Fehmi Koru: Cumhurbaşkanı görüş açıkladı, yargı tarihi erkene aldı, sıra, Diyanet ve ilahiyat camiasında…

Fehmi Koru: Cumhurbaşkanı görüş açıkladı, yargı tarihi erkene aldı, sıra, Diyanet ve ilahiyat camiasında…

Fehmi Koru*

Dün 6 yaşından itibaren en yakınlarının yönlendirmesiyle kendisinden hayli yaşlı biri tarafından istismara uğradığı anlaşılan ve yılların ardından yaşadıklarını dava konusu haline getiren kadın olayı ile ilgili iki önemli gelişme oldu.

İlki şu: Davanın görüleceği mahkemenin önceden belirlediği 6 ay sonrasına ait gün değiştirildi ve yeni yıla girilmeden yargının davaya bakacağı açıklandı.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan da, dokuz gün boyunca derin suskunluğa katkıda bulunduktan sonra çirkin olayla ilgili görüşünü açıkladı.

Gecikmeli de olsalar yaşanan bu gelişmelere bakarak, dün buradaki yazımın başlığı ile yaptığım, “Gök gürültüsüne dönüşen derin suskunluk” görüntüsünün bozulmaya, ortalığı saran dumanın az da olsa dağılmaya başladığını düşünüyorum.

Şimdi sıra, bugüne kadar konuya dönük akla ve mantığa aykırı olduğu kadar İslam dininin temel ilkelerine de aykırı olduğu apaçık belli görüşleri birbiri ardına tekrarlamaktan öte bir yaklaşımları görülmeyen Diyanet ve ilahiyat camiasında.

Onların da, birilerinin tekrarlayıp durduğu ‘alt ve üst ergenlik yaşı’ kriterlerini sorgulayıp akla ve mantığa, en önemlisi de İslam’ın temel ilkelerine uygun bir görüşle konuyu ele alıp tartışmalara katılmaları gerekiyor.

Tabii, konuya ilişkin görüşünü genel başkanının ağzından işittiğimiz AK Parti’nin, kadın hakları konusunda kendilerinin girişimiyle, kapsamı yine hükümetin seçtiği uzmanlarca belirlenmiş, girişimin sahibi Türkiye olduğu için de ‘İstanbul Sözleşmesi’ adıyla uluslararası literatüre girmiş bulunan, BM damgalı metni reddetmesini yeniden gözden geçirmesi ve benimsemesi de beklenmeli.

En azından ben, dünkü yazımda, sonrasında meydana gelen iki yeni gelişmeyle birlikte bunu da beklediğimi duyurmuştum.

Türkiye, çocukların, genç kızların, kadınların kolaylıkla saldırıya, tecavüze uğrayabildiği, anne-babaların 6 yaşındaki bebeği elin herifine kendi elleriyle teslim edebildiği bir ülke görüntüsünden kendisini kurtarmalıdır.

Bunu kim yapacak?

Elbette görev bugünkü iktidara düşüyor.

Yalnızca devlet erkini ellerinde tuttukları, bu arada ülkenin itibarını korumakla da görevli oldukları için değil, içeride ve dışarıda bugünkü iktidara yakıştırılan muhafazakar hassasiyetler sebebiyle de bunu yapmak zorunda AK Parti ve hükümet…

Gözleri gibi korumaları gereken o hassasiyetlerin şimdi tartışılan türden çirkinliklerle iktidar dönemlerinin anılmasına yol açabileceği yanlışlığını herhalde görüyorlardır diye düşünmek istiyorum.

Olayı bütün boyutlarıyla -bu arada din ve İslam kavramlarının bu tür tartışmalarla insanların gözünde değer kaybetmesi boyutuyla da- görülebildiğinden ise emin değilim.

Evet, kuşkuluyum.

Kuşkumun en önemli sebebi, AK Parti genel başkanı da olan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın, dokuz günlük suskunluktan sonra -yani konu üzerinde enine boyuna düşünebileceği, danışması gerektiğini düşündüğü kişilerle müzakere edebileceği uzun bir sürenin ardından- yaptığı açıklamanın can alıcı bir bölümüdür.

Şu bölüm:

“Şu ana kadar arkadaşlar gereken çalışmayı gösterdiler. Bunları görmezden gelen bir muhalefet söz konusu. Günümüz şartlarında 13 yaşında nişan, 14 yaşında evlilik gibi bir durumu kabul edebilmemiz asla mümkün değildir. Hele hele daha küçük yaşlardaki istismar tam bir faciadır. Ülkemizde çocuklara yönelik taciz, tecavüz, reşit yaşa ulaşmadan evlilik gibi hususlarda hassasiyetimizi kimseye sorgulatmayız.”

