
Göz kamaştıran yeni kentler ile başta ABD olmak üzere büyük Batı firmalarının markalarına üretim yaparak zenginleşmiş küçük bir kesim ise, kan, ter ve gözyaşı ile geçen uzun yılların sonunda ortaya çıkabilmiştir.
Şanghay’daki gökdelenler ve herbirinin arkasında Çin’de üretildiğine dair bilgi yazan ürünlere bakarak, ülkenin o haline altı ayda geldiğini düşünen varsa yanılır.
Aynı türden bir süreçten geçmeden Çin haline gelinemez.
Bizden önce Çin’i model alarak kalkınacağını sanan ve o yolda adımlar atan başka ülkeler oldu, Çin de dostluk kurduğu gelişmekte olan ülkelere uzmanlarıyla kendi modelini izlemeleri için tavsiyelerde bulundu; ancak çok geçmeden o ülkeler Çin’de yaşananın kendine özgü olduğunu ve ‘model’ alınarak uygulanamayacağını öğrenmekte gecikmediler.
Çin haline gelebilmek için önce komünist olmak, rakiplerinin ortaya çıkmasına asla müsaade etmeyen Komünist Partisi tarafından kültür değişimine maruz bırakılmak gerekiyor.
Aynı süreçten geçmeden ‘Çin modeli’ ile kalkınma gerçekleşmiyor.
Şaka gibi gelmesin, bu yazdıklarımın doğruluğunu en iyi Çinliler biliyor.
Gerçek bu iken, nasıl oluyor da, “Faizi indirecek, TL’nin değerinin düşmesine aldırmadan ucuzlaşmış işgücümüzün gayretleri ve dışarıdan gelecek sermayenin itmesiyle üretimi artıracak, dolayısıyla ihracat rekorları kırılmasıyla büyümeyi sağlayacağız ve bu sayede topluma refah gelecek” iddiası dillendiriliyor ve refaha kavuşma için yalnızca altı aylık bir süre öngörülebiliyor?
Mümkün mü böyle bir şey?
Hem neden altı ay?
Seçim 2023’ün Haziran ayında yapılmayacak mı?
Yani tamı tamına 1,5 yıl sonra?
Altı ayda ülkeye refah getirme vaadi nereden çıktı?
Bu işte ya bir hesap hatası var, ya da…
Daha ileriye gitmeyeyim ve “Bu işte bir hesap hatası var” demekle yetineyim.