Devletin mağdure kadının 6 yaşından itibaren yaşadıklarından son iki yıldır haberdar olduğu bizzat ilgili bakan tarafından açıklanmış bulunuyor. Bu iki yıl içerisinde gösterildiği söylenen ‘gereken çalışma’ nedir?

Mağdureye kalacak yer, çocuğuna süt sağlanmasından başka?

Yargı alanına taşınmış konuyla ilgili bakanlığın yaptığı herhangi bir şey var mı?

Vardı da bizler mi duymadık?

Sözgelimi bakanlık davaya müdahil oldu mu?

Müdahil olunsaydı, savcılığın iddianamesi olayın vahametini bütün çarpıklığıyla dışa vurduğu halde, mahkemenin duruşma tarihini 6 ay sonraya atmasına, o kararın alındığı gün bakanlığın itiraz etmesi gerekirdi.

İlgi en üst düzeyden nihayet belli oluncaya -yani düne kadar- beklenmemiş olur, kamuoyunu infiale sürükleyen tartışmalarla konunun bu denli yaralayıcı hale gelmesine fırsat verilmezdi.

Kesinlikle iktidarın eliyle devlet adına sürüklenilmiş bir ihmal var.   

Bu kadar da değil.

Açıklamanın aynı bölümünde yer alan konunun tanımına dair tespitlerde de hatalar var.

Tartışması yapılan konu ‘12 yaşında nişan 14 yaşında evlilik durumu’ basitliğinde değil çünkü.

“Ne var bunda bu kadar büyütülecek?” denemeyecek kadar vahim bir konu tartışılıyor. Bir tarafında 6 yaşındaki çocuğa reva görülen bir muamele, yapılanı yasallık kalıbına sokabilmek için bir ekip halinde hile yoluna başvurulması, bütün bunların dini gerekçelere dayandırılması ve devlet kurumlarının ihmali, yargının olayı hafife alabilmesi gibi ayrıntılara sahip bir ‘durum’ bu.

“Arkadaşlar” denilenlerin gereken çalışmayı göstermedikleri apaçık ortada.

Devletin konuyu değerlendirişindeki yanlışlık bütün çocukları tehdit altında bırakıyor.

‘İstanbul Sözleşmesi’nin önemi de burada zaten.

Sözleşme, devletlere, kadın-erkek ayrımı gözetmeden herkesin hak ve özgürlüklerini koruma ve kollama görevini yüklüyor. Sözleşmeyi onaylayan ülkelere, bizde şimdi tartışma gündemine girmiş olan konuya benzer yanlışlıklara derhal ve nasıl müdahale edebileceğinin yol haritasını da yükümlülük olarak veriyor.

Tartışma konusu olan çirkin olay ve benzerleri ortaya çıktığında, ‘İstanbul Sözleşmesi’ni onaylamış bir ülke, sadece bu onayını hatırlatarak, mukabele etmekle yetinebilirdi.

Yargı da, öyle bir ülkenin yargısı olarak konuya yaklaşacağı için, önüne gelen dava konusuna daha fazla ilgi gösterirdi.

Bakanlık sözleşme gereğince davaya müdahil olurdu zaten.

Dün gerçekleşebileceğinden kuşku duyduğumu belirterek yazdığım iki konu -Cumhurbaşkanının açıklaması ve yargının dava tarihini erkene çekmesi- aynı gün gerçekleşti; üçüncü tavsiyem neden gerçekleşmesin? Hükümet de ‘İstanbul Sözleşmesi’nden onayını çekme yanlış kararından vazgeçmeli.

Neyse.

Şimdi sıra, Diyanet’in ve ilahiyat camiasının başka hiçbir biçimde yanlış anlamalara meydan vermeyecek bir açıklıkta konuyu ele aldıklarını belli edecek açıklamalarında.

İlgilisine not: Diyanet ve ilahiyat camiası için yol gösterici bir yazı, bugünkü Karar gazetesinde, uzun yıllar İstanbul müftüsü olarak görev yapmış, ilahiyat profesörü Mustafa Çağrıcı imzasıyla yayımlandı. ‘Çocuk yaştakileri evlendirme fetvası’ başlıklı yazıyı okumalarını konuya ilgi duyan herkese tavsiye ederim.  

*Bu yazı fehmikoru.com adresinden aynen alınmıştır